Ocak ayı, kar, kış, soğuk demedik, atladık gittik, ana-kız...
Yürüdük annemle Prag sokaklarında.
Bazen elele, tıpkı küçükkenki gibi...
Prag gibi bir müzik şehrinde bağıra çağıra şarkı söyleyen sokak sanatçılarının önünden geçtik, kimi zaman durduk dinledik, beğendik, beğenmedik...
Vlatava Nehri boyunca yürüyüşler yaparken hep neşeli ve hafiftik...
Her şehrin kokusu farklı. Bu şehrin kokusunu duydum yeniden, hem de yıllar önce geldiğim zamanki haliyle. Hem de bir haziran ayıydı. Kokuları tarif edebildiğim zaman biraz olsun güzel yazdığımı iddia edebileceğim...
Haziran 2008'de gelmiştim ilk kez Prag'a. Avrupa Kupası'nda, Çek Cumhuriyeti'ni son dakika golüyle yenip, yanlış hatırlamıyorsam çeyrek finale çıktığımız için Türk olduğumu pek söyleyemiyordum etrafta. Olsun...
Öğle yemeği yediğimiz cafede minik çocuklar vardı, en miniği ellerini öne doğru uzatarak şaşkın ve asla kendinden emin olmayan adımlarla koşuyordu. Bu kadar güzel ve mutlak bir şuursuzluk olamaz dedim kendi kendime...
Prag çok soğuk olur dediler, abarttık, içime yün külotlu çorapla sadece kayakta dağda giydiğim en kalın pantalonumla kazağımı giyip gittim ben. Annemin gözü korkmadı, olduğu gibi geldi.
En doğrusunu da o yapmış.
Prag'a bir geldik hiç soğuk değil, hatta vardığımız günün bir gün öncesi 15 dereceye kadar varmış sıcaklık, masmavi bir gökyüzü, akşamları biraz soğuk ama gündüzleri Paris'ten farksız...
Prag'ın olmazsa olmazı Unesco tarafından bile korumaya alınmış Stare Mesto, yani Old City tabi ki.
Prag'ın en büyük avantajı, 2. Dünya Savaşı sırasında çok fazla zarar görmemiş olması. Bir Varşova'nın haline düşmemiş mesela, iyi ki de düşmemiş.
Old city'deki Astrolojik Saat hiç şüphesiz önünde en fazla resim çekilen yeri Prag'ın.
Prag'a gittim demek istiyorsanız başka hiçbir yere benzemeyen bu saatin önünde resminiz olacak.
Bu saat sadece zamanı değil, dünyanın ve güneşin konumlarını da gösteriyor.
Bu arada rivayete göre 1410'da yapımı tamamlanan bu saatin clockmaker'ı Hanus'un gözleri kör edilmiş bir daha aynısından yapamasın diye. Bu da eski zamanların tüyler ürpertici gerçeği bu güzelliğin arkasında saklanan...
Prag'ın en ihtişamlı yerleri Cumhurbaşkanlığı Konutu ve Prag Kalesi. Özellikle Charles Köprüsü'nün üzerinden bakmaya doyamıyor insan.
Haaa bir de köprünün kale tarafı inanılmaz yokuşlu. Ayağınızda iyi spor ayakkabılar olduğundan, uzun bir yürüyüşe hazır olduğunuzdan emin ol. Zira kale köprüden görüldüğü kadar yakın değil.
Kalenin içi mutlaka gezilmeye değer. Avrupa'da hatırı sayılır katedrallerden biri olan St Vitüs Katedrali muhteşem. Ve ilerleyince küçük zanaatkarların yaşadığı mahelleler şahane.
Eski şehre geri döndüğümüzde kendimizi hemen ara sokaklarda kaybolmaya davet ediyoruz. O kadar romantik, şık, sevimli sokaklar ki; aynı yerden defalarca geçseniz dahi zevk azalmıyor.
Ana meydan zaten her daim anımasyon dolu.
Sokak konserleri, dansçılar, gösteriler; bütün gün oradan ayrılmasanız dahi zaman nasıl geçiyor anlamazsınız...
Sonra bindik uçağımıza Paris'e geri döndük.
Annem bu hediyeyi çok sevdi. Eylül ayında, kendi doğumgününde tekrar burada olmayı planlıyor.
Bana da gelecek istikamet neresi olsun diye düşünmek düşüyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder