25 Haziran 2012 Pazartesi

Road Trip (c): Horseshoe Bend & Antelope Canyon

Malum dün gece garip bir geceydi.
Hatırlarsiniz, tanımadığımız insanlarla aynı odada uyuduk. Sabah erkenden duşumuzu aldık, sonsuz teşekkürümüzü edip, Paris'te onları evimizde yemekte ağırlamak üzere vedalaştık. Ve ayrıldık.

HORSESHOE BEND


Powel Gölü yakınlarında ilk durağımız Horseshoe Bend.
Tepeden bakılınca görsel bir keyif veren, elle çizilmiş gibi harika bir kara parçası.
At nalbantı şeklinde.
Bir kara parçası düşünün U şeklinde bir su birikintisi oluşmuş, tepeden baktığınızda çok net görebiliyorsunuz. At nalı görüntüsü su yani. Vakit varsa görülebilir. Yoksa büyük kayıp değil.

  
ANTELOPE CANYON

Sevgilimin gitmekte israr ettiği kadar varmış sahiden de.
Muhteşem bir yer, doğa harikası, yeryüzünün alışılmadık, bilinmedik bir yüzü...


Antelope Canyon Arizona bölgesinde.
Burası Navajo kabilesinin toprakları, yani kizilderililerin toprakları. Ve onlar canlı kanlı aynen filmlerde gördüğümüz gibi hâlâ yaşıyor...
Esmer tenleri, kadın erkek uzun örgülü saçları...
Kizilderililer hayatta.
Çoğu İngilizce bile konuşmuyor, kendi dillerini yaşatmayı da başarabilmişler. Gençler haliyle gerçek hayata daha bir uyum sağlamış, adapte olmuş ama köklerinden vazgeçmemiş...
Dünyanin her bir yerinden ziyaretçi alıyor...
Ve önce, sadece Navajo topraklarına girebilmek için yerlilere 6$, sonra da Antelope Canyon`u gezmek için ayriyetten kisi basi 25$ ödüyoruz. 
Canyon enteresan bir coğrafi bölgenin ortasında bulunuyor. Bomboş, bozuk bir arazinin ortasında kalmis bir oyuk bir kara parçasi. Oraya da ancak 10 kişilik jeepler halinde gidiyoruz, elbette Navajo yerlilerinden bir gencin rehperliğinde...
 


11-14 arası için rezervasyon yaptırmak kesinlikle şart

Antelope Canyon'un özelligi şu:
Kara parçası milyonlarca yıllık yer hareketleri sonucu çok değişik bir hal almış.
Birbirinin içine girmiş iki ana kaya duvarı arada Ege kıyıları gibi girintili çıkıntılı bir koridor meydana getirmiş.



Takdir edersiniz ki içerisi epey karanlık.
İşte Antelop Canyon'un en önemli karakteristik özelliği güneşi gün içinde sadece 11 ila 14 arası civarinda çok kısa bir süre alıyor olması.
Bu nedenle Canyon'u bu saatler arasında gezebilmek için haftalar hatta aylar öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor.
Ve sadece 1 saat vakit veriliyor her gruba Antelope Canyonu görmek icin. Zira cok ama cok küçük bir koridor olduğundan, birim zamanda 60 kişiden fazla ziraretçi alamıyor.
O kadar minicik bir doğa harikası o kadar çok talep görüyor ki şimdi anlıyorum niye o civardaki oteller o kadar dolu....
Yağmur yağdığında zaten ziyarete kapanıyor canyon. Çünkü sular seller götürdüğünde o daracık koridorun içinde su birikiyor, akamıyor ve dolayısıyla tıkanıyor.



Tüm bu çaba, birkaç dakikalik bu çok özel bir tutam gün ışığı için...


Biz de saat 11.00 grubuyla geziyoruz Antelope Canyon'u.
Burası gerçekten de görülmeye değer en güzel doğa harikalarından birisi. Zaten bir yerde top 50 içinde seçilmiş, görmüştüm. Ben çok etkilendim. Çok güzel buldum. Mutlaka tavsiye ederim.

Hele hele o güneşin yükselmeye başlayıp, içeriye sızmaya başladığı an o kadar muhteşem ki, bir tutam gün ışığı ışıl ışıl parlıyor.
Canyonu giydiriyor sanki.
O çok özel birkaç dakika.... Ve sonra ışık canyonu şöyle bir okşayıp, Antelope Canyon'dan çıkıp gidiyor....
Ama o birkaç dakika var ya, herşeye deger....



Arabada uyumaya bile değermis...

A / Zion Canyon
B / Bryce Canyon
C / Antelope Canyon
D / Monument Valley 
E / Grand Canyon
F / Death Valley
G / YOSEMITE
Yosemite Devam

Bu gece arabada uyuyacagiz 
Las Vegas'ta az kalsin hapse giriyorduk 

Dunya Turu (9) : JAPONYA

Dunya Turu (8) HAWAII

Dunya Turu (7) LOS ANGELES

Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi

19 Haziran 2012 Salı

Sevgilimin patronuyla gecirecegimiz hafta sonuna giyecek kiyafetim yok.

Bu olmaz...
Bu da olmaz...
Delirdin mi? Bu hic olmaz...

Maça mi gidiyoruz? Bu sweat short olmaz.
Dugune mi gidiyoruz? Bu elbise olmaz.
Toplantiya mi gidiyoruz? Bu siyah pantalon olmaz.

Bu kotun beli cok dusuk, gobegin gozukuyor, olmaz.
Bu gomlek, bluz, vs... cok dekolte, olmaz.
Bu etek cok mini, olmaz.
Bu kiyafetler de cok kapali, olmaz.

Butun gardrobum yatagin uzerinde ve 1 saattir giysi begenemiyoruz.
Sevgilimi taniyamiyorum. Daha kisa giy, daha derin dekolte giy hayatim diyen, ne giysem icinde beni "femme fatale" bulan adam gitmis, "Bugun ne giysem?" programi jurilerini aratmayacak bir adam gelmis...

Ustelik, giyip gostererek onerdigim butun kiyafetler daha once cok kereler, baska baska zamanlarda, arkadas gecelerinde, aile toplantilari, cesitli hafta sonu programlarinda giyilmis, tescilli kiyafetler...

Biraz hafta sonu programindan bahsedeyim.
Sevgilim gecen yaz sonu is degistirdi. Sahane kosullarda 7 aydir çalismakta oldugu yeni is yerinde, bir de ustune cok genc, sosyal ve eglenceli bir ortam var. Ogle tatilinde siesta yapabilecekleri yerler var. Poker odasi var. Bilardo ve masa tenisi var. Yani is yerinde, is arkadasligindan ote bir paylasim var. Iste, bu is arkadaslarindan biri, bu hafta sonu, Paris'e 2 saat uzaklikta, bahçeli, buyuk, guzel evinde bir barbeku partisi duzenliyor. Cumartesi gecesi de orda kalinacak, pazar brunch seklinde devam edecek...
Gunese hasret kaldigimiz bu gunlerde cimenlerin uzerinde bir hafta sonu harika olacak.

Buraya kadar hersey normal. Hersey "eeee giy birsey git iste" tadinda degil mi?
Ancak...
Bu hafta sonu sevgilimin patronu da orada olacak.
Iste kilitlendigimiz nokta burasi...
Benimle ilk kez tanisacak. Sevgilim karisiyla gurur duyuyor.
Patronu beni begensin istiyor. Anliyorum.
Yani hem ozenilecek, hem de ozenilmemis susu verilecek...
Hem "casual" olunacak, hem "feminen"...
En sonunda butun bu tanimlamalara uygun bir kiyafet seciyoruz.
Ve cumartesi ogleden sonra guzel bir hafta sonu icin Rouen sehrine dogru yola cikiyoruz.

Patlasin sampanyalar...

2 saat sonra variyoruz. Ortam cok hos ve rahat gorunuyor.
Herkes ellerinde ickisiyle bahcede. Once bir tanisma fasli oluyor ve daha sonra biz de birer aperitif icki almak uzere bara yoneliyoruz. Porto, Muscat, Martini, Ricard ne ararsan var.
Ama gozum sampanyaya takiliyor. Boyle ortamlarin olmazsa olmazidir sampanya Fransa'da. Ve iste bir sise patlatiliyor onumde.
Bayiliyorum o ilk patlama sesine... O sesi duyar duymaz, psikolojideki klasik sartlanma gibi, bir neden yoksa bile alkislamak geliyor icimden. Cok mutlu oluyorum o sesi duydugumda. Zira, benim icin az sonra sampanya icecek olmak zaten alkislamaya deger bir neden...

Sampanyami yudumlarken gozum sevgilimin patronuna takiliyor.
O da zaten caktirmadan beni izliyor.

Genç yasina ragmen (33) buyuk kariyer yapanlardan....
Hem yakisikli, hem karizmatik, hem zeki bir adam.
Ama.... O da ne?
Kucuk parmaginda yuzuk var! Yok artik!
Bu da yetmezmis gibi boynunda kalin mi kalin gumus bir kolye var. Aslinda erkekte kolye cok sevdigim bir aksesuardir. Ama, bu kolyeyi anca kamyoncular takar.
Bir dakka bir dakka, bir de kunyesi var ve bilezigi var bunun. Bildigimiz gumus kunye. Hani coook eskiden, bilgisayarlar yokken, bizim erkek cocuklarina sunnetlerinde takilirdi, iste oyle birsey. Olmamis yani.
Sevgilim bana, saat koleksiyonu oldugunu, sahane saatleri oldugunu soylemisti. Saatine bakiyorum. Bugun icin sectigi saat cok basarisiz. Siyah, plastik gibi bir bilezigi var. Gerci, siyah Puma spor ayakkabilari ve siyah t-shortuyle uyum sagliyor ama, o da olmamis.
Sac kesimi...
Hani bir zamanlar bizim Umit Davala'nin bir sac modeli vardi. Yanlar kisacik, tepeden asagi dogru uzun... Iste aynen oyle. Futbolcu tarzi saclar yani. Gerci eski basketbolcuymus ama... Neyse, David Ferrer de tenis oynuyor, oluyor bazen...

Sevgilimi cekiyorum kenara, birazcik firçalamak istiyorum.
"Sabahtan beri beni ugrastirdin duzgun kiyafet secicez diye. Sen kendi patronuna baksana bir. Adamin kucuk parmaginda yuzuk var yaaaa, benim belim acikta olsa, gobegim gozukse ne olur? Casual degil miydi hem de concept? Bir daha bana karisma." diyorum.
Gulmekten kiriliyor benimkisi. Halbuki ben cok ciddiyim yahu.

Elimizde kadehler karisiyoruz biz de ortama.
Herkesler bazen minik gruplar halinde, bazen buyuk tek bir grup halinde sohbet ediyor..
Ilk kez girdigim bir ortamda bu her zaman olur. Turk'um ya, bunun yarattigi farklilik ve merakla bana daha dikkatli bakiyorlar, cok ilgi gosteriyorlar, herseyi merak ediyor, bir suru soru soruyorlar. Ama pur dikkat bana bakiyor ve beni dinliyorlar.
Renkli kisiligimin de ortami senlendirdigi tartisilmaz tabiki.
Derken mangal atese veriliyor, yemekler sofraya konuyor.
Bir ara iclerinden biri "Hic Turk'e benzemiyorsunuz" deme gafletinde bulunuyor.
Bunu duyan sevgilim "Eyvah! Bu sohbetini gidisatini hic iyi gormuyorum" diye geciriyor icinden, eminim. Cunku biliyor; bunca yil sonra "Turk'e benzemiyorsunuz" diyerek aklinca bana iltifat ettigini dusunen bu arrogant bakisa tahammul edemedigimi...
Genelde bu cumleye "Peki Turkler neye benziyor?" ya da "Ben unique degilim. Benim butun Turk arkadaslarim sizden daha acik fikirli ve dunya insani" tarzinda cevap veriyorum.
Bireysel olarak o insanin begenisini ve hayranligini kazanmak, kafasinda iyi bir yere oturmak bana yetmiyor. Ben kafasindaki Turk imajini degistirmek isitiyorum.
Ortam o kadar guzel ki, bugun gulumsuyorum sadece, cevap vermiyorum.
Ancak, bu kadini, aliyorum yine de kara listeye, ister istemez...

Yemekten sonra da sohbetler, oyunlar, poker turnuvasi.... derken...
4 bucuk'a dogru yatiyoruz.

Bahceye açilan, gun isigini direk alan cok cici bir oda vermisler bize.
Sabah gozumuze gun isigi girerek uyaniyoruz.
Kalkiyoruz. Kahve hazir...
Kahvaltidan sonra bahceye kurulan filede badmington oynuyoruz, ikiserli  ekipler halinde. Ogle yemegi icin terkrar kurulan barbekuden sonra aksamustune dogru ayriliyoruz.

Hafta sonu boyunca, tabi ki sevgilimin patronuyla da bircok kez sohbet ediyoruz.
O kadar eglenceli, sohbeti keyifli, zeki, esprili ve rahat birisi ki, ne saci, ne basi, ne kunyesi ne parmagindaki yuzugu kaliyor aklimda...
Karsilikli cok pozitif izlenimler birakiyoruz.

Oyleyse meselenin ozu neymis:
Benim belimi ortemeyen dusuk bel pantalonlarim degilmis.

Meselenin ozu;
Kisiliklerin renkliliginde, enerjinin kalitesinde, sohbetin derinliginde....
Zenginliginde...



13 Haziran 2012 Çarşamba

Bu gece arabada uyuyacağız. Yapacak birşey yok.

Amerika'nin batısı sahiden dedikleri gibi "vahşi batı".
Vahşi, fakir ve boş...
Yollar bombos, ıssız, karanlık, kilometrelerce yol gidiyoruz ve tek bir ışık, tek bir yerleşim yeri yok.
Bir kasabadan bir kasabaya en az yarım saat yol.
Ürkütücü... Yollar sanki sonsuzluga akiyor, insanin aklina binbir turlu sey geliyor.
Gerçekten ürkütücü...

Bu gece arabada uyuyacağız, yapacak birşey yok.

Derken, Powell Gölü yakınlarında bir yerleşim yeri görüyoruz.
Burasi ertesi günkü gezi planımıza cok uygun. Otel arıyoruz.
Topu topu 6 tane otel var ve korktuğumuz başımıza geliyor.
Hepsi dolu!!!
Başka bir kasabaya gidelim desek, en yakın kalacak yer için daha kaç saat araba sürmemiz gerek, bilmiyoruz.

Bu durum, road trip boyunca aldığımız bir riskti.
Hangi gün, hangi saatte nerede olacağımızı belirlemek istemedik, sadece istikameti belirledik ve hiçbir otel rezerve etmedik. Yollardaki motellere güvendik.
Ve en sonunda sokakta kaldık. Bu gece arabada uyuyacağız.
Yapacak birşey yok.

Ama burası Arizona!!! Gece arabada talan ederler adamı valla, mahvoluruz, herşeyimizi kaptırırız.
Nasıl yapalım derken, bir campingin önünden geçiyoruz.
Gece arabada uyumak icin güvenlik sağlıyorlar, tuvalet imkanı sağlıyorlar ve üzerine de gece soğuk olacağından tulum veriyorlar (giyer miyim ben hiç, kim bilir kimin giydigi o pis tulumları, havluları yorgan yaparım üstüme)
Olaya bakar misiniz?
Iki gün önce içinde jakuzzi olan kraliyet dairesi gibi bir otel odasında kalırken, şimdi buna da şükür, tuvaletlerine girebileceğiz, soğukta Arizona'nın ortasında arabamızda uyuyacağız ama bize göz kulak olacaklar, bize birşey olmayacak diye üzerine bir de 5 yıldızlı otel parası vermeye hazırlanıyoruz.
Bu gece uzun olacak. Arabada uyuma olayınının koşullarını en iyi hale getirmeye çalışıyoruz.

Yine de...
Çıkmadık candan umut kesilmiyor.

Bir yere gidip önce yemek yiyelim, bir kendimize gelelim.
Sonra bakarız... diyoruz.

Sevgilimin kafa çalışmaya başlıyor.

İçeri giriyoruz. Sevgilimin kafa çalışmaya başlıyor.
"Bu restauranttaki herkesle konuşmalıyız, onların da tanıdıklarıyla bu rakam katlanarak gider ve bu gece birileri bizi ağırlayabilir." diyor.
"Senin beynine kan gitmiyor herhalde. Saat aksam 10 buçuk olmuş, Amerika'dayız, hem de en gelişmemis, en medenî olmayan yerlerinden birindeyiz, tamamen yabancıyız, restaurantta yemek yerken tanıştığımız kim bu gece bize yatacak yer verir? Yok artık!
Saçmalama, olmaz böyle birşey, hadi canım hayal kurmayı bırak, bak şimdi düşüp bayılcam, valla açlıktan ölüyorum, bana menüden en kalorili en doyurucu yemeği söyle lütfen, ben bir 10 dakika içinde hemen geliyorum." diyorum.

Uzun sureli bir ilişkinin rutine bağlamamasının ve her daim dinamik kalmasinin en önemli sırrı nedir biliyor musunuz? :
Birbirini şaşırtmak...
Ne mutlu bize ki 10 yılı aşkın süredir birbirimizi hâlâ şaşırtabiliyor ve hayran bırakabiliyoruz.

Kiminle dans ediyorsun sen?

10 dakika sonra masaya dönüyorum.
Saldırıyorum, sofrada ne varsa... Bir elimde birsey, diğer elimde baska birsey, sanki şimdi yemezsem önümden kaçıracaklar. Öyle açım...

Sevgilim gayet sakin: "Bu gece kalacak yer buldum" diyor.
Gözlerim faltaşı gibi açılıyor, "nasıl yani?" der gibi bakıyorum.
Sakinliğini bozmuyor, "yan masadakilerle sohbet ettim" diyor.
"Hani senin 'olmaz' dedigin türden"... gözlerimin içine bakıyor.
Beni utandırmak istiyor.
Kendince bana "Kiminle dans ediyorsun sen?" diyor.
Yan masadakiler de Fransizmis meger. Amerika doğal parklarını turla gezmeye gelmişler. Ve bizim gibi onlar da balayı çiftiymiş.
Sokakta kalmamıza üzülüp; "bizim otel odamızda çift kişilik bir yatak daha var, bos, isterseniz yemekten sonra gizlice bizimle otele gelip o yatakta uyuyabilirsiniz" diyorlar.
İnanamiyorum, bu gece soğukta, arabada uyumayacağız.
Bir yatakta uyuyacağız... Hatta sabah duş bile alabileceğiz...
Ama... bize nasıl güveniyorlar? Ya gece onlar uyurken onları kesip biçsek? Ya da bütün herşeylerini çalıp gitsek? Nasıl güveniyorlar?

Yemekten sonra gizlice otel odalarına sızıyoruz bu iki yabancının.
Sokakta kalmışken, şu anda sıcacık bir yatağa uzanmış yatıyoruz... İnanamıyorum.
Bir yatakta uyumak hiç bu kadar eşsiz değeri olan bir şey olmamıştı. Tarifi mümkün değil.
Herkesinki büyük cesaret, sevgilim bu hamleyle kendisini aştı, bu Fransız çift, suya sabuna dokunmayan Fransiz kimliklerini aştı...

Bize güvendi; mutlak iki yabancıya resmen mahremini açtı.

Hayatin sürprizleri ve deli cesaret karşısında "imkansız" her zaman zayıf kalıyor.

Sevgilimin bu geceki bu hamlesi bu dünya turuna damgasını vurur.
İmzasını atar.
O biçim müthiş bir olay.
İmkansız olanı oldurttu.

Alkışlıyorum. Bravo diyorum. Ve şapka çıkartıyorum...

Şaşkınlık ve hayranlık içindeyim.

Sanırım daha çok hayranlık içindeyim...


A / Zion Canyon
B / Bryce Canyon
C / Antelope Canyon
D / Monument Valley 
E / Grand Canyon
F / Death Valley
G / YOSEMITE
Yosemite Devam

Bu gece arabada uyuyacagiz 
Las Vegas'ta az kalsin hapse giriyorduk

11 Haziran 2012 Pazartesi

Road Trip (b): Bryce Canyon


16 Eylül 2011 

Bryce Canyon aynı bizim Kapadokya'daki peri bacaları.
Bir canyondan çok doğal bir amfiteatre...
Hoodoos diyorlar, rüzgarın kaya parçalarını yontması sonucu oluşmuş yer şekilleri.
Kırmızı topraktan kuleler gibi, araları oyulmuş.
Ebenezer Bryce adlı bir kizilderili gelip yerleşmiş buraya, adını ordan almış.


Zion Canyon yukarı doğru çıkan zirvelerden oluşan bir canyondu.
Bryce Canyon, yatay bir yapı sergiliyor, burda aşağı iniyoruz.
İnsana inanılmaz bir görsel doyum yaşatan muazzam bir mekan.
Yerşekillerinden oluşan bir bahçe sanki, biz de aralarında dolaşıyoruz.

2 saatlik bir hiking yapıyoruz, minik tepelere çıkıyoruz, iniyoruz, hayranlıkla dakikalarca bakıyoruz, fotoğraflar çekiyoruz, penisi olan "male", doğurmuş "female" ağaçlar görüp resimlerini çekiyoruz.





Günün sonunda her zamanki gibi düşüyoruz yollara.
Kendimize kalacak yer aramaya...




A / Zion Canyon
B / Bryce Canyon
C / Antelope Canyon
D / Monument Valley 
E / Grand Canyon
F / Death Valley
G / YOSEMITE
Yosemite Devam

Bu gece arabada uyuyacagiz 
Las Vegas'ta az kalsin hapse giriyorduk

Dunya Turu (9): JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.


Dunya Turu (8) HAWAII

Dunya Turu (7) LOS ANGELES

Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi

7 Haziran 2012 Perşembe

Dünya Turu (5) / Road Trip (a) - UTAH - Zion Canyon

15 Eylul  2011 - UTAH / Zion Canyon



Çarşamba öğleden sonra Vegas'tan ayrildik. Önce road trip için arabamizi kiraladik.
Ve Vegas'in doğusuna doğru düştük yollara...

Biz bu dünya turuna çıkmadan önce sadece istikametlerimizi belirledik.
Hiçbir şeyi önceden ayarlamadık. Hiçbir otel rezerve etmedik. Dolayısıyla yolculuğumuzun özellikle road trip kisminda nerelerde kalacağımız büyük bir meçhul...
Yollardaki düzgün moteller en iyi ihtimaller.

Çarşamba akşamı yol üstünde temiz, düzgün bir motelde uyuduktan sonra sabah 7 gibi kalktik; kahvaltidan sonra istikamet Zion Canyon.
Amerika, uzun ve sonu görünmeyen virajsiz yollarıyla ünlü, ayni filmlerdeki gibi.
Hani arabalarda "On the road again" tarzi country müziği çalar ve hiç bitmeyecek gibi gözüken yollarda giderler ya filmlerde işte aynen öyle.
Zaten "Radyo Country" diye bir kanal var, kesin sırf, bu yollarda ömrünü geçiren insanlar icin düşünülmüş bir radyo.
Bu tür yolculuklar için çok ideal. Adamı uyanık tutuyor, aynı zamanda melodiler çok yumuşak, yormuyor.

ZION CANYON







Road tribimizin ilk ayağı çok ünlü bir National Park: ZION CANYON
Bugün burada hiking yapacağız. Bir sürü farklı parkur var.
Zorluk derecesine göre hangi parkurun ortalama kaç saatte tamamlandığı belirlenmiş.
Biz de "zor" olarak tanımlanmış, 9 km uzunluğunda, iniş çıkış 4 saat olarak belirlenmiş bir parkur seçtik.

En sonunda da epey zorlu bir tepesi var: Angel's Landing....


Bu hiking pistinde her sene mutlaka ölen oluyormuş. Sahiden de çok zor geçitleri var.
Aşağısı uçurum ve sadece bir zincirle çevrilmiş daracık yollar var. Herkes birbirini bekliyor, aynı anda birkaç kişinin geçmesi mümkün değil. Zincirlere dokunarak ilerlemek zorundasınız. Dengeni kaybettiğin an bittin... 
Ben bir ara biraz hızlanayım diye bıraktım zinciri hızlı hızlı çıkıyorum. Amerikali bir genç bana bağırdı, "Ne yapiyorsun? Ölmek mi istiyorsun?"
"Hemen zincirlere tutun!" dedi. Söz dinledim.


Zion Canyon, Amerika'nın bütün doğal güzellikleri gibi film endüstrisine de hizmet eden bir yer.
Dağ tırmanışı olan bütün filmler Zion Canyon gibi, 150 milyon yıllık doğal afetler ve yer hareketleri sonucu oluşmuş bu doğal kanyonlarda çekiliyor.



Hiking nedir? Trekking nedir?

Hiking nedir, Trekking nedir? Ne farki  vardir bilen var mi?
Zion Canyon hikingi sırasında aklıma düştü bu soru, su anda hangisini yapıyoruz acaba?
Baktim sevgilim de cevabi bilmiyor, ben de yoldan geçen orta yaşın üstündeki Amerikali bir çifte sordum. Bu arada bu hikingleri yapan çoğunluk orta yaş üstü, hatta 60 yaş üstü insanlar. Hepsine bravo. 60 yas üstündeki kaç Türk çiftini 4 saatlik bir dağ tırmanışı yaparken görebiliriz?
Neyse, ben soruma döneyim, nedir farkı öğrendim.

Hiking: Güzergahi belli, yolu yapilmış bir dağ tırmanış sporu.
Trekking: Yolu belli olmayan, herşeyi yürüyenin belirlediği daha maceracı ve keşfe yönelik bir tarz.

Akşam olup yine yol üzerinde temiz ve güzel bir motel bulduk kendimize.
Kuş uçmaz kervan geçmez bir yer... gözünün alabildiğine bir boşluk... ve karanlık.
Başka seçenek olmadığından tek yemek yenilecek bu yerde oturduk sofraya.
Hiking deyip geçmeyin, o kadar acıkmışız ki, normalde hiç ekmek yemeyen ben o gün sadece yemeklerimiz gelinceye kadar hem de tereyağı süre süre 1 ekmek yedim.
Yemekler gelince sanırım 1 ekmek daha yedim...
Kusura bakmayın, karnım aç...

A / Zion Canyon
B / Bryce Canyon
C / Antelope Canyon
D / Monument Valley 
E / Grand Canyon
F / Death Valley
G / YOSEMITE
Yosemite Devam

Bu gece arabada uyuyacagiz 
Las Vegas'ta az kalsin hapse giriyorduk



Dunya Turu (11) BALI

Dunya Turu (10) HONG KONG

Dunya Turu (9) JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.

Dunya Turu (8) HAWAII

Dunya Turu (7) LOS ANGELES

Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi








3 Haziran 2012 Pazar

ROLAND GARROS: Bir tenis maçından öte...

Gitmis görmüş olanlar bilir.

Roland Garros dediğin bir tenis maçından çok daha fazlası...
Bir festival, bir şölen, bir şenlik ve tatil havası.
Şehir içinde bir şehir, kocaman bir yerleşke, bir tatil köyü.
Sağli sollu her yerde bir stand, bir hareket, bir activite, bir circulation.
İnsanlar akin akin... Roland Garros yerleskesi dolup dolup taşıyor.
Hic durmuyor, akiyor. Sahne ayni kaliyor, oyuncular değisip duruyor...

"Our mission is not hard Mr Hunt, it is impossible"

Cumartesi günü Roland Garros'a gittim. Bu benim ikinci Roland Garros'um.
Geçen sene de kadinlar yari finaline gitmistim. Iki sene üstüste bu zevki yaşayabildiğim için çok şansliyim.
Roland Garros'a bilet bulmak... Nasil anlatsam...
Görevimiz Tehlike filmini hatirlarsiniz. Mission commander'in Tom Cruise'a şöyle bir cümlesi vardi, hiç unutmuyorum:
"Our mission is not hard Mr Hunt, is impossible".
Iste Roland Garros'a bilet bulmak o hesap.
Biletlerin satisa sunulduğu ilk saatler içinde birşeyler buldunuz buldunuz, sonrasi artık büyük bir muamma...

Şansliyim.  Iki senedir dört ayağımın üstüne düşüyorum.
Gecen sene, gecenin 2'sinde cok yakin Italyan bir arkadaşım arıyor.
"Yarin kadinlar yari finaline yer buldum, var misin yok musun?" diyor.
Hoop ertesi gun kendimi Na-Li ve guzel Sharapova'yi izlerken, Bartoli'ye karsi oynayan Schiavone'yi desteklerken buluyorum.
(Napiyiim, tüm lojistik kismiyla ugraşmış yanımdaki arkadaşlar Italyan...)
Bu sene inanilmaz formda, son derece kararli, yukselme icinde olan ve Roland Garros'ta sampiyonluga oynayan bir Sharapova var.
Ancak gecen sene Na Li karsisinda o kadar silikti ki....

Tenisten iyi anlarim.
Izledigim maçlari değerlendirebilirim. Ama bu makalenin amaci maç yorumu değil.
Roland Garros'ta geçirdigim şahane günün izlenimlerini paylaşmak.

VIP Locasinda, şampanya servisli bir Roland Garros

Bu seneki Roland Garros maceram çok daha farklı.
Reklamini yapmayacagim (ama sundugu bir Roland Garros biletini de reddedemeyecegim) bir marka icin çalisan çok yakin bir arkadasim haftalar önceden aradi:
"2 haziranda ne yapiyorsun? Roland Garros'a 2 biletim var. Hem de VIP locada, öğle yemeği ve şampanya servisiyle..."
Tüm dünyanın bilet aradığı ve bulamadığı Roland Garros'a bu koşullarda gitmek... Rüya gibi.
Bir de... belirtmeden geçemeyecegim.
Içinde şampanya servisi olan her yere giderim.
Araba motorunun parçalarını tanıtma seminerine bile...

VIP kapisindan girdik. Korttaki yerimizi almadan önce malum şirketin restaurantina gittik.
Önce kahvalti ettik. Ve öğle yemeği icin menüden şiparişimizi verdik.
Olaya bakar misiniz?
Millet yiyecek ekmek bulamiyor, biz süt banyosu yaparken bir de yaninda pasta yiyoruz, misali Roland Garros'a bilet bulmuşuz bir de şampanya içiyoruz üzerine..
Sonra ver elini Suzanne Lenghen...
Gecen seneki maclari ana kort Philippe Chatrier'de izlemistim. Cok daha büyük ve görkemliydi.
Ancak su anda henüz finaller oynanmadigi icin her kortun değeri aynı.



Locamiza yerlestik.
O da ne? Elimi uzatsam David Ferrer'e dokunacağim, o kadar yakınız ki kortun dibindeyiz, ortasindayiz, sahada daha iyi bir yer düşünemiyorum. Yani Ferrer'in annesi, yarin macina geliyorum dese, oturacaği yer benimkinin yanıdır.
Bu malum marka, Roland Garros icinde boyle bir restauranta, kortun ortasinda ve dibinde bu locaya sahip olmak icin kac para ödemistir acaba?

Oyunculari televizyonda görmek onlari daha mi devlestiriyor, yoksa bazi oyuncular sahiden doğuştan star, doğuştan mi dev, ayırmak zor....
Ama bu D. Ferrer çok amele yahu...
Yürüyüşü, koşusu aynı inşaat işçisine benziyor, valla oyle. Dünya 6 numarasi ama amele...
Ferrer'in maçının sonlarına doğru kalkıp öğle yemeği için restauranta gidiyoruz.
Hava o kadar sicak ki, koruyucu kremleri sürüp duruyoruz.
Soğuk bir şampanya molası vermek cok iyi geliyor.
Tam şampanya kadehlerimizi çok sevgili arkadaşımla tokuşturuyoruz ki... o anda telefonum çaliyor onemli bir telefon, almamazlik edemem. Aliyorum, disari cikiyorum.
Almakla cok iyi ediyorum etmesine ama... sampanyalari kaciriyorum.
Yemek servisine geçmisiz bile, entrée servisi yapilmis artik şaraba geçilmis...
Şampanya sayfasi çevrilmis... Tüh!!! Neyse ki tatlıyla tekrar ikram başlıyor.

Hiç hesapta olmayan bir NADAL maçı

Beni bugün buraya davet eden arkadaşım işini çok iyi bilen nefis bir kadin. Fazla mesafe koymuyor, çabucak iletişim kuruyor, hemen samimi oluyor. Ancak bunu da çok rafine bir biçimde yapiyor.
Ben ise öyle hemen samimi olamam, 2 dakikada "ben seni çok sevdim" moduna geçemem, dolayısıyla da Roland Garros'ta bir Nadal maçı bileti kazanamam.
O kazanıyor.
Telefondan yerime dönüyorum, bana müjdeyi veriyor.
Günün son maçi Wozniacki yerine Nadal'i izlemeye ne dersin?
Dalga mi geciyorsun? Wozniacki de kim oluyor? Ne yapmis bugune kadar? Dogru düzgün bir Grand Chelem kazanmadan 1 numara olmus, sonra bir düşmüş, düşüş o düşüş, direk 9 numara...
Ne yapiyim ben Wozniacki'yi...
Iyi de biz Lenghen'deyiz, Nadal maci Chatrier'de nasıl olacak?
Meger ben dışarıdayken o saatte treni olan ve Lyon'a dönmek zorunda olan birileriyle sohbeti kurmus, onlar da maçtan önce biletlerini bize birakmayi teklif etmisler.

Öğle yemeginin ardindan Na-Li maci ve ardindan Gasquet...
Gecen seneki Roland Garros şampiyonu ama su Na-Li'yi bir türlü sevemedim.
Tavırlarında, Cin'liyim ama görürsünüz adımı tenis tarihine yazdırıcam halleri var. Mütevazi bulmuyorum, beğenmiyorum. Çeyrek finalde elensin gitsin, izlemesi keyifli başka oyuncular gelsin. Gasquet de Fransiz seyirci avantajini kullanan ortalama bir oyuncu ama bugün cok cok iyiydi, sahiden Nadal misali spectacular, sahane hareketlerle büyüledi bizleri..

Veeeee gunun son maçi Nadal icin Philippe Chatrier'deyiz. 
Yerimiz yine harika tam ortalardayiz.
Zevkli bir maç değil, Arjantinli rakibi kazanamayacağını biliyor, hatta olayi biraz saklabanlığa vuruyor, tribunlerle flört ediyor, oynuyor...
Nadal'i en son, kisin Avustralya Acik'ta Djokovic'le oynadigi final maçinda izledim. Sonra bu.

Nadal'i dunya gözüyle gormek bir başkaymis....

Bazi sporcularda yıldız bir ruh var, doğustan "dev"ler...
Sahada daha da bir devleşiyorlar... Nadal tam öyle, bir yildiz..
Bir suru maçını izledim, Roland Garros maclarinda televizyonun basindan ayrilmiyoruz.
Ama dunya gözüyle izlemek sahiden baskaymis.
Hani bilirsiniz atletik bazi hareketleri var, sadece ona ozel, "o top asla çıkmaz" denilen toplari çıkarmakla kalmadığı gibi bir de onlarla sayi kazandigi hareketler...
Insanin dikkatini kilitleyen, nefesini tutup izledigi bir oyuncu Nadal.
Son 6 yilin Roland Garros sampiyonu (2009'da erken elenmisti galiba), profesyonel bir şekilde rakibini de küçümsemedi, tavrını bozmadi, seyirciye saygisindan şahane oynadi.


Kucuk bir anectod: Nadal'in sirti
Bir oyunun ardindan banklarina oturup, erkek tenisciler arada bir tshörtlerini değistiriyorlar ya, işte Nadal'in tshortunu çıkardığı an.... tribunlerin yıkıldığı andır...
Herkeste bir tezaruhat, bir alkış, bir çığlık, bir delirme....
Nadal'in yuvarlak kasli poposu ünlüdür. Ama yok yani o sirtin yaninda poponun lafi bile olmaz.
Her bir kasinin çizilmis gibi belirgin bir sekilde görüldüğü...
Yayla gibi bir sirt. Böyle uzanacaksin o sirta, orda uyuyacaksin...
O biçim...
Tshort'unu geri giydiginde herkes bir rüyadan uyanmis biraz da hayalkirikligina uğramış dünya üzerinde bir Roland Garros'ta bir tenis maçına geri dönmüştü.
Ve tribunler "aaaaaaaaa" diye iç geçirerek bunu gizlemekten kaçınmadı.

Böyle efsanevî bir şampiyonu canlı izlemek gerçek bir zevk...

Alkışlıyorum: Dünya 1 numarasi Novak Djokovic Roland Garros'ta kazandigi maçlardan sonra artik Fransizca konuşuyor. Bu initiative için Djokovic'i alkışlıyorum.

Kınıyorum: Sevgilisi Maria Sharapova'nin çeyrek final maçına gelmek için 2 gün izin isteyen Vujacic'in talebini reddeden Efes Pilsen klubünü kınıyorum. Bence sirf kiskançlıklarından izin vermediler çocuğa... Neyse ki Maria'nin yolu daha uzun...