Duxton Hill etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Duxton Hill etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2016 Salı

Singapur'da şarap tadımı gecesi

Buraları çok seveceksin, dedi bana ODTÜ'den 20 senedir görmediğim Singapur'da yaşayan bir arkadaşım..
Geçmişten, gelecekten, Singapur'daki yaşamdan, herşeyden konuştuk Duxton Hill'deki Lucha Loco nun huzur veren sakin terasında o birasını ben Margeritamı yudumlarken...
"Ben de bu dağların nesine geldim" tarzı arabesk şarkılar söylediğim de olmadı değil bu bir ayda.
Büyük, herşey çok büyük geldi önce bana, binalar büyük, yollar büyük, aslında şehir küçük ama hiçbir yer öyle kolayca birinden diğerine yürüyerek geçilecek kadar küçük değil.
Öyle Avrupa'daki gibi küçük ortaçağ sokaklarında dolanıvermek, kaybolmak, alelade bir sokaktan çıkıvermek mümkün değil.

Sanki küçük olması gereken yerde büyüyen, büyük olması gereken yerde küçülen bir şehir burası.

Zaman... dedi. burada nasıl geçiyor hiç anlamıyoruz. Farkına varmıyoruz.
Zira mevsim yok, havalar değişmiyor, dolayısıyla kendimizi yaz gelsin, kış gelsin gibi zamanda noktalara emanet edemiyoruz. ..
Evet evet, şöyle bir ağız tadıyla yazı bekleyemiyoruz... Hele bir yaz gelsin, şu işi o zamana kadar bitireyim, hele bir kış gelsin diyemiyoruz.
Bu durumda zamanın ne kadarı aktı, ne kadarı elimizde kaldı, yazın, kışın neresindeyiz bilemiyoruz, kendimizi zamanda konuşlandıramıyoruz. Mevsim yok burda. Hep aynı...
Bu konu düşündürüyor beni... Belki bir başka yazıda yine çıkar kalemimden.

Yine de mutlu herkes, kimse gitmek istemiyor buralardan...

Singapur'da şarap tadımı

Cuma akşamı için bir şarap degüstasyonuna davet alıyorum. Singapur'da bir vine tasting aktivitesi, hem de direk şarapçı kızın evinde... Kaçırmıyorum. 

Aslında şarap degüstasyonu deyince benim aklıma Paris'te katıldıklarım geliyor.
Böyle herkesin şarabın tüm bileşenlerinden anladığı, bir şarabı, paslı, küflü, acı, baharatlı, yanık, kof, ağdalı gibi "derin" sıfatlarla tanımladıkları şarap degüstasyonlarında diyecek söz bulamadigim geceler...
Oysa ki benim aklıma, hani kızgın kumlardan serin sulara atlarsınız ya işte öyle bir tat demek geliyordu sadece; şarabı da ancak güzel-hafif-ağır diye yüzeysel kategorilere sokabiliyordum. Bunca yıldır sağlam şarap içicisiyim, en fazla hangi yemekle ne iyi gider konusunda söz sahibi olabilirim, bileşenlerinde değil. Neyse...

Bu vine tasting'i de öyle birşey sandım. Ancak alakası yok. Bu, bildiğimiz Paris house partilerinden biriydi. Tabi ortam yüzde yüz Fransız. Çok şahane. Bir de ne ev ama... Yani Brad'lerin evi ancak bu kadar güzeldir bence. Bu arada ev sahiplerini de tanımıyorum haaa, öyle ortak bir gruptan daveti aldım gittim, ve çok güzel insanlarla tanıştım, tabi başta ev sahibi şarapçı kız. O kadar sevdik ki birbirimizi, yeni bir suarenin tarihini şimdiden koyduk.

Hemen birkaç şişeyle dönüyorum eve. Malum, önümüz yılbaşı...




Orchard Road - Cafe Wild Honey

Geçen hafta ilk defa Orchard'a gidiyorum, bir akadaşımla sabah kahvesi için buluşmaya.
İnsanın kendisini evinde gibi hissetmesi mantığıyla düzenlenmiş bir cafe resto, ama bence son derece "impersonel", hiçbir özelliği olayan bir yer. Starbucks'tan hallice...
Zaten biz de oradan bir alt kata iniyoruz. Orada Coffee Academics diye bir yer var orada oturuyoruz. Kahveleri mükemmel, ve yüzde elli kadınlarından arkadaşımla harika sohbetimize eşlik ediyor..

Bu arada haftaya Noel. Bu ne biçim Noel ???
Açıkçası bu sene hiç havaya giremedik. 
Ayrıca burda da sicak hava koşullarına rağmen her yerde süslenmiş çam ağaçları...
Yok. Hiç olmamış...

11 Aralık 2016 Pazar

Singapur aşkı bana extra large

Tamam bir Roland Garros değil, bir Paris Masters değil ama dünyanın öbür ucunda hem de davetiye biletlerle geldiğimiz bu İnternational Premier Tennis League maçında karşımızda dünya tenis starlarını görünce hem şaşırıyoruz hem de tadını çıkarıyoruz.

Liza'ya diyorum benimle tenis maçına gelir misin? 2 çocuklu arkadaşım daha çocukların bakımının lojistiğini ayarlamadan tereddütsüz kabul ediyor.
Singapur gibi dünyadan biraz kopuk bir yerde yaşarken herhangi bir davete hayır demek için insanın çok geçerli bir nedeni olması gerekiyor. Ben, Singapur'a İbrahim Tatlıses gelse giderim mesela...

Meğer bu Coca Cola İnternational Premier Tennis League maçlarıymış. Valla bunca senedir tenis severim, hemen her turnuvayı da takip ederim, hiç duymadım. Böyle bireysel bir spora takım ruhu katıp sanki bir takım oyunuymuş gibi gösterme çalışması gibi geldi bana. Yani biraz Cup Davis havası var ama o en azından ülkeler bazında. Yani bir iki starın dışında hangi ülke tenise en çok önem veriyor, hangi ülkede iyi eğitmenlerle bu spor iyi öğreniliyor Cup Davis en azından bunu ölçüyor. Ama Coca Cola Premier League tam anlamıyla toplama kampı. Mesela izlediğimiz maç Japan Warriors ve UAE Royals takımları arasında. Japan Warrior dedin mi akla Kei Nishikori geliyor tamam o var. Ama takımda Jelena Jankoviç, Fernando Verdesco var. Royals'larda da Ana İvanoviç, Tomas Berdich falan var. Biz de öyle yerel küçük bir turnuvadır diye gittik, bir de baktık karşımızda Martina Hingis, Ana İvanovic, Jelena Jankovic falan oynuyor. Çok alakasız ama çok ta şık oldu. Çok eğlendik. Biletler için çok teşekkürler.
Yalnız içerde çok üşüdük yaa, o klimaları nasıl tam gaz çalıştırıyorlar, bir ceket alıp gitmeliymişim...






Geçen hafta Duxton Hill'de L'Entrecote'ta yemen yerken tam karşımızdaki barın adı beni hemen fethetmişti. La Champaneria... Gerçekten, bence mutluluğa giden yol baloncuklu bir kadeh beyaz şaraptan geçiyor. 
Yani şahsen bir kadeh şampanya benim o andaki tüm sorunlarımı çözer. 
Ben daha o akşam buranın planlarını yaparken, bir de baktım cuma akşamı Boris'in ekibiyle bir gece düzenlenmiş, ve tam da nerde? La Champaneria 'da... 

İçki Singapur'da acaip pahalı. Yani Türkiye'ye kıyasla bu fark hissedilmeyebilir, lakin Türkiye'de de iyi bir şarap ucuz değil. Ama Fransa'ya kıyasla inanılmaz pahalı. Yani Paris'te 10 - 15 euroya aldığımız hem de çok iyi bir şarabı (5 euroya da şarap olduğunu var sayarsak) burada 3 katına alıyoruz. Sişeler arka arkaya patlıyor. Biz de çok eğleniyoruz. Ben zaten Duxton Hill'in ortamını çok seviyorum, burası da mutlaka tekrar geleceğim bir adres olarak kaydoluyor defterime.

Singapur Aşkı - Günün Şarkısı

Bu arada geçen gün bir telefon konuşmamızda en yakın arkadaşlarımdan biri bana: "Singapur yazılarını takip ediyorum. Ancak hala bu şehir ülkeyi sevdin mi sevmedin mi anlayamadım, böyle bir ibare yok." diyor.
Bir keresinde de soyle demişti ki; "Singapur yazılarını başka bir tarzda yazıyorsun, sadece gördüğünü yazıyorsun, yazı karakterin değişmiş."

Himmm, bunlar bana birşey düşündürüyor. Bu, başka bir yazının konusu olabilir.

Ben insanları ve şehirleri birbirine çok benzetiyorum.
Nasıl bazı yazıların yoğunluğunu bazı insanlar için hissedilen duyguların yoğunluğu belirliyorsa, bence şehirler için de aynı şey geçerli. Bana bazı yazıları nasıl yazdırıyorsa bazı şehirler, bazı söylemleri, o betimlemeleri, o detaydan hikaye yaratmaları, o ithamları, övgüleri, serenatları yaptırıyorsa, demek ki şu anda sadece gördüğümle algıladığım bir Singapur var hayatımda, iligime kadar hissettiğim bir şehir değil...

Belki de...

Singapur aşkı bana extra large, bana extra large, bana extra large...

6 Aralık 2016 Salı

Singapur'da 3 gün 3 gece doğumgünü

Geçen cuma sevgilimin doğumgünüydü. 3 gün 3 gece kutladık...
Yani en azından ben öyle yorumlamak istiyorum, zira benim gibi doğumgünü çocuğu değil o. Doğumgünlerini kutlamaz, yaş almayı kutlanacak bir olay olarak görmez.

Ve hatta ilk defa bu yıl "hayat çok kısa" sözü düşmüyor dilinden. Çevredeki herkes gibi yaşlanmak değil onun derdi. Ya da 10 yıl öncesi gibi pürüzsüz bir cilde sahip olmak değil, dış görünüm değil... Zaten, öyle bir devirde yaşıyoruz ki herkes kendisini çıtır hissediyor değil mi? Zaten kimse yaşını göstermiyor. Bak şimdi en yakınında duran arkadaşına sor kim bilir kaç kişi ona yaşından ne kadar küçük gösterdiğini söylemiştir. Siz, siz zaten asla yaşınızı göstermiyorsunuz, ona ne şüphe! Herkes böyle traji-komik haller içinde. Yok efendim şimdinin 40'ları eskinin 30'larıymış. 60'lar şimdinin 40'larıymış... Yani 50 yaşına geldiğimizde tam olarak kaç yaşında olacağız acaba diye bir soru geliyor şimdi aklıma.
Şu yaş muhabbetlerine hiçbir zaman prim vermedim. Kanımca, "çok iyi görünüyorsun" ya da "güzel bir kadınsın/adamsın" bence fazla fazla yeterlidir ve hatta en güzel iltifat budur ! Neyse...
Sevgilimin yaşla hesaplaşması böyle birşey değil. O, oyun gün geçtikçe bitiyor diye üzülüyor...
20'li yaşlarda hatta 30'lu yaşların başında sonsuzmuş gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen zaman, gün geliyor bazı şeyleri yarıladın diyor sana...
Çok sevdiğimiz bir oyunun ortasında olmak, oyunu o kadar sevip tekrar baştan başlamak, bir parti daha oynamak istemek gibi...
İşte ne var ki, bu oyun tekrar oynayabileceğimiz bir oyun değil.
Bu seferde en iyi performasını gösterdin gösterdin, gösteremediysen haydi hemen şimdi başla.
Hayat gerçekten çok kısa...
O kadar sevdik ki hayat seni, dur daha gitmek istemiyorum, daha çok çok herşeyinden yaşamak istiyorum senin, bitme hemen, öyle çabuk çabuk gelme aylar, yıllar, aceleniz ne?
Ne yavaşlatır zamanı? Ne yapsak anlayamadan geçmez yıllar?
İçini bolca doldurmak bence. Aşkla, sevgiyle, huzurla, eğlenceyle daha da önemlisi kendini yenilemeyle, yeni şeyler öğrenme, yeni şeyler deneyimlemeyle doldurmak zamanı.
Okul yıllarınızı düşünün. 1 yıl ne kadar da uzun gelirdi insana de mi wow! 1 yılda neler neler olurdu, ne çok şey değişirdi? O zamanlar daha yavaş ilerlerdi zaman. Biz içine çok şey koyabildiğimiz, çok şey öğrendiğimiz ve birbirinden farklı deneyimlerle büyüdüğümüz için...
Bence tarif bugün de aynı.

3 gün 3 gece doğumgünü

Sevgilimin doğumgünü. Özel birşey yapmayalım derken 3 gün 3 gece kutluyoruz. Öyle denk geliyor.

2 Aralık'ta ailece havuza giriyoruz önce. Birileri dünyanın bir yerlerinde soğuktan titrerken, biz aralık ayında açık havuzda yüzüyoruz. Şükrediyoruz.
Sonra, en sevdiğim siyah elbisemi giyiyorum. 
Çünkü bir kadını güzel yapan üç şey neydi? Siyah bir elbise, kırmızı bir ruj ve onu seven bir erkek...
Cuma akşamı şehrin animasyonlu semtlerinden Duxton Hill'e gidiyoruz. Evimize yürüme mesafesinde böyle renkli bir semtin olması harika.
Yemeğimizi L'ENTRECOTE ta yiyoruz, en sevdigim restaurantlardan biri. Paris'te de var.
Bir kere kırmızı etleri şahane. Yanındaki mantar sosun tarifini asla vermiyorlar, müthiş güzel. Bu aralar Avustralya şaraplarına merak sardım. Yine harikaydı. Yine çok beğendim.

Cumartesi günü, bizimle tam aynı zamanda Singapur'a expat olmuş Fransız bir çift arkadaşımızın oturdukları condoya davetliyiz. Komşu festivali varmış. Çocuklar için havuzda animasyon, her birinin elinde su tabancası, kenarda barbekü, pişen etlerin mis gibi kokusu, böyle cıvıl cıvıl bir gün. Biz de şampanyamızı alıp gidiyoruz. Madem festival varmış, bir de yanında eşantiyon doğumgünü..



Tanjong Beach Club - Sentosa

Demek bir aralık günü evimizden çıkıp bir beach club e bruncha gitmek te vardı pakette...

Brunch için bir Çinli, bir Türk, iki buçuk Fransız bir pazar günu Singapur'da Sentosa Adası'nda buluşuyoruz.
Tanjong Beach Club'e adım atar atmaz da unutuyoruz nerede olduğumuzu. Bodrum'dayız sanki.
Tam bir tatil beldesi burası. Arabadan iner inmez ayağımın dibine top düşüyor. Beach volley oynayan kızların topu. En aşağı 6-7 tane beach volley alanı var. Harikulade.
Kumsalın üzerinde de güneşlenen, denizle havuz arasında kararsız kalan insanlar...
Ortam harika. Brunch ları fena değil. Ama çok yüksek not veremeyeceğim.
Zaten rehberimde buraya akşamüstü koktail içmeye gelin diyor. Güzel müzik dinleyip yalınayak gezmeye. Bir de beach volley oynamaya...




Akşamüstüne kadar süren uzun brunch'tan sonra Sentosa adasındaki akvaryumu gezmeye gidiyoruz.

Doğrusunu söylemek gerekirse akvaryum gezmeyi sevmiyorum. Barcelona, La Rochelle, Nassau ve özellikle Valencia'daki o devasa akvaryumdan sonra artık göreceğim yeni birşeyin kalmadığını düşünüyorum. Ama sevgilim ısrarla beni denizler altında yirmi bin fersah aşındırıp balıkların sessiz gizemli ortamına sokuyor.

3 gün 3 gece doğumgünü kutladığımızdan doğumgünü çocuğunu kırmıyoruz.