Schönbrunn Sarayı'ndan farklı olarak burası eski hanedan yaşantısını sergilemek için kullanılmıyor. Burası artık bir resim müzesi. Özellikle yağlı boya tablo müzesi.
Alt Belvedere ve Üst Belvedere diye ikiye ayrılıyor.
Alt Belvedere, gören kimse tarafından tavsiye edilmediğinden bu son günümüzde zaman çok kıymetli olduğundan tavsiyelere uyuyoruz.
Artemis'in Viyana'da çıkması gibi çok enteresan bir tablo daha Viyana'dan çıktı. Herkes bilmez belki ama bütün Fransızlar bilir.
Jacques Louis David'in çok önemli bir tablosu vardır, Napolyon'un at üstünde şaha kalkmış bir tablosudur bu. Tüm Fransızlar'ın ve Fransız kültürünü yakından tanıyanların zihnine kazınmış bir tablodur. Bu tabloyu, Viyana'da Belvedere Sarayı'nda görünce inanılmaz şaşırdık.
Hey gidi Avusturyalılar hey, para basıyorlar tabi, bastırıp almışlar işte güzelim tabloyu.
Yasak olduğundan resmini çekemedik. İnternetten bulduğum bir resmini koyuyorum tablonun.
Aaaa evet böyle birşey var Belvedere Sarayı'nda.
İçeride resmen resim çekenleri iş üstünde yakalayıp derhal fotoğrafları silmekle mükellef, zabıta memuru gibi dolanan görevliler var. Nefes aldırmıyorlar, vızır vızır dolanıyorlar. Çok sertler.
Hafiye gibi ortalıkta geziyorlar.
Böyle yasaklı işler beni hep cezbettiğinden, böyle inanılmaz fırtınalı ve suları kabarmış bir denizin kayalara yakın kısmında devrilmeden ilerlemeye çalışan bir kayığın resmine bayılarak dakikalarca bakarken bu hafiyelerin bu odaya giriş çıkış zamanlarını ve sıklığını hesaplamaya çalışıyorum.
Kaşla göz arasında cep telefonumu çıkartıp resmi çekiyorum.
Çekmemle arkamda görevlinin bitmesi bir oluyor. Fırçayı yiyorum ama nafile, resim artık bende...
Hele hele Belvedere Sarayı'nın markası haline gelmiş Gustav KLIMT'in o dünyaca ünlü LOVERS- The Kiss isimli tablosunun önünde hiç ayrılmadan duran, tüm mesaisini bu tablo önünde yapan ve hatta bu tablonun fotosunu asla kimse çekmesin diye görevlendirilmiş birisi var, ve mütemadiyen burada duruyor.
Belvedere Sarayı'ndan çıktıktan sonra Kelebek müzesine girdik. İçeride birbirinden farklı renklerde ve boyutlarda kelebekler var. Görülmese de olur yerlerden bence, çok enteresan değil.
Ya da sevgilimin dediği gibi çiçek böcek kadınlarından olmadığım için böyle düşünüyorum.
(Lafı gelmişken, doğumgünümde nefis bir saksı Orkide hediyesi aldım. En az suyla yaşayabilen çiçeklerden biri olan Orkide bile ilgisizliğime dayanamayacak galiba..)
Buradan sonra RATHAUS yani belediye binasını geziyoruz. Belediye binaları bile bir zengin bir zengin. Hakikatten insanın hayranlığını uyandıran bir şehir Viyana. Bayıldım.
Şimdi size anlatamayacağım birşey anlatmaya çalışacağım. Zira sevgilim bloğunda bundan bahsetmezsen çok kırılırım dedi resmen.
Biz bu belediye binasından çıktık yürüyoruz, bir de ne görelim, yok bir de ne görsün, ben nerede görücem öyle birşey... Bir hackerspace...
Yıllardır ben Berlin'deki Pergamon Müzesi'ni, 2. Dünya Savaşı müzelerini, Nefertiti'nin kafasını hayal ederken, o da Berlin Chaos Computer Club diye sayıklıyor. Aha işte onun bir benzeri Viyana'da karşısına çıkıyor. Homeless vari bir saç baş ve giyim kuşam içindeki birbirinden değişik görünümlü gençlerin, birbirinden abuk aletler ve mekanizmalar yapıp net üzerinden dünyaya sattıkları bir club burası.
Hemen içeriye dalıyoruz.
Ayyy benim ne işim var burada... Yani içeri girdiğimde sevgilimin gözlerindeki parıltı, sorduğu sorular ve aldığı cevaplar... Anlar dinler gibi yapsam da konuya o kadar Fransızım ki...
Şu aşağıdaki parlayan şeyi, ki bu dandik şeyi 100 euroya satıyorlar, bu ne işe yarıyor ki, yani böyle birşeyi neden oluşturdunuz, gibi bir soru sorma gafletinde bulundum. Cevabı da "we did it, because we can..." oldu. İşte aynen beklediğim cevap. Yani son derece abuk subuk ve anlamsız aletleri sadece onları tasarlayabildikleri için yapan insanlar..
Valla konu beni aşar. Sevgilim mest olmuş halde. Hatta galiba bu abuk şeyi satın alacak. Yok artık !
Yaz dedin yazdım işte sevgilim....
Viyana gezimizin sonunda size bir önerim olacak.
Viyana'da Graben civarında kalın ama asla orada yemek yemeyin. Resmen gözünüzün içine baka baka kazıklıyorlar. 2 tabak Avusturya usulü Schintzel ve 2 kadeh şarap söyledik. 176 Euro hesap geldi.
Hayır, Budapeşte'de meşhur New York Cafe'de, 2 kişi şarap, şampanya, starter, ana yemek ve tatlı tam tekmil akşam yemeğine 100 euro ödedikten sonra şu iki tabak yemeğe 176 euro verince insan kendisini aptal yerine konmuş hissediyor.
Neymiş? Sofraya koydukları her ama her şey paralı ve de ucuz değil.
Ekmek sepeti ve zeytinyağı geldi en önce. Benim bidiğim sen sipariş etmediğin halde masaya konan herşey ikramdır. Masada su şişesi vardı. Bize sormadan su servisi yaptı garson.
Efendime söyliyim, ekmek, zeytinyağı, su... hepsine 5'er euro yazıyorlar.
Daha da, biz sizi kazıklamak istiyoruz diye bağıran, Cover Charge.
Cover charge olayını hiç duymamıştım. Sadece restaurantta oturma ve servis açma parası.
Ve bence en kurnazca olanı, bunlar menüde asla bakmayı akıl edemeyeceğiniz bir yerde ve yazılabilecek en küçük harflerle yazıyor.
Yani siz siz olun Graben'de yemek yemeyin. Cover charge'a dikkat.
Dogumgunu pastasi gibi Viyana
Viyana her türlü zenginliği, asaleti, sokakların sinmiş tarihi, kültürü, ve sanatıyla Mine'nin dediği gibi doğumgünü pastası gibi bir şehir. Hem süslü püslü, hem sürprizli..
Baksanıza, nerede olduğunu bilmediğimiz dünyaca ünlü eserler, heykeller Viyana'dan çıktı.
Bütün dinazorlar, balinalar, zırhlar, her binası ince ince zevkle dekore edilmiş yollar, sokaklar...
Ve bir hayli yaşlı bir şehir Viyana.
Kaldığımız Kaiserin Elisabeth otelinde bile en genç bizdik ve genelde yaş ortalaması 60 üstüydü otelde.
Kaiserin Elisabeth tabi ki o meşhur SİSİ...
Seyahatnamemi bir sonraki durağa kadar kapatıyorum...
Ve bir sonraki durak çok uzak değil...
Doğumgünü pastası gibi sürprizlerle dolu Viyana
Fabergé yumurtaları bir bit pazarından çıkarsa...
Sahiden ya, Artemis nerde?
Saray hayatını reddeden sıradışı kraliçe Sisi ve muhteşem Schönbrunn Sarayı
Viyana'da şeytanla sarmaş dolaş: FAUST
Bu ne zenginlik böyle! : VİYANA
üşenmeden baştan sona kadar okudum, fotoğraflar ve makale çok başarılı :) emeğinize sağlık adminim
YanıtlaSil