27 Nisan 2017 Perşembe

Singapur kaldığımız yerden...

İzmir'den döneli 1 ay oluyor. Hiç yazamadım bu aralar. Nisan ayı içinde herkesin gündemi başkaydı malum. Suların durulacağı nasılsa yok. Bari Singapur'a kaldığımız yerden devam edeyim dedim.

Boris'in annesi geldi bu arada Singapur'a. Gezdirdik gezdirmesine ama birşey fark ettim ben.
Burada muhakkak gezilmeye görülmeye değer birşey yok, müzesi, tarihi yerleri, ortaçağdan kalma sokakları, kaleleri yok.
Buranın müzeleri tanıştığımız ilham verici, farkli insanlar. Onların hayat hikayeleri, profilleri, eşsiz deneyimleri... Dünyalarına yapacağımız yolculuk...

Son haftalarda müthiş insanlarla tanıştım.
Hikayelerini dinlerken öyle derin bir yolculuğa çıktım ki; hemen dönmek istemedim, yolu uzattıkça uzatalım, "gerçek hayat" durağında hemen inmeyelim istedim.
Masal dinler gibi dinledim. Bazılarının gerçekliğinden bile şüphe ettim.
Çünkü gerçek olamayacak kadar masal gibiydi.
Ve onlar yalnızca masal olabilecek şeyleri gerçeğe dönüştürmüş insanlardı. Bayıldım.
Düşündüm.
Herkesin son dönemlerde kişisel gelişim kitaplarında okuduğu meselelerin somut haliydi onlar.
Hani öyle diyor ya bu kitaplar, bir insanın elde edebileceklerinin ölçüsü sadece kendisidir ve onu ne kadar istediğiyle, buna ne derecede bir kararlılık, adanmışlık ve istikrar yatırdığıyla alakalıdır, çünkü evren sizi duyar ve gerçekten istediklerinizin gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa yapar.

Masal dinler gibi dinledim dedim ya, çok sevdiği bir masalı tekrar tekrar okutur, anlattırır ya çocuklar, bazı yerleri tekrar dinlemek istiyorum ben de.
Bir daha anlatsana, o eğitimi aldıktan sonra, o kişiyle tanıştıktan sonra, o ülkeye taşındıktan sonra ne olmuştu?

Singapur'da insanlardan sonra keşfedilmeye değer bir hiç şüphesiz de yeme içme yerleri, rooftop barları, otelleri ve şık restaurantları var. Deneyimlediğim yerleri, kendimce bloğumda paylaşacağımı da söylemiştim.

Le Comptoir

Singapur'a geldiğimden beri güzel Fransız peynirleri yemek için O Batignolles'e gitmek istiyordum.
O Batignolles'den önce O Comptoir'a gitmek varmış.
Bunların ikisi de Fransız mekanları.
O Comptoir'ı ben çok beğendim. Böyle barlar sokağı gibi bir sokakta, cıvıl cıvıl. Ortam gerçekten de Avrupa gibi. Küçücük bir masa ve etrafında yüksek tabureler. Şaraplar çok güzel. Müzikler güzel.
Tekrar gidebileceğim bir yer. Ama...
Adadada bu kadar gökdelen varken ve hepsinin tepesine çıkmayı azmetmişken sıra gelir mi bilmem.

TOWN - The Fullerton Hotel

Singapur'un en eski, en prestijli ve en görkemli otellerinin başında gelen Fullerton otelinde bir öğle yemeği organizasyonu için Town restaurantta buluştuk.
Binanın içindeki kemerli yapıların, köprülerin, Rönesans şatolarından esinlenmiş yuvarlak merdivenlerin arasından Town restoranına doğru ilerlerken doğrusu bir an için, yapay da olsa tarihin içinde sandım kendimi. Mimarisi ve dekorasyonu harika, çok elegan ve ince bir zevkle döşenmiş.

Yemekler ise "gourmand" a değil tam olarak bir "gurmet"ye hitap edecek cinsten.
Son derece rafine bir buffet. Buffet içinde İtalyan, Hint ve Japon esintileri bulunmakta, sushi, sashimi ve somon sevenler için biçilmiş kaftan.
Peynir ve tatlı bölümleri çok yaratıcı. Fransa'da bile iyisi kolay bulunmayan beaufort yedim. Ve enfesti. O kadar çok çeşit var ki hepsini deneyebilmeniz mümkün değil.
Ancak gitmeden ev yapımı dondurmanın tadına bakmanızı şiddetle tavsiye ederim.