Dünya turu yaptığımızda da gelmiştik bu taraflara gerçi ama, onların dönüş bileti vardı.
Bu seferki "one way ticket"...
Türk Havayolları'yla on numara bir yolculuk
THY'nin Singapur'a İstanbul'dan her gün gece saat 02.10'ta uçağı kalkıyor. Ben her gün sefer olmasına bile şaşırırken uçağın dolu olabileceğini hiç düşünemezdim. Uçak Singapur'lu doluydu, sıradan bir kasım ayının bir peşembe gecesi...
Gidişime birkaç gün kala gözümde büyüyen yol, Türk Havayolları'nın on numara ilgi, alaka, yardım ve hizmet kalitesi sayesinde inanılmaz güzel bir yolculuğa dönüştu. Hostes kızlar birbirinden güleryüzlü, kibar ve özenli. Bizlere, bizi sanki evlerinde ağırlıyorlarmış gibi muamele yapıyorlar. Bayıldım. Servis, ikram, azıcık uyku, güzel bir film derken bir de bakmışım Singapur'dayım...
Singapur Changi Havaalanı okuduklarıma göre çok afilli, atraksiyonlu bir havalimanıymış ancak bunları giden yolcu bölümünde görebiliyormuşuz.
Bavulumuzu kapıp taxiye atladığımız gibi evimize varıyoruz.
Singapur'a dair ilk izlenimler
Ağustos ayından beri Singapur'a dair bir sürü şey okuyorum. Bütün okuduklarımın sonucunda hep aynı hissi duyuyorum, Singapur sanki dünya dışında bir yermiş gibi geliyor bana. Ülke değil de gezegen gibi. Bildiğim tüm ezberleri bozacak bir yer gibi...
Gelmeden evvel bir arkadaşımın babasıyla karşılaştığımda bana "Eee Dilara Çin'e gidiyormuşsun." diyor. Yani... neredeyse öyle. Çin'i arkana al, dümdüz yürü hemen sağda Singapur'u görceksin gibi bir tablo oluşuyor zihnimde. Ayrıca itiraf etmeliyim ki; Singapur'un dünya üzerindeki yerini ancak buraya gelme planları yaptığımız zaman öğrendim ben de.
Toplumun %60'ı Çin, %30'u Hintli gerisi de Malay. Expatların sayısı da hafife alınacak gibi değil tabi.
Singapurlular 1965'e kadar Malezyalılar'ın egemenliğinde yaşamışlar. O zamana kadar buraları mandalina bahçesiymiş, diyemesem de komple yağmur ormanıymış. Zaten o zamanlar burada çok az kişi yaşıyormuş ve onlar da balıkçılık yapıyormuş. Ama Malezya'dan ayrılıp kendi bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde prangalarını parçalayıp bir mucize gerçekleştirmişler ve bugün herkesin bidiği gibi inanılmaz zengin bir ülke ve her yerde devasa gökdelenler var.
İklim
Eveeet iklim ve hava sıcaklığı herkesin merak ettiği, tam anlayamadığı, ne denli çekilir/çekilmez olduğunu kestiremediği birinci konu.
Malum, tropikal iklimden dolayı burası yılın her günü ve günün her saati sıcak ve nemli. Yani 12 Ağustos öğlen 14'te de hava neyse, 22 Aralık gece saat 03.10'da da, 28 Nisan akşamüzeri 17'de de aynı...
Meteroloji Singapur'da pek popüler bir bilim dalı olmasa gerek.
Şimdi hava sıcak mı, evet ben geldiğimden beri 28-30 derece ama beni baymadı nedense. Öyle abartılacak, yaşanması zor falan değilmiş kesinlikle. İzmir'in tam yazı bundan daha fazla rahatsız edici, hem sıcaklık hem nem oranı olarak bence. Terlenmiyor demiyorum, elbette terleniyor ama hafif rüzgar da esiyor arada ferahlatıyor. Ayrıca gökyüzü genelde bulutlarla kaplı her an yağmur yağabilir zaten burda kimse şemsiyesiz dışarı çıkmıyor. Yani güneş tepenizde apaçık agresif bir şekilde bedeninizi delmeye çalışmıyor. Şu 1 haftalık şahsi fikrim gayet alışılabilir, yaşanılabilir bir sıcaklık ve nem olduğudur.
Müthiş yeşil bir ülke... Böyle bir yeşillik görmedim. Her taraf ama her taraf ağaç, bitki, ağaçlar devasa. Bu ağaçlar nasıl bu kadar kocaman olmuş, nasıl bu kadar büyümüş, bu nasıl bir şehir bölge planlamacılığıdır böyle diye düşünmeyin, zira bu insanoğlunun yapabileceği birşey değil. Bu tropikal iklim, aynı kalan sıcaklık ve yağmurun işi. Şehir yağmur ormanlarının ortasına kurulmuş. Şehrdeki tüm cadde, bina, gökdelenlerin araları bu ağaçlarla dolu. Bazı yerler var ağaçlar öyle dallanmış budaklanmış her yerinden yeşillik fışkırıyor ki, içeriye adım atamazsınız.
Ülkenin birçok anadili var. Ama temel olarak İngilizce ve Çince. Ancak şu 1 haftalık tecrübemle has Singapurlular'ın İngilizcesini anlamakta zorlanıyorum. Anladım ki o zaten Slinglish imiş. Yani Çince İngilizce karışımı birşey. Öyle yaygınmış ki Slinglish sözlükler bile varmış. Hadi bakalım...
Hawkers
Singapour'da dışarıda yemek yemek bazen evde kendin yapmaktan daha ucuz. Hawkers denilen food courtlar var. Envai çeşit yemek var önünüzde ve siz porsiyonunuzu kafanıza göre seçip kasada 3-5 SGD ödüyorsunuz (1 Euro = 1.5 SGD) Biz de ilk hafta bu hawkerslarda yedik, çok ta lezzetliydi. Ama yine de ben evde hafif yemeklerimi yapmaya, büyük salatalarımı hazırlamaya devam edeceğim.
Bulaşık makinam yok.
Paris'ten giderken canım, emektar, çok ta şıkır şıkır çalışan bulaşık makinamızı satmak zorunda kaldık. Valla arkasından bir ağlamadığım kaldı verirken. Çok ta ucuza gitti garibim. Zira buradaki evlerde bulaşık makinası kullanımı yaygın değil. Hatta bulaşık makinası için teşkilat bile kurulmamış, giriş yeri yok. İki nedeni var. Birincisi iklim çok sıcak olduğu için bakteriler çok çabuk ürüyebiliyor ve zaten mutfakta yağlı bir tabak bıraktığınız anda 1 saat içinde karıncalar sarıyor(muş). Bulaşık makinasının da bir iki tabak için çalıştırılmayacağını düşünürsek hepten olayı iptal ederek çözüm bulmuşlar. İkincisi de eve yatılı maid yani hepler almak burada çok normal, hatta luxe bile değil. Evde yatılı bir çalışanın olunca bulaşık ta dert değil tabi.
Evlerde bu maidler için özel bir oda var. Mutfağın içinden geçilen minik bir bölüm daha var evimizde. Miniskül bir oda, mutfakla bu odayı birbirine bağlayan miniskül bir koridor ve bu koridorda da onun miniskül banyo ve tuvaleti. Yani aslında senin yaşam alanına hiç girmiyor. Şu anda böyle bir yatılı çalışan alma niyetimiz yok. Fikre kapalı değilim. Sadece değişen koşullarla ihtiyaçlarımız büyürse o zaman düşünebiliriz.
Şimdilik eve temizliğe gelen biri ve bulaşık eldivenleri beni paklar.
Singapurlular'ın çocukları sevme biçimi
Singapurlular bu işi çok iyi yapıyor. Ne Fransızlar gibi özel alana girmiycez diye abartıp son derece soğuk ve sevgisiz duruyorlar, ne de Türkler gibi özel alan da neymiş çocuk kamunun malıdır diye düşünüp cıvık cıvık bir sevgi anlayışıyla hiç tanımadığınız birinin çocuğunuzu kucağına alması, öpmesi şeker vermesi gibi insanı sinirlendiren şeyler yapıyorlar. (Bu arada tamamen mutlak yabancılardan bahsediyorum, sokaktan geçen insandan) Singapurlular bir çocuk gördüler mi yaklaşıp "little baby" "so cute" "so beautiful" gibi hoş şeyler söylüyor en içten şekilde gülümsüyorlar. Ama asla dokunmuyorlar. Asla. Avrupalı çocuklar özellikle açık tenli sarışın gibi olanlar çok ilgilerini çekiyor. Geçen gün Gardens By the Bay'de dolaşırken Hintli bir kadının ailesiyle beraber Gaia'yla fotoğraf çektirme isteğine tanık oldum. Ne diyeceğimi bilemedim. Neyse acemiliğime geldi bir ayrıcalık yaptım.
Tanjong Pagar ve Gardens By The Bay
Geçen hafta sonu buradaki ilk hafta sonumuzdu. Tabi biraz jetleg durumumuz vardı ondan ağırdan aldık gezme işini. Tanjong Pagar gibi hareketli, cafelerin barların olduğu merkezlerden birine yakın oturuyoruz. Oraya gittik. Çok keyifliydi.
Pazar günü de Garden By The Bay'e gittik. Burası Central Park gibi bir yer. Her hafta sonu gelse sıkılmaz insan, yapılacak çok şey var. Daha Super Tree'lere çıkmadık. O devasa seralarını gezmedik. Tekrar geleceğiz. Gelmişken Gardens By The Bay'in büyük hawkerı Satay By The Bay de yedik yemeğimizi.
Yemekten sonra da her akşam 19.45 ve 20.45'te gösterilen Garden Rhapsody'i izlemeye gittik. Ağaçların müzikle ve ışık oyunlarıyla dans etmesi. Mükemmeldi. Bu arada Gardens By the Bay'e giriş ve Garden Rhapsody gösterisi ücretsiz, herkese açık. Yalnızca ağaçlara tırmanmak ve seralar ücretli. Bir kere de denk getirebilirsek bunu Super Tree Grove üzerine çıkmışken yukarıdan izlemek istiyorum.
Simdilik hala geceleri ayaktayım, gündüzleri uyuyorum. Bu ayarlarımı düzelttikten sonra daha fazla gezebileceğimi umut ediyorum.
Bir de konuyla alakası yok ama dün akşam yatmadan önce Walking Dead'in son sezonunun ilk bölümünü izledim. Çok hızlı ve sert giriş yapmışlar, o nasıl bir vahşetti öyle, bakmamaya çalışsam da gördüm herşeyi. En son böyle bir vahşet Saw 4 'te görmüştüm ve zaten hemen bırakmıştım izlemeyi. Lakin Walking Dead'i bırakamam. Böyle olunca gece de gözümün önünden gitmedi sahneler, uyuyamadım.
İlk fırsatta buluşmak dileğiyle...
Bu seferki "one way ticket"...
Türk Havayolları'yla on numara bir yolculuk
THY'nin Singapur'a İstanbul'dan her gün gece saat 02.10'ta uçağı kalkıyor. Ben her gün sefer olmasına bile şaşırırken uçağın dolu olabileceğini hiç düşünemezdim. Uçak Singapur'lu doluydu, sıradan bir kasım ayının bir peşembe gecesi...
Gidişime birkaç gün kala gözümde büyüyen yol, Türk Havayolları'nın on numara ilgi, alaka, yardım ve hizmet kalitesi sayesinde inanılmaz güzel bir yolculuğa dönüştu. Hostes kızlar birbirinden güleryüzlü, kibar ve özenli. Bizlere, bizi sanki evlerinde ağırlıyorlarmış gibi muamele yapıyorlar. Bayıldım. Servis, ikram, azıcık uyku, güzel bir film derken bir de bakmışım Singapur'dayım...
Singapur Changi Havaalanı okuduklarıma göre çok afilli, atraksiyonlu bir havalimanıymış ancak bunları giden yolcu bölümünde görebiliyormuşuz.
Bavulumuzu kapıp taxiye atladığımız gibi evimize varıyoruz.
Singapur'a dair ilk izlenimler
Ağustos ayından beri Singapur'a dair bir sürü şey okuyorum. Bütün okuduklarımın sonucunda hep aynı hissi duyuyorum, Singapur sanki dünya dışında bir yermiş gibi geliyor bana. Ülke değil de gezegen gibi. Bildiğim tüm ezberleri bozacak bir yer gibi...
Gelmeden evvel bir arkadaşımın babasıyla karşılaştığımda bana "Eee Dilara Çin'e gidiyormuşsun." diyor. Yani... neredeyse öyle. Çin'i arkana al, dümdüz yürü hemen sağda Singapur'u görceksin gibi bir tablo oluşuyor zihnimde. Ayrıca itiraf etmeliyim ki; Singapur'un dünya üzerindeki yerini ancak buraya gelme planları yaptığımız zaman öğrendim ben de.
Toplumun %60'ı Çin, %30'u Hintli gerisi de Malay. Expatların sayısı da hafife alınacak gibi değil tabi.
Singapurlular 1965'e kadar Malezyalılar'ın egemenliğinde yaşamışlar. O zamana kadar buraları mandalina bahçesiymiş, diyemesem de komple yağmur ormanıymış. Zaten o zamanlar burada çok az kişi yaşıyormuş ve onlar da balıkçılık yapıyormuş. Ama Malezya'dan ayrılıp kendi bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde prangalarını parçalayıp bir mucize gerçekleştirmişler ve bugün herkesin bidiği gibi inanılmaz zengin bir ülke ve her yerde devasa gökdelenler var.
İklim
Eveeet iklim ve hava sıcaklığı herkesin merak ettiği, tam anlayamadığı, ne denli çekilir/çekilmez olduğunu kestiremediği birinci konu.
Malum, tropikal iklimden dolayı burası yılın her günü ve günün her saati sıcak ve nemli. Yani 12 Ağustos öğlen 14'te de hava neyse, 22 Aralık gece saat 03.10'da da, 28 Nisan akşamüzeri 17'de de aynı...
Meteroloji Singapur'da pek popüler bir bilim dalı olmasa gerek.
Şimdi hava sıcak mı, evet ben geldiğimden beri 28-30 derece ama beni baymadı nedense. Öyle abartılacak, yaşanması zor falan değilmiş kesinlikle. İzmir'in tam yazı bundan daha fazla rahatsız edici, hem sıcaklık hem nem oranı olarak bence. Terlenmiyor demiyorum, elbette terleniyor ama hafif rüzgar da esiyor arada ferahlatıyor. Ayrıca gökyüzü genelde bulutlarla kaplı her an yağmur yağabilir zaten burda kimse şemsiyesiz dışarı çıkmıyor. Yani güneş tepenizde apaçık agresif bir şekilde bedeninizi delmeye çalışmıyor. Şu 1 haftalık şahsi fikrim gayet alışılabilir, yaşanılabilir bir sıcaklık ve nem olduğudur.
Müthiş yeşil bir ülke... Böyle bir yeşillik görmedim. Her taraf ama her taraf ağaç, bitki, ağaçlar devasa. Bu ağaçlar nasıl bu kadar kocaman olmuş, nasıl bu kadar büyümüş, bu nasıl bir şehir bölge planlamacılığıdır böyle diye düşünmeyin, zira bu insanoğlunun yapabileceği birşey değil. Bu tropikal iklim, aynı kalan sıcaklık ve yağmurun işi. Şehir yağmur ormanlarının ortasına kurulmuş. Şehrdeki tüm cadde, bina, gökdelenlerin araları bu ağaçlarla dolu. Bazı yerler var ağaçlar öyle dallanmış budaklanmış her yerinden yeşillik fışkırıyor ki, içeriye adım atamazsınız.
Ülkenin birçok anadili var. Ama temel olarak İngilizce ve Çince. Ancak şu 1 haftalık tecrübemle has Singapurlular'ın İngilizcesini anlamakta zorlanıyorum. Anladım ki o zaten Slinglish imiş. Yani Çince İngilizce karışımı birşey. Öyle yaygınmış ki Slinglish sözlükler bile varmış. Hadi bakalım...
Hawkers
Singapour'da dışarıda yemek yemek bazen evde kendin yapmaktan daha ucuz. Hawkers denilen food courtlar var. Envai çeşit yemek var önünüzde ve siz porsiyonunuzu kafanıza göre seçip kasada 3-5 SGD ödüyorsunuz (1 Euro = 1.5 SGD) Biz de ilk hafta bu hawkerslarda yedik, çok ta lezzetliydi. Ama yine de ben evde hafif yemeklerimi yapmaya, büyük salatalarımı hazırlamaya devam edeceğim.
Bulaşık makinam yok.
Paris'ten giderken canım, emektar, çok ta şıkır şıkır çalışan bulaşık makinamızı satmak zorunda kaldık. Valla arkasından bir ağlamadığım kaldı verirken. Çok ta ucuza gitti garibim. Zira buradaki evlerde bulaşık makinası kullanımı yaygın değil. Hatta bulaşık makinası için teşkilat bile kurulmamış, giriş yeri yok. İki nedeni var. Birincisi iklim çok sıcak olduğu için bakteriler çok çabuk ürüyebiliyor ve zaten mutfakta yağlı bir tabak bıraktığınız anda 1 saat içinde karıncalar sarıyor(muş). Bulaşık makinasının da bir iki tabak için çalıştırılmayacağını düşünürsek hepten olayı iptal ederek çözüm bulmuşlar. İkincisi de eve yatılı maid yani hepler almak burada çok normal, hatta luxe bile değil. Evde yatılı bir çalışanın olunca bulaşık ta dert değil tabi.
Evlerde bu maidler için özel bir oda var. Mutfağın içinden geçilen minik bir bölüm daha var evimizde. Miniskül bir oda, mutfakla bu odayı birbirine bağlayan miniskül bir koridor ve bu koridorda da onun miniskül banyo ve tuvaleti. Yani aslında senin yaşam alanına hiç girmiyor. Şu anda böyle bir yatılı çalışan alma niyetimiz yok. Fikre kapalı değilim. Sadece değişen koşullarla ihtiyaçlarımız büyürse o zaman düşünebiliriz.
Şimdilik eve temizliğe gelen biri ve bulaşık eldivenleri beni paklar.
Singapurlular'ın çocukları sevme biçimi
Singapurlular bu işi çok iyi yapıyor. Ne Fransızlar gibi özel alana girmiycez diye abartıp son derece soğuk ve sevgisiz duruyorlar, ne de Türkler gibi özel alan da neymiş çocuk kamunun malıdır diye düşünüp cıvık cıvık bir sevgi anlayışıyla hiç tanımadığınız birinin çocuğunuzu kucağına alması, öpmesi şeker vermesi gibi insanı sinirlendiren şeyler yapıyorlar. (Bu arada tamamen mutlak yabancılardan bahsediyorum, sokaktan geçen insandan) Singapurlular bir çocuk gördüler mi yaklaşıp "little baby" "so cute" "so beautiful" gibi hoş şeyler söylüyor en içten şekilde gülümsüyorlar. Ama asla dokunmuyorlar. Asla. Avrupalı çocuklar özellikle açık tenli sarışın gibi olanlar çok ilgilerini çekiyor. Geçen gün Gardens By the Bay'de dolaşırken Hintli bir kadının ailesiyle beraber Gaia'yla fotoğraf çektirme isteğine tanık oldum. Ne diyeceğimi bilemedim. Neyse acemiliğime geldi bir ayrıcalık yaptım.
Tanjong Pagar ve Gardens By The Bay
Geçen hafta sonu buradaki ilk hafta sonumuzdu. Tabi biraz jetleg durumumuz vardı ondan ağırdan aldık gezme işini. Tanjong Pagar gibi hareketli, cafelerin barların olduğu merkezlerden birine yakın oturuyoruz. Oraya gittik. Çok keyifliydi.
Pazar günü de Garden By The Bay'e gittik. Burası Central Park gibi bir yer. Her hafta sonu gelse sıkılmaz insan, yapılacak çok şey var. Daha Super Tree'lere çıkmadık. O devasa seralarını gezmedik. Tekrar geleceğiz. Gelmişken Gardens By The Bay'in büyük hawkerı Satay By The Bay de yedik yemeğimizi.
Yemekten sonra da her akşam 19.45 ve 20.45'te gösterilen Garden Rhapsody'i izlemeye gittik. Ağaçların müzikle ve ışık oyunlarıyla dans etmesi. Mükemmeldi. Bu arada Gardens By the Bay'e giriş ve Garden Rhapsody gösterisi ücretsiz, herkese açık. Yalnızca ağaçlara tırmanmak ve seralar ücretli. Bir kere de denk getirebilirsek bunu Super Tree Grove üzerine çıkmışken yukarıdan izlemek istiyorum.
Simdilik hala geceleri ayaktayım, gündüzleri uyuyorum. Bu ayarlarımı düzelttikten sonra daha fazla gezebileceğimi umut ediyorum.
Bir de konuyla alakası yok ama dün akşam yatmadan önce Walking Dead'in son sezonunun ilk bölümünü izledim. Çok hızlı ve sert giriş yapmışlar, o nasıl bir vahşetti öyle, bakmamaya çalışsam da gördüm herşeyi. En son böyle bir vahşet Saw 4 'te görmüştüm ve zaten hemen bırakmıştım izlemeyi. Lakin Walking Dead'i bırakamam. Böyle olunca gece de gözümün önünden gitmedi sahneler, uyuyamadım.
İlk fırsatta buluşmak dileğiyle...