23 Ocak 2017 Pazartesi

So French

Perşembe akşamı bir grup Fransız kadınıyla şehrin en güzel mekanlarından birinde buluşuyoruz.
Fullerton Bay Hotel'in terasındaki LANTERN barda.

Lantern, şüphesiz çok yüksek değil, Singapur'a yatay bakıyoruz, Marina Bay Sands Hotel karşımızda, ışıklarının altında kokteyllerimizi yudumluyoruz. Kokteyllerinden beklentilerinizi düşük tutmanızı öneririm.
Yine de tekrar tekrar gelinecek bir yer. Hatta çok romantik bir mekan bana kalırsa. Ama bir daha Lantern'in denizin en kıyısında, MBS'in karşısında masa ayırtmak lazım bence.
Barın kenarında camdan bir havuz var. Atlayıveresiniz geliyor ama olmuyor. Zira burada bar havuzları sadece otel müşterilerine ayrılmış durumda...

Neyse ki, grubun içinde daha önceden tanıdığım, hatta yılbaşını ailece beraber geçirdiğimiz bir Kenya'lı bir de İtalyan arkadaşım vardı da onlarla takıldım, o kadar sıkılmadım.
Bence burası muhabbetin dibine vuracağın biriyle gelinmesi gereken bir yer.
Bir dahaki sefere aklımda bulunacak.

 




Fransa'da ocak ayı sonunda kralların pastası tarzında galette des rois diye birşey vardır.
İçi badem ezmeli bir tart aslında. Sevgilim de çok güzel yapardı bir zamanlar ama tarifini kaybetmiş.

Burada katılmış olduğum şarap degüstasyon gecesinde tanışıp arkadaş olduğum Belçikalı bir kız var, onun daveti üzerine Les Petits Gaulois Fransız kreşininde cumartesi 10-13 arası gerçekleşen galet gününe gittik. Üzerine bir de şarap degüstasyonu varmış. Bir de kermes varmış ohhh!

Bir de giderken kral tacının kazanıldığı figürin bizim galetin içinden çıkmasın mı? Elimizde koca bir sepet bisküvi ve bonbon hediyesiyle eve döndük, çok hoş oldu.


Bon bon demek benim için oyun demek. Bir an önce bu bonbonların yeneceği bir oyun günü düzenlemeli evde !

Bu pazar günü evimizin çok çok yakınında, 136 Neil Road, THE LOKAL diye bir mekan keşfediyoruz.
Kapısının önünde kuyruk olan yerden şüphe etmeyeceksin.
Civarda o kadar yer varken bu insanlar kapının önünde süt bekleyen kedi gibi içeri girmeyi bekliyorlar. Hatta beklemek için özel bir bank bile konulmuş.
Gelir gelmez bankadan numara alır gibi bir numara alınıyor. Makineye kaç kişi olduğunuzu, masanızı başkasıyla paylaşmayı isteyip istemediğinizi giriyorsunuz. Ve sıranız geldiğinde biri gelip sizi çağırıyor.
Elbette, masanızı paylaşmak isterseniz sıra daha çabuk geliyor. Biz bu opsiyonu girdik. Zaten masada herkesin aynı dili konuşma olasılığı çok düşük yani kimse birbirine rahatsızlık vermiyor.
Yemekler bir enfes !
Sadece hafta sonları yapılan brunch özel seçenekler var. Şahane. Benim tabağımdaki de komşunun tabağındaki de harika görünüyordu.

Bir de içecek olarak Clean and Green diye tahmin edersiniz ki; bilumum kereviz, ıspanak, yeşil elmadan oluşan bir içecek aldım.

Yani ismini öyle bir koymuşlar ki; almamak mümkün değil, sanki bunu içtiniz mi bütün günahlarınızdan, hatalarınızdan arınacaksınız, ruhen ve bedenen temizleneceksiniz, bunu içtikten sonra hayat yeniden başlayacak sanki...

Bence marketing profesyonellerinin bize son zamanlarda yutturduğu en büyük çılgınlık şu detox palavrası... Kerevizin fiatını 15'e katlamaktan başka birşey değil !

18 Ocak 2017 Çarşamba

Arkadaşımın arkadaşı

ODTÜ'deki ilk yılım. Introduction to Sociology dersi alıyoruz.
Ayşe Hocam sınıfa giriyor ve şöyle diyor:

"Everyone has a story. Just, listen to them."

Bu söz mü içimde yıllar yılı yeşerdi yoksa ben zaten hep böyle miydim, bilmiyorum.
Ancak...
Hayat hikayesi dinlemeyi çok seviyorum.
İnsanların, bulundukları noktaya gelene kadar neler yaptıklarını, neler atlattıklarını, nasıl değişimler geçirdiklerini, nasıl seçimler yaptıklarını, nasıl bir hayat haritası çizdiklerini dinlemeyi çok seviyorum.

Kitap yazabilme kabiliyetim olsa, hikayesiyle yoğrulduğum insanların rızası olsa, bir de belki bir 40 yıl daha yaşayıp 40 fırın ekmek yesem, sonra o olgunluğa erişsem, Mina Urgan'ın  "Bir Dinazor'un Anıları" gibi ben de bir biografi kitabı yazarım belki kim bilir...

6 degrees of separation

Singapur'da edindiğim arkadaşların %75'i arkadaşımın arkadaşı şeklinde...
6 degrees of separation gibi yani. Siz birini taniyorsunuz, o birini taniyor, o birini taniyor...
Yaşadığınız şehirde, çalıştığınız yerde, bir FB gurubunda ya da işte eskiden, okuldan, ordan burdan mutlaka ama mutlaka Singapur'da arkadaşı olan birini tanıyorsunuz.
Bence bu köprüyü kurmak birilerine yapilabilecek buyuk comertlik.

Pazartesi günü böyle bir vesileyle şahane bir kadınla tanıştım.
Derin, dingin, elegan...
Nasıl atipik bir hayat hikayesi var !!!
Her gün havai fişekler patlamış sanki hayatında, yıldızlar yanıp sönmüş, parıl parıl parlamış.
Uçan halı gelmiş ordan oraya almış götürmüş..
Bir şehri terk etmekten, bohçasını alıp ordan oraya gitmekten, yap boz hayatlardan, herşeye sıfırdan başlamaktan, yeniden inşa etmekten korkmamış. Yapmış.
Yaparken zamanın içini tıka basa doldurmuş ta...
Her rengin her tonunu görmüş. Beğenmediklerini giymemiş bir daha.
Yıllar sonra bu renklerden kendine en yakışanını, en sevdiklerini seçmiş.
Sadece onları taşıyor şimdi hayatında.

Bir de güzel... Hem de nasıl güzel... Yaşını merak bile etmedim.
Şu, yaşını göstermiyorsun muhabbetleri beni çok bayıyor biliyorsunuz.
Sonra birşey anlatırken pat diye yaşını söyledi, ki zaten çok genç, "işte bu!" dedim.
Bu güzel kadın yaşlanmadan yaş almanın ilmini bulmuş.
Sırrını sormadım. Cümle aralarında yakalamaya çalıştım.
Evinde yaptığı ekmekte, sağlıklı beslenmesinde, sporunda, yogasında, flamencosunda, denizinde, güneşinde... ama en çok ailesine bağlılığında, kocasına duyduğu aşkta, hayata duyduğu tutkuda...

Daha konuşacağımız çok şey vardı. Bir dahaki sefere kaldı...



16 Ocak 2017 Pazartesi

Singapur doludizgin...

Bana şöyle dedi: "Dilara Singapur'u nasıl buluyorsun? Senin Paris'e aşık olduğun gibi aşık olunacak bir yer değil burası, de mi?"

Bu, en sevdiğim şeylerden biri.

Herhangi bir konuşmada söylemediğim bir sözün, bir cümlenin biz sohbet ederken birinin ağzından çıkması... Bloğu okumuş o zaman, derim içimden, mutlu olurum.
Zira... Ben ona Paris'e aşık olduğumu hiç söylemedim. 
Zaten aşk bu, öyle zart diye söylenmez, hatta bazen hiç söylenmez.
Ama yazdım ben. Bloğun adını bile öyle koydum. Kaç kere, kaç farklı şekilde yazdım bunu ben...

Bloğun okunması şüphesiz beni çok mutlu ediyor, çok memnun, çok tatmin ediyor.
Bazı kişilerin okuması ayrıca değerli...
Onlar biliyor kendilerini gerçi. Blogtan geçen ayak izlerini görmezsem yazının benim için eksik kalacağını biliyorlar.
Gizli takipçisi olduklarım var yani benim.
Onlar beni takip ederken, gizli gizli ben de onları takip ediyorum, okumuş mu okumamış mı diye...

Wild Honey'de düzenlenen sabah kahvesinde bunu duymak hoşuma gitti.

Din Tai Fung - Paragon 

Perşembe günü, Boğaziçili Turco-İtalyan bir arkadaşımla öğle yemeği yedim.
Asya mutfağını pek sevmem ancak Din Tai Fung gerçekten çok severek tekrar gideceğim bir yer.
Sebzeli steamed dedikleri raviolileri bir şahane.

İzmir'li Boğaziçili bu pek zeki kadın muazzam bir kariyer yapmış, benim de çok ilgili olduğum marketing, communication, PR, event management alanlarında. Anlattırdıkça anlattırdım eski işlerini. Özellikle brand manager olarak yaptıklarını hayranlıkla ve ilgiyle sanki okulda bir lecture dinliyormuş gibi dinledim. Kendimi on the job training'te hissettim. Çok güzeldi.
İnsanların dinlemek yerine konuşmayı tercih etmeleri garip.
Bence kazançlı olan her zaman dinleyen kişi. Zira ben, benim ağzımdan ne çıkacağını biliyorum, ama senin ağzından ne çıkacağını bilmiyorum.
Ve bu da, karşıdaki kişi şayet bilgi, deneyim, paylaşım cömertliği gösterirse dinleyenin kazanması demek.

Bu arada birşey fark ettim, Singapur'da çok fazla Boğaziçili var. Avrupa'da genel olarak ODTÜ'lülerle karşılaşırken burada çok fazla Boğaziçi'liyle tanışıyorum. Bu da, Boğaziçi'nin daha çok market ve business oriented bir okul olduğu savını doğruluyor sanki.

Cumartesi BBQ - welcome party - yeni arkadaşlıklar

Müthiş bir Türk komşumun olduğunu geçen sefer yazmıştım.
Bana dedi ki; cumartesi müsaitsen barbekü alanını rezerve ediyorum. Hoşgeldin partisi.
Saat 16'da indik aşağıya.
Bir çiftle daha tanıştık. Onlar da beraber vakit geçirilmesi inanılmaz keyifli insanlar.
Barbekü ve balık erkek işi biraz de mi? Onlar mangalla uğraşırken biz kadınlar aperitiflerimizi aldık.

Türk misafirperverliğinin haddı hududu yok galiba.
Hiçbir şey getirme dediğin biri bile gelirken koca bir salata, kocaman bir ev yapımı humus, bir tepsi kıymalı börek ve koca bir tiramisu ile gelebiliyor.
Böyle bir cömertlik, böyle bir özveri, hamaratlık herkesin harcı değil. Müthiş takdire şayan...
Ve o humus yok mu o humus, o nasıl birşeydi öyle, böyle bir humus yemedim ben hayatımda. Üstün !

Herşey mükemmeldi. Çok teşekkür ederiz.
Etler şahane, organizasyon şahane, ortam, muhabbet, insanlar şahane...

Bugün düşündüm de bazı günler, geceler insanın ömrüne ömür katıyor.
Bu, bir ocak günü, tatildeymişiz gibi havuz başında yapılan bu bbq partisi ömrüme ömür kattı...



9 Ocak 2017 Pazartesi

Bim bam bom çok şükür dostlar...

Bim bam bom, çok şükür dostlar. Benim de artık Türk bir komşum var...

Dünyanın öbür ucunda arkadaş iyidir. Bir Türk komşu candır.
Sadece iki kat aşağımda oturuyormuş ta haberimiz yokmuş, asansörde karşılaşmamız gerekiyormuş...

Türk komşu dakka bir gol bir adamı evine kahveye çağırır.
Kahvenin yanında evde ne varsa çıkarır. Çikolata, ceviz, badem, bisküvi, meyve...
Giderken bir de eline bir kap zeytin bir teneke peynir tutuşturur.
Sonra da der ki; her gün kahveye gel, çat kapı gel, bir şeye ihtiyacın olursa 7/24 gel...

Böyleyiz biz.
Türk olmaktan gurur duyduğum alanların başında bu var.
Yıllar önce Tire'ye gitmiştik, dağın başında bir köyde durduk. Uzaktan arabayı gören 2 yaşındaki minik kızın bize ilk sorduğu soru şudur: "Aç mısın?"
Böyleyiz biz. Herkes bilir. Dünya bilir. Bir Türk'ün evine misafir olmak ayrıcalıktır.
Türk komşum oldu benim. Hem de sadece iki kat aşağımda.
Beni daha tanımazken, sırf Türk'üm diye bana evini açtı, yüreğini açtı, sofrasını açtı.
Elimde zeytini peyniri görünce sevgilim bana imrenerek baktı, ben peynire gururla baktım...



Bu hafta sonu, sonunda içimize sinen bir kanape aldık. London Style. Evimiz eve benzemeye başlıyor.
Bir tamamlansın da, Parisienne usulü "yeni taşındık" partisi yapacağım.

Cumartesi günü inanılmaz sıcak, güneşli, güzel bir gündü. Aslında öğle sıcağında dışarıda olunacak hava değildi ama dışarıdaydık işte. Biz de meşhur Botanik Bahçesi'ni gezdik. Daha önce gezdiğim bildiğim yeşil hiçbir parkla karşılaştıramıyorum, o kadar devasa bir yeşillik... Orman resmen. Hadi belki birazcık Tokyo'daki Yoyogi Park'la kıyaslayabilirim. Ama Singapur Botanik Garden başka birşey. En ünlü tarafı da orkideler... Burası bir orkide cenneti. Zaten orkide bahçesi var içinde. Bir de zencefil... 250 çeşit zencefil olduğunu biliyor muydunuz? Singapur'un en ünlü ve şık restaurantlarından olan HALIA 'nın meşhur ettiği bir bitkiymiş bu.
Ah Kuğu Gölü'nü de unutmamalı elbette. Etrafında konserler, picnic yapan aileler... Haaa kuğular Amsterdam'dan, bunu da söylemeden geçmeyelim.































Pazar günü Fransız bir çift arkadaşımızla brunch programımız var.
Duxton'a aboneyiz. Evimizin yakınında bu kadar güzel yerlerin olması ne hoş !
49 Duxton Road Group Therapy, ikinci katta.
Sıradan bir kafe gibi görünse de kahvaltı programları için ideal bir adres.
Pumkin Pancake ve Pancake Stack üstün !!! Muhakkak tavsiye ederim. Kahveleri de enfes...

Singapur'da kendime adresler oluşturma turum devam ediyor...