Benim ilk Ispanya gezim...
Barcelona bizim Izmir gibi bir yer, deniz kenarinda, sicacik, boyle insanin yasama sevincini uce katlayan, negatif bir ruh haline yer olmayan, her an her yerden biri cikacak, birseyler olacakmis hissiyati veren dinamigi cok yuksek bir sehir.
Rue Rambla'ya bayildik. Sagli sollu sokak artistlerini izlemekten o yoldan baska bir yere gitmek istemedim sanki. Boyle birseyi hayatimda ilk defa goruyorum, boyle bir takim sokak sanatcilari degisik kostumlere burunup hareketsiz duruyorlar. Kostumunu ya da durusunu ya da verdigi enerjiyi begendigin bir artiste bozuk para atiyorsun ve o da hareketlenip sovunu yapiyor sana. Tum olay bu kostumle beraber hazirladigi bir sey varsa gormek, kimileri ugrasmiyor sadece selam veriyor..
Melekler vardi, sahaneydi. Ben onlari bayaa tastan heykel sandim oyle muazzam bir makyaj, oyle muazzam hareketsiz bir durus, ayni heykel gibi.. Essizlerdi bana gore.
Sahane parlayan bir gunes altinda guzel bir kahvalti sonrasi geziye devam. Olimpyatlar zamani kano yarislarinin yapildigi limani gorduk. Orijinal degil ama guzel.
Barcelona'da fark ettigim birsey var. biz Paris'te fena kaziklaniyoruz!! Buyuk bir portakal suyu ve cappucino'ya burda sadece 3.60 odedik, oysaki Paris'te kimi yerde bir kahve bile icemedigin oluyor o paraya.
Aksamustu Picasso muzesinde buyulendikten sonra istikamet otel.
Sehir Paris'e nazaran temiz degil. Sokaklari dar ve hatta balkonlardan camasirlar sarkiyor, eski Istanbul sokaklari gibi, eski degil hala bile vardir degil mi ben gormesem de... Yapilarda gortik tarz hakim. Genel olarak sehir cok canli. Her taraf sokak muzisyenleri, sokak sanatcilariyla dolu. Genel olarak mutlu insanlardan olusan bir kultur denebilir.
Ertesi gun Olimpiyatlarin yapildigi parka gittik, hersey sanki dun olmus gibi bir izlenim veriyor insana, sanki temizlememisler bile oyle anisi kalsin diye...
Gaudi eserlerinin gezildigi gun:
Gaudinin yaptigi binalarin bir ozelligi var. Hicbri yerinde 90 dercelik bri aci yok, asla kare yok hep yuvarlak biraz yuvarlak... Ozellikle Avenudan de la Gracia ve Rue de la Disputat.. Gaudi'nin imzasini attigi eserlerle dolu. Gorulmeye deger.
Sagra da Familia: Barcelona'yi sembolize eden yapilarin basinda geliyor Sagrda familia katedrali. Gaudi'nin basladigi ancak henuz bitiremedigi bir eser. Yuruyerek en yukariya kadar ciktik, daracik bir merdiven misali birseyden yukariya kadar ciktik. Katedralin tamamlanmis planini gorduk. Calismalar hala devam ediyor ama bence torunlarim bile bu sehri ziyarete geldiginde calismalar hala suruyor olacak. Bir de Ispanyollar disiplinli calismalariyla unlu bir toplum da sayilmazlar..:)
20 Ağustos 2010 Cuma
Yazmak
Kendimi bildim bileli yazarim. Oyle beylik laflar etmek icin degil...
Durup bir dusunmek, hissetmek, yasadigini tekrar yasamak ve fotografin kucuk bir ani olmusuzlestirmesi misali, yazarak o anlari hep var etmek icin yazarim.
Yasadiklarimin fotografini, hayati ve evreni kavrayisimi, kelimelerle cekmek icin...
Ben hep yazardim, eski usul gunluklerim vardi. Kac kocaman defter devirdim ilkokuldan bu yana, Izmir'e dondugumde ara ara okurum, gorurum nasil olgunlastigini yazilarimin yillar icinde, buyudugumu gorurum, insanin kendi buyumesini kendi yazdiklarindan takip etmesi olaganustu guzel birsey...
Simdi bu gunlukler yerini moleskinlere birakti. Kolombiyali arkadasimin 2002 yilinda, dogumgunumde bana hediye ettigi moleskinle basladi yeni seruven... Yeni diyorum cunku moleskinin iki yuz yildir bilinen sanatcilar ve intellectueller arasindaki ununu okuyunca insan yazarken daha bir havaya giriyor, kendini Hemingway'le falan ozdeslestiriyor...
Paris'teki hayatim eylul 2003'te basladi...
Ne kadar kalirim, neler yaparim bilmiyorum henuz...
Bugun okulumun ilk gunu, trendeyim. K's Choice dinliyorum, biraz huzunlu bir tarafi var.
Ya da bugun ben oyle duymak istiyorum.
Baska bir ulkeye yerlesmekle anilar bile yer degistiriyor sanki.
Simgeler, muzikler, insanlar, yasam bicimleri hep birseyleri bir yerleri animsatir ya insanlara, son iki yildir tum anilarimda bu sehir ve bu insanlar var artik...
Durup bir dusunmek, hissetmek, yasadigini tekrar yasamak ve fotografin kucuk bir ani olmusuzlestirmesi misali, yazarak o anlari hep var etmek icin yazarim.
Yasadiklarimin fotografini, hayati ve evreni kavrayisimi, kelimelerle cekmek icin...
Ben hep yazardim, eski usul gunluklerim vardi. Kac kocaman defter devirdim ilkokuldan bu yana, Izmir'e dondugumde ara ara okurum, gorurum nasil olgunlastigini yazilarimin yillar icinde, buyudugumu gorurum, insanin kendi buyumesini kendi yazdiklarindan takip etmesi olaganustu guzel birsey...
Simdi bu gunlukler yerini moleskinlere birakti. Kolombiyali arkadasimin 2002 yilinda, dogumgunumde bana hediye ettigi moleskinle basladi yeni seruven... Yeni diyorum cunku moleskinin iki yuz yildir bilinen sanatcilar ve intellectueller arasindaki ununu okuyunca insan yazarken daha bir havaya giriyor, kendini Hemingway'le falan ozdeslestiriyor...
Paris'teki hayatim eylul 2003'te basladi...
Ne kadar kalirim, neler yaparim bilmiyorum henuz...
Bugun okulumun ilk gunu, trendeyim. K's Choice dinliyorum, biraz huzunlu bir tarafi var.
Ya da bugun ben oyle duymak istiyorum.
Baska bir ulkeye yerlesmekle anilar bile yer degistiriyor sanki.
Simgeler, muzikler, insanlar, yasam bicimleri hep birseyleri bir yerleri animsatir ya insanlara, son iki yildir tum anilarimda bu sehir ve bu insanlar var artik...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)