"Neyi bekliyorsun?" diye sormuşlar.
"Ruhumu" demiş.
"Çünkü ruh arkadan gelir..."
Türkiye'ye gittim, alışageldik ve gelmedik nice farklı şey yaşadım, döndüm.
Ruhum daha dönmedi...
İzmir'e her geldiğimde, bir zaman makinesinin içinde, geçmişten geleceğe, şimdiki zamanın barındırdığı çoklu şıkların birinden diğerine, ve işin tuhafı bunların hepsine aynı anda yolculuk yaptığımı hissederim.
Yaşandığı sırada hiçbir önemi olmayan, ama sonra, bir şekilde hayatımı belirlediğini ancak şimdi anladığım sıradan sayısız anlar bir bir gözümün önünden geçer. İzmir'de...
Ve çocukluğum...
Bize o zamanlar, bir gün hatırlamaya çalıştığımızda ne kadar uzakta olacağını, onu çabucak yitireceğimizi ve yerine onun kadar saf, onun kadar güzel, onun kadar mutlu, onun kadar güven dolu hiçbir şey koyamayacağımızı söylemediler ki...
Söyleselerdi o eşsiz ve kıymetli çocukluk anlarını sindire sindire yaşamak yerine, böyle bir an önce büyüme çabası içine girer miydik hiç?
Bir kitap okudum. Bir yerinde şöyle diyordu:
"Gökyüzü gibi birşey bu çocukluk. Hiçbir yere gitmiyor."
Sahiden de hiçbir yere gitmiyor çocukluk...
Elimizden tutmuş gibi her yere bizimle geliyor...
Vücuduma bakıyorum. Vücudumdaki izler çocukluğumun şahidi, aynası...
Çocukluğumdan kalan yara bere izlerinin hepsini çok seviyorum.
Şu, hem de doğumgünümde, kırık camların üstüne, kafa üstü bodozlama düştüğüm ve acilen hastaneye dikiş atılmaya götürüldüğüm gün. Hâlâ oradan saç çıkmaz...
Şu, havuzda kaygan zeminde koşturup dururken ayağım kayıp düştüğüm, çenemi yarıp, ama kırmaktan kıl payı dönüp yine acilen dikişe götürüldüğüm gün...
Şu bisiklete binmeyi öğrenirken hızımı alamayıp düştüğüm, dizimi parçalayıp acilen dikişe götürüldüğüm gün...
Bence bir insanın çocukluğunu yansıtan, bizzat kendisi bu eşsiz anların ayrılmaz bir parçası olan sadece bir kişi vardır:
Kardeşi...
İnsanın belleği ancak 4 yaşından itibaren yaşananları kaydetmeye başlarmış.
Kendi hayatıma dair hatırladığım ilk şey her akşam anaokulundan dönerken babama sorduğum soru:
"Kardeşim büyüdü mü? Ne zaman büyücek? Ne zaman benimle oynayabilecek?"
Ben şahidim; ilk adımına, ilk çekildiğin fotoğrafa, ilk oyuncağına, ilk el yazına...
Şahidim
Dalgalardan korkup denize giremeyişine, her hastalığının hemen sonrasında 1 kilo baklava yiyişine, Kunta Kinte lakabına, 23 sayısına, sırtımda kırdığın sopaya...
Şahidim
Yemek yemeyişine, sırf sen yemek yiyesin diye annem, babam, ben sofrada oynamak üzere uydurduğumuz bilumum şehir, bölge, plaka oyunlarına...
Şahidim
Elele tutuşup çocuk oyunlarını izlemek uzere Karşıyaka Devlet Tiyatrosu'na gidişlerimize...
Pelerinli prens oluşuna, çok sonra bir tiyatro oyununda sahne alışına, Notre Dame'ın kamburu müzikalinde ağzından üfleyerek çikardigin atese, kep törenine...
Şahidim
Hafta sonu sabahları "Abla hadi kalk, satranç oynayalım" diye beni uyandırışına...
Bilgisayarı yenebileceğimizi düşündüğümüz, aslında edindiğimiz skorlarla birbirimize karşı yarıştığımız sayısız bilgisayar oyununa...
Şahidim
Kendi kendine "kötü bir alışkanlık" olduğuna karar verip, bir gün bütün meşelerini balkondan karşıdaki tarlaya fırlatışına...
Şahidim
İlkokul 1. sınıfı okumadan atlayarak direk 2'den başlayacak kadar zeki, bilgili, yetenekli oluşuna...
Ve her daim asil, adaletli, düzgün duruşuna...
Şahidim
Dikenli tellere girip her tarafını yardığın gün 2 litreye yakın kan kaybedişine, bizi endişeden öldürüşüne...
Ölüm demişken; annemim ölümünden, babamın ölümünden dönüşümüze, kendimizi bir an yapayalnız hissedip birbirimizin varlığından aldığımız güce, ne olursa olsun kardeşim var deyip birbirimize kayıtsız şartsız güvenişimize şahidim...
Şahidim
"It's the final countdown" ı tekrar tekrar başa sarıp kendi kendine dans edişine...
Örümcek Adam, Kızıl Maske, bütün çizgi romanların yeni sayısının çıktığı gün peşine düşüşüne...
Sinema kültürü dünyada bile henüz yaygın değilken öngörüne, gerçek bir sinema seyircisi olup her filme gitmek istemene. Vizyonuna...
Şahidim
Bitmez, tükenmez, anlaşılmaz, ifade edilemez, o derya deniz tutkulu basketbol aşkına...
Sabahın 4'ünde kalkıp izlediğin NBA maçlarına...
Ah o basketbol aşkı yok mu ahhh... Elim gitmiyor bak yazamıyorum bile, ağlıyorum...
Sohbetlerimize, yüreğimi dağlayan sözlerine, bir dönemin hayatımızı mühürleyişine...
Gülüşünün rengini, kahkahanın tadını herkes bilir de; gözyaşlarının melodisine ben şahidim...
Gün geldi, ben başka bir şeye şahit oldum.
Her halini bildiğiniz bir insanın büyüdüğünü görmek meğer ne kadar zormuş...
Birbirimizin her halini gördük, her haline şahit olduk, beraber büyümek bu mu?
Buymuş...
Kılına dokunanın başına dünyayı yıkabileceğim benim bebek kardeşim evlenmiş te dünya evine girmiş...
Muazzam düşünce zincirine, konuşma akışına, spontane deyişlerine, fikirlerine, kendine has yaklaşımlarına şahidim...
Nikah şahidin olmamı istediğin için teşekkür ederim.
Çünkü sen de benim hayatımın gerçek şahidisin...
Bir tane kardeş...
Yorum yazdim ama sanirim gonderemeden ben uctu gitti :)
YanıtlaSilDiyordum ki; kardes gibisi yok. Birbirinizin daha nice guzel yillarina sahitlik edin.
Kirmizilar icinde cok guzelsin.
Sevgiler
Deniz
Deniz'cim güzel sözlerin için teşekkür ederim... Kardeş gibisi yok sahiden de. Bu şahitlik meselesi bir ömür boyu...
YanıtlaSilTüm aile imrenilecek kadar mutlu görünüyorsunuz... güzel çiftimize ömür boyu mutluluklar dilerim... Hayat boyu huzur, mutlukluk ve anlayış sizinle olsun.... sevgiler
YanıtlaSilYorumum nereye gitti bilmiyorum... Seytan aldi goturdu satamadan getirdi... Tum kardeslere ve mutlu bir yastikta kocanasi evliliklere...
YanıtlaSilTatlım benim:) İnanç ve sen herzaman süper iki kardeşsiniz. Senin için İnanç'ın ne kadar kıymetli olduğunu iyi bilirim. Çok tebrik ederim.... musmutlu bir ömürleri olsun... seni de kocaman öperim:))
YanıtlaSilElif'çimmm, canim arkadasim. Evet en iyi bilenlerden biri sensin. Eski dostlar gibisi yok:) Biz siramizi savdik. Simdi çocukluk hikayelerini senin bebeklerin yaziyorlar...:)
Sil