1 Aralık 2013 Pazar

Benim Dünyam

Hayatini "imkansiz" kelimesini tanimadan kurabilen insanlara hayranlık duyulmaz da ne yapılır?

Ekim başında bir dergi geçti elime. 1900'lu yılların başında yaşamış, kör, sağır ve dilsiz Helen KELLER'in inanılmaz hayatını anlatıyordu.
475 konuşma ve denemeden oluşan bir arşivi, inanç, körlük, doğum kontrol yöntemi, atom enerjisi, Avrupa'da yükselen faşizm, 1. dünya savaşı üzerine 50 dile çevrilen yazıları ve kitapları bulunmaktaymış Helen Keller'in.

Hayat bazen bize birşeyler söylemeye çalışıyor sanki...
Tam Keller'in hayatıyla ilgilendiğim bu zamanlarda "Benim Dünyam" filminin vizyona gireceğini öğreniyorum. Bu film de, Helen KELLER'in hayatından esinlenilmis Hint yapımı Sanjay Leela Bhansali'nin "Black" filminin Türkçe uyarlamasıymış.


BENİM DÜNYAM (Uğur Yücel – Beren Saat)

« Yeniden çevrim » daha yerinde bir tanim olurdu. Zira film, « Black » filminin detaylara varıncaya kadar tam bir kopyasi. Kara gözlükler, Ela'nin saç modeli, kıyafetleri, hatta ayakları çanak gibi ayrik yürüyüşü bile aynı. Oyunculuk bile fazla yorumlanmamış. Uğur Yücel genel olarak iyi. Beren Saat ise, körü oynarken yüzüne yapıştirdığı eblek ifade ile daktilo yazarken fazla hüşu içinde üst bedenini çok oynatmasi dışında o da iyi. Ama Ela'nin çocukluğunu oynayan Melis Mutluç bence filmin en iyi oyuncusu. Filmin içine bizi sokan, Ela rolüne can veren, kör-sağır-dilsiz olarak bu dünyada yer edinme çabasına bizi ilk ortak eden o.

Film gayet te ağlatmayı hedefliyor. Ama bence siz oradaki başarı hikayesine odaklanın.

Ela kör, sağır ve dilsiz ama zihinsel engelli değil.
Yalnızlığından, karanlığından ve vahşiliğinden kurtulup herkes gibi yaşamaya, kafasının içindekileri, bir yolunu bulup dışarı çıkartmaya çalışan bir kiz çocuğu.

Karanlıkta ne kadar yaşayabilirsiniz?

"Karanlikta ne kadar yaşayabilirsiniz? Birkaç dakika? Birkaç saat? Birkaç gün? Ben tam 40 yıl yaşadım." diyor Ela...

Eskiden elektrikler kesilirdi hatırlar mısınız? Bir süre de gelmezdi. Nasıl panik olurduk... Ne yapacağımızı şaşırırdık, hayat dururdu o an, göremiyorsak yaşamıyoruz demekti. Hemen gaz lambasini arardik, bir mum yakmaya çalışırdık.
llaki gorecegiz... Görmeden olmaz. Görmemeye tahammülümüz bu kadar zayıf. Ama duymamak öyle mi? Birşey dinlemeden ve konuşmadan saatler geçirebiliriz. Duymamak ve konuşmamak, görmemekten daha tahammül edilebilir geldi bana.

Görmesek mi? Duymasak mı?

Bir gün öylece konuyu attim ortaya bir arkadas ortaminda. Her kafadan güzel sesler çikti. Benim, "görme"ye geçtigim iltimasi sarsan bir düşünceyle karşılaştım. Bir arkadaşım dedi ki: "Bence görmeyenler, duymayan ve konuşamayanlara nazaran daha rahat iletişim kurarlar. Duymayanlar sessizliği ve yalnızlığı daha fazla hissederler. İletişim kuramazsan sevgiyi hissedemezsin. Ve sevgi herşeydir."
Sevgi herseydir evet, ama dokunarak ta hissedilir, hiç konuşmadan da...

"İmkansiz" Ela'nın tanimadığı bir kelime...

Filmin en can alıcı mesaji. Ela oyle seyler başarıyor ve bir "birey" oluyor ki; "imkansiz" diye birşeyin olmadığını, olayın kafadaki kararlılık olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

"Hayatta insanın karşısına gerçekten iyilik yapma fırsatı çok fazla geçmiyor. Bu firsatı sakın kaçırma..."

Ne kadar yerinde bir tespit !
Filmde duyduğum vurucu cumlelerden biri bu. Bayildim...
Etliye sutluye bulasmadan, suya sabuna dokunmadan, elimizi tasin altina koymadan o kadar çok insan iliskisiyle dolu ki hayatlarimiz, birisinin hayati  için hatiri sayilir bir sey yapabilme, fark yaratabilme, artı değer olabilme firsatı çok nadir geçiyor elimize. Ki... O firsat bir inci. Fark edebilene...

Ve filmde beni yakalayan bir cümleyle daha yazımı bitiriyorum:

Hayat dondurma gibidir. Erimeden yemek lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder