11 Temmuz 2015 Cumartesi

Nefes ve Uyku

Hava çok sıcak bu aralar Paris'te. Kepenkleri kapattık, evde yokuz sanki.
Hayatta da bazen böyle yapmalı aslında, kepenkleri kapatıvermeli dünyaya, evde yokum demeli. Gelme geleceksen de, kapattım kapılarımı bak evde yokum.
Bizim öyle bir oyunumuz var sevgilimle. Böyle, konuşmak, önemli, önemsiz herhangi bir soruya cevap vermek, sosyal olmak istemediğimiz zamanlarda "evde yokum" diyoruz.
Evde yokum işte, dünyaya tekrar bağlanmak istediğimde geri gelir ben çalarım kapını.

Çok sıcak ya, daha az uyuyorum bu aralar. Bu sabah 6.30 da uyandım, tekrar uyuyamadım kalktım.
Yürüdüm sokaklarda, nefes aldım. Nefes deyip geçmemek lazım, sahiden önemli mesele.
Ciğerlerimize kadar burnumuzdan çektiğimiz, çok yavaş geri bıraktığımız bütün beyin dalgalarımızı düşüren, bizi sakinleştiren o şifa misali nefes... Çok önemli.

"Bir insanın nefesi genişledikçe, kendi gerçekliği de genişler." diyordu okuduğum bir kitap. (Tanrılar Okulu, Stefano D'Anna)

Daha az uyuyorum bu aralar.
Aynı kitap; "Uyku dünyanın bize saldırması için izin vermektir. Bir başkasının seni uyurken görmesine izin vermemelisin." diyordu. Düşündüm de doğruluk payı yok değil.
Kimse beni telefonla aradığında veya kapıma geldiğinde uyuyor olmayı tercih etmiyorum.
Uyurken hayatta değilsin. İnsanlar beni yaşarken, hayata çoktan karışmışken görsün seviyorum. Uyurken değil.

Herkeslerden önce güne başlamak değişik bir güç veriyor insana. Erken kalkan yol alır misali de değil, uykuya düşkün olmamakta daha değişik bir şehvet var bana göre.

Hayata karşı açgözlü olmak, her yerini tatmak, hayattan daha fazla faydalanmak arzusu var, aktif, enerjik, dinamik olmak, herkesin zaafı uykuyu bertaraf edip insanların seni işlerken görmesine müsaade etmek var.

MUSTANG / Deniz Gamze Ergüven

Fransız bir arkadaşımla sinemaya gittim geçen hafta. Deniz Ergüven'in Cannes Film Festivali'nde sergilenen Mustang filmi Paris'te sinemalarda.
Geçen sene hemen hemen aynı vakitlerde Kış Uykusu'su izlemiştik.
Her sene iyi bir Türk filmi mi vaat ediliyor acaba? Umarım öyledir.
Mustang'e gelince...
Aslında konusu çok hafif işlenmiş, bana kalırsa konu bile yok doğru düzgün.
Başı yok, sonu yok filmler olur ya hani, kült filmlerde çok görülür, onun gibi...
Güya sonu var ama çok hafif. İnsanda birşeyleri harekete geçiren ne filmin konusu ne de sonu...
O 5 kız kardeşin muhteşem performansı, aralarındaki ilişki, bağlılıkları, diyalogları, o upuzun saçları, küçük yaşlarına rağmen sensüaliteleri, küçük yerde genç kız olmanın zorlukları...
Hele hele en küçük kız kardeşi oynayan Güneş Nezihe Şensoy muhteşem, bir içim su...
Filmi beğendim. Fransız arkadaşım bayıldı. Gerçi bayılırlar böyle "exotic" filmlere.
Meyda Yeğenoğlu Hocam ne güzel açıklamıştı exotiği okulda bize.
Özellikle yurt dışında yaşıyorsanız ve sinemalara gelmişse Mustang'e gitmeli elbette, ama yine de beklentinizi yüksek tutmayın derim ben.



MARCO POLO : Yeni Oyun

Geçen cuma akşamınun oyunu Marco Polo'ydu.
Ben yine her zamanki gibi oyunu anca yarısında anlayıp, oyunu bize anlatan Laune'un arkasından ikinci bitirdim. Oyun boyunca çok gerilerde olup birden atağa kalkıyorum. Klasik ben.

Şimdi bu oyunun tasarımcıları için şöyle birşey söylemeliyim; oyununuz yaratıcılıktan çok uzak.

Bir kere Marco Polo'nun keşifleriyle alakası yok. Aventures des Rails ile L'age de Pierre yani Tren yolu maceraları ve Taş Devri adlı oyunların parametrelerinin karışımından oluşan kesinlikle yeni birşey söylemeyen bir oyun.
Bir daha oynayacağımı sanmıyorum.


Bir de Wimbledon'u takip ediyorum bu aralar.
Geçen seneki Roland Garros'tan beri gözüme kestirdiğim bir İspanyol oyuncu var: Garbine Muguzura. Daha 21 yaşında, bu profesyonel hayatındaki 3. senesi ve Wimbledon'da final oynadı bugün hem de monster Serena Williams'a karşı. Williams karşısına genelde kafada kaybetmiş çıkıyor diğer oyuncular. Bu kız öyle değildi, her puanda çok zevk verdi. Kendisinin artık yakın hayranıyım. Kime karşı oynarsa oynasın Muguzura taraftarıyım ben.

Bu arada Richad Gasquet'nin de Wimbledon'daki yarı finale kalan performansını kutluyorum. Djokovic'ı deviren son Roland Garros şampiyonu Wawrinka'ya karşı oynadığı çeyrek finali nefeslerimizi tutarak izledik. Harika maç oldu. Bir de kim diyor Federer yaşlandı artık tenisi bırakır diye. Adam dün Andy Murray'i ezdi geçti. Hala Grand Slam'lerde final oynuyorsa bir oyuncu daha emekliliğine çok var demektir.

Şimdilik benden bu kadar.
Biraz vaktim vardı. Selam sabahı kesmeyelim dedim...