Türkçe, Fransızca, İngilizce beğenerek takip ettiğim bloglar var.
Bunların başında Scott Adams'ın dilbert.com adlı bloğu geliyor.
Scott Adams bloğunda hayatın her alanına uygulanacak willpower diye bir conceptten bahsediyor.
Nedir willpower? Türkçeye çeviremeyeceğim; bu nedenle willpower olarak kullanmaya devam ediyorum.
(Willpower: the ability to delay gratifications, resisting short-term tentations in order to get long-term goals.)
Scott Adams, her kişinin sınırlı willpower'a sahip olduğunu ve willpower rezervimizi doğru yere doğru miktarda aktarmamız gerektiğini, aynı anda birden fazla alana willpower aktarırsak bunlardan birinde büyük ihtimalle kötü seçimler yapacağımızı söylüyor.
Çünkü mücadele ettiğimiz her alanın bir "steep price" ı var. Başka bir yerden çıkma ihtimali var.
Dolayısıyla, hayatımızda, willpower aktarmamız gereken yerler üzerinde iyileştirme yapmalıyız.
Yani ihtiyacımız olan düzenli bir diet sisteminin willpower'a ihtiyaç duymaması gerekiyor.
İnsanların başaramamasındaki sorun şurda: Yiyecekleri, lezzetli yiyecekler - az kalorili tadsz yiyecekler, carbonhidrat - protein gibi sınıflara ayırıp, belirli bir süre kendilerini bir grubun yiyeceklerini tüketmek zorunda hissedip, diğer grubun yiyecekleri için hala ölüp bitmeleridir.
İnsan, kendisiyle, bu kadar uzun süre mücadele halinde yaşayamaz...
Diğer bir deyişle yaşam kalitemizi arttırmak için willpower kullanmak zorunda kaldığımız alanlar üzerinde değişiklik yaratabilirsek sınırlı willpowerımızı başka alanlara çevirebiliriz.
Kalıcı değişiklikleri ancak artık willpower kullanmadığımız anda gerçekleştirebiliriz.
İnsanlar yıllarca bana şöyle dedi:
"Her gün spora nasıl gidiyorsun? Bana çok zor geliyor, sen bu motivasyonu nasıl buluyorsun?"
Ne cevap vereceğimi genelde bilemezdim. Benim için bu durum o kadar natüreldi, o kadar hayatımın bir parçasıydı ki; "Bilmem ki; ben yürümeye başladığımdan beri spor yapıyorum, alışkanlık herhalde" tarzı birşeyler gevelerdim.
Ama şimdi biliyorum cevabı.
Her gün spor yapıyorum, bu bana hiç zor gelmiyor, hatta bunu hiç düşünmüyorum bile.
Çünkü spor yapmak için willpower rezervimden hiç kullanmıyorum.
Peki ya sağlıklı beslenme için kullanılan willpower?
Şimdi burada bir parantez açmak istiyorum.
Anthony Robbins'in kitaplarından öğrendiğim birşey var: Bütün eylemlerimizi sadece iki duygu yönetir. Acı ve Zevk.
Biz, herşeyi ya acıdan kaçmak için yaparız, ya zevke ulaşmak için...
Öyleyse kalıcı çözümler üretmek için ne yapmamız lazım?
Acıyı nereye, zevki nereye bağladığımızı kendimize öğretmemiz lazım.
Esas sorun insanların kısa dönemde acıdan kaçıp zevke ulaşma yolunda eğilim göstermesi ve dolayısıyla uzun vadedeki zevki yaşayamamasıdır.
Daha ince ve fit olmanın potansiyel zevki, sağlıklı beslenme adına bir takım yiyeceklerden mahrum olma acısının karşısında yenilgiye uğrar.
Yoksa insan, kendisine zararı olacağını bildiği halde neden pastaları börekleri yutar, çikolataları, dondurmaları yer?
İnsan acıdan kaçmak için daha çok şey yapar, zira zevke ulaşmak için yapılacaklar daha zahmetlidir.
İşte bu yüzden diyete inanmıyorum.
Diyet yapıp acımızı kısa dönemde kontrol altına almak başarılı olmayacaktır.
Çünkü hala acıyı o şişmanlatıcı güzel yemekleri yiyememeye bağlıyoruzdur.
Sağlam ve sağlıklı insanlar, hiçbirşeyin tadı, kendini zayıf hissetmek kadar güzel değildir derler.
Zevki sağlıklı yiyeceklere bağlarlar.
Bu değişikliğin kalıcı olabilmesi için, acıyı o yiyecekleri yemeye bağlamalıyız ki bir daha onları hiç arzulamayalım.
Zevki de bizi besleyen, bize enerji veren ve vücudumuza gereğinden fazla kalori olarak girmeyecek yiyecekleri tüketmeye ve akabinde fit bir vücuda sahip olacağımız düşüncesine bağlamalıyız.
Vücudumuzu ne isteyip ne istemeyeceğimize programlayabiliriz. Bu mümkün.
Acıyla zevkin yerini değiştirebiliriz. Kısa dönemli zevklerden kaçabiliriz.
Ve vücudumuzun değerini anlayıp ona saygı duymayı, ona zarar veren hak etmediği yiyeceklerle onu doldurmaktan vazgeçmeyi öğrenebiliriz. Bu vücut bizim...
Enerji seviyemiz, hislerimiz dahi ne yediğimizle yakından alakalı.
Bazı yiyecekleri tükettikten sonra kendimizi inanılmaz dinamik, enerjik, hafif ve mutlu hissediyoruz. Oysa ki, eminim hepinizin başına gelmiştir, bazı yiyecekleri tükettikten hemen sonra enerji seviyemiz düşüyor, kendimizi yorgun, ağır ve mutsuz hissediyoruz.
Mesela basit karbonhidratların bunu yaptığını hissetmişsinizdir.
Öğle yemeğinde iş yerinde şöyle yanık peynirli güzel bir fırında patates, veya peyaz pirinç, ekmek yedikten sonra halbuki enerjinizi yani besininizi henüz almışken uykumuzun geldiği, kendimizi yorgun ve halsiz hissettiğimiz olmuştur.
Tabi, bunların dışında, yerken hiç hesaba katmadığımız ama yedikten sonra pişmanlık duygusuyla bir anda agresivleştiğimiz, mutsuzlaştığımız durumlara hiç girmiyorum bile...
Çikolatayı ceviz ve badem sayesinde bıraktım.
Çevremdeki arkadaşlarım bazen bana bakıp, günde nasıl iki paket çikolata yediğime inanamazdı.
Bazen 200'er gr'dan iki paket. Hem de siyah çikolata falan da değil, bayağa bildiğiniz pralineli, karamelli, ballı, bademli sütlü çikolatalar...
Haydi bir şekilde aldığım kaloriyle yaktığım enerji arasında bir denge var diyelim peki ya vücuduma depoladığım şeker?
Bugün artık şekerin zehir olduğunu, insanın ömründen çaldığını, yemesi çok keyifli ama vücudunuza akıllara zarar zararlar verdiğini bilmeyen yok. Haydi şimdi genciz yedik, sindirdik. Ya sonra? Ya sonra çıkarsa yıllarca vücudumuza depo ettiğimiz gereksiz şekerin acısı?
Bir gün böyle imana geldim birden. Tak diye bıraktım çikolatayı. Evde paket paket duran çikolatalara baktım ve dedim ki; evet çok tatlısınız, çok keyiflisiniz ama getirdiğiniz zevk, vücuduma verdiğiniz zararı karşılamıyor..
Dolayısıyla acıyı çikolatayı yemeğe bağladım.
Ve zevki şekerden uzak durarak kendime ne kadar iyi bir şey yaptığım duygusuna...
Ancak...
Scott Adams'ın anlattığı gibi, çikolatayı hayatımdan çıkartmak için willpower rezervimden bir miktar aktarmak zorunda kaldım. Ve anladım ki; çikolatanın yerine birşey koymam lazım.
Koymazsam; ya bu kararlılığım kısa sürecek ve bir süre sonra çikolata yeme alışkanlığım tekrar geri gelecek... Ya da birden fazla cephede etkili savaşamayacağım için başka birşeye yenik düşeceğim.
Çikolatanın yerine bademi koydum. Cevizi, fındığı, kuru inciri, kuru kayısıyı koydum.
Sabahları kahvemin yanında koca bir avuç badem yiyorum. Bazen bir paketin tamamını yiyorum.
Badem de kalori açısından hiç masum değil.
Ama en azından faydaları saymakla bitmiyor. Cildime yarıyor, saç uzatıyor, antioxydant, E vitamini içeriyor...
Ama bir de öyle birşey yapıyor ki... : İştahımı dengeliyor.
Sırf badem yediğim için fazla acıkmıyorum, kendimi her zaman dinamik hissediyorum ve bir sonraki öğünlere çok aç oturmadığım için karnımı tıka basa doldurmuyorum.
Tabi işin bir de "sosyal yiyici" kısmı var. Eğer herhangi bir yerde tatlı yememiz gerekiyorsa reddetmek olmaz. Ancak porsiyonun büyüklüğünü seçmek bizim elimizde.
Cindy Crawford'un en yalın diyet reçetesi bu: Bir kare çikolataya evet demek, ikincisini reddetmek.
Sağlıklı yiyecekler neler hepimiz biliyoruz.
Sadece onlardan yemek istemeye kendimizi programlayabiliriz.
Sağlıklı yiyeceklerdeki genel kanı tadlarıyla ilgili. Yeterince zevk vermediği için insanlar uzun süre bu tadlara dayanamıyorlar. Ancak bu tadları siz değiştirebilirsiniz.
Mesela badem gibi gayet kalorili olan peynir de yemeklerimin vazgeçilmez bir parçası benim.
Size faydası olan yiyeceklerle aralarındaki tad arasında doğru bir korelasyon yakalamak sizi başarıya götürecekse, o halde tadını istediğinizi seviyeye getirmek için yağ, tuz ve peynir eklemekten çekinmeyin. Basit carbonhidratlardan ve şekerden uzak durun yeter.
Sonra bir gün bir de bakmışsınız canınız pizza, makarna, börek değil bir tabak brokoli çekmeye başlamış...
Sağlıklı Yaşam Serisi (4) : Personal trainerın gözünden kilo veremeyen insanlar
Sağlıklı Yaşam Serisi (3) : Leptin hormonunun salgılanmasına izin vermezseniz kilo veremezsiniz.
Sağlıklı Yaşam Serisi (2) : Montignac Metodu
Sağlıklı Yaşam Serisi (1) : Herşey denge meselesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder