25 Ocak 2015 Pazar

Yeni oyunlarla hayat devam ediyor...

Uzun zamandır yazamadım, ama siz bloğumu ziyaretsiz bırakmamışsınız, teşekkür ederim. Belli bir süre için rafa kaldırdığım Türkçe klavyemin üzeri bile toz tutmuş.
Yazamadım, malum annem burdaydı.

Halbuki yeni yıl mesajı yazacaktım daha... 2014'te iz bırakanlar yazısı yazacaktım.
Zaman mekan gibi durağan birşey değil ki.
Mesela Paris'i hiç hayatınızda görmediniz. Bu yıl, öteki yıl, ya da ondan sonraki yıl gelirsiniz.
Paris bir yere gitmiyor. Ve büyük ihtimalle herşeyi yerli yerinde öylece duruyor...
Ama zaman öyle mi?
Zaman tsunami gibi, ya da bir kasırga...
Biz önde koşuyoruz, o arkadan kovalıyor. Onun henüz geçmediği yerlerde hayat var. O geçtikten sonra yok...
Bazı anları önceden en ince ayrıntısına kadar düşünüp hazırlıyoruz, sonra n'oluyor? Tsunami gelip geçiyor üstünden zamanın o noktasının, biz yine önde koşmaya devam...
Neymiş? Sadece bu an varmış. Ve hepsi de o kadarmış.

Bazı anların içi daha doludur. Ve o dopdolu anlar soluksuz peşpeşe birbirini kovalar bazen.

Yazamadım. Kusura bakmayın, tsunaminin önünde koşarken doludizgin yaşamakla meşguldüm.
Anneciğim Paris'teydi. Ve anlar çok kıymetliydi. Yaşamaktan yazamadım.

Bu ilk noeliydi. Ve Noel ağacının altında hediyeleri vardı.





Sirk sezonu açılmıştır.

Bir yazımda söylemiştim. Bu sene benim hediyelerim hizmet şeklinde gelecek diye.
Benim hediyelerimden biri Paris'te Noel döneminin olmazsa olmazı sirkti.
7 Ocak için muhteşem CİRKAFRİKA gösterisine biletlerimizi almıştım bile.
Afrika yöresel müzikleri ve motifleriyle bezenmiş şahane bir akrobatik sirk gösterisiydi.
Cirque Phenix sağolsun her sene muhteşem sirkler getiriyor Paris'e. 


Daha önce Pekin sirkinin müptelası olduğumu her sene gidebileceğimi söylemiştim. Doğru.
Pekin sirki kusursuz. Hayranlık duyuyor insan, neredeyse sıfır hata bir gösteri.
Ama Cirkafrika öyle değil. Defalarca atlayamadılar, tutamadılar, hedefi yerine vuramadılar, çok hata yaptılar ama enerjileri ve yüzlerindeki o mutlu, eğlenceli ifade yok mu, herkesi coşturmaya yetti.































Sonra eve geldik...
Her taraf tek bir haberle yıkılıyor : Charlie Hebdo
Evime yürüme mesafesinde bir yerde dünyayı yerinden oynatan bir terör olayı.
Charlie'yim veya değilim, muhabbetine girmeyeceğim. Zaten ne fark eder?
Dünya neden böyle bir yer oluyor, ve daha da kötüye gidiyor?
Tabi ki bu, cevap beklemeyen retorik bir soru. 

Nefeslerimizi tutup günlerce takip ettik en ince detayına kadar. Hemen ertesi günü olay mahaline gittik. Charlie Habdo'nun sokağı polis tarafından kapatılmıştı, sadece o sokakta oturanlara giriş vardı. Her yerde dünyanın dört bir yanından gelmiş canlı yayın araçları ve insan kalabalığı...



Derken ertesi gün bir süpermarket basıldı biliyorsunuz. Hele orası evimin bir paralel caddesi. Bütün gün havada uçuşan helikopterleri ve yollarda bitmeyen sirenleri dinledik. Yine yollar trafiğe kapalı.
Çok acaip günlerdi.

Sonra o efsanevi 11 Ocak yürüyüşü.
Tabi yürüyüş demeye bin şahit ister, zira kimse bir yere yürüyemedi.
Bütün Paris ordaydı. Cumhuriyet meydanına çıkan bütün sokaklar insan doluydu ve ilerlenmiyordu.
Aslında en enteresan olan kısmı bu kadar çok yaşlının olmasıydı. Orta yaşlı falan değil, düpedüz sağlık ve hatta yürüme problemi olan yaşlılar ordaydı. Bastonuyla dahi zor yürüyen, hatta tekerlekli sandalyesinde gelen bir sürü 70 yaşının üzerinde insan vardı. Kimse evinde kalmamış, hayatında ilk defa böyle bir yürüyüşe katılmış.

Sular biraz duruldu.
Hiçbirşey eskisi gibi olmıycak diyorlar ama oluyor. Neden olmasın ki? Adaptasyon mecbur.
Şimdiden herkesin dilinden düştü bile konu. Herkesin hayatı devam ediyor.
Bence en çok okuldaki çocuklar etkilenecek. Sıra arkadaşına dahi şüpheli gözüyle bakacak.

Neyse, ben bu konuları yazmak istemiyorum. Zaten bütün sohbetlerimizde haylice var.
Özellikle Paris'te yaşayan birisi olarak...

YENİ OYUN : DİXİT

Mesela...

Dün bizim evde yine oyun günüydü.

DİXİT diye bir oyun denedik önce.

Her oyuncunun eline farklı farklı konseptlerde, bazıları abuk subuk resimli kartlar veriliyor.

Sonra oyuna başlayan kişi elindeki kartlardan birini seçip onu ifade eden bir ya da birkaç kelime söylüyor.

Diğer oyuncular da elindeki kartlardan bu anahtar kelimeyi ifade edebilecek en yakın kartı seçiyor.
Herkes seçtiği kartları kapalı bir şekilde ortaya koyuyor.

Sonra oylama başlıyor. Tabi anahtar kelimeyi söyleyen oyuncu oymalaya katılmıyor.
Amaç anahtar kelimeyi söyleyen kişinin kartını bulabilmek.
Ancak, o anahtar kelimeyi, onu seçen kişinin kartından daha iyi ifade eden başka oyuncuların da kartları olabilir. İşte oyunun zevki burda başlıyor.

Eğer, tüm oy kullanan oyuncular anahtar kelimeyi seçen kişinin kartını bulabilirse, tüm oyuncular 3'er puan alıyor. Anahtar kelime sahibi hiç puan alamıyor.
Ancak, bir kişi bile anahtar kelime sahibi kişinin kartını bulabilir, diğer oyuncular başka kartlara oy kullanırsa, anahtar kelimeyi seçen ve o kartı bulan kişi 3'er puan alıyor.
Ve, kendi kartına oy kullanılan kart sahibi de 1 puan alıyor. Ama o karta oy kullanan puan almıyor. Sadece kendi sırası olmadığı halde kendisine oy kullandırtabilen kart 1 puan alıyor.

Yani neymiş, anahtar kelimeyi seçerken çok açık seçik bir şey belirlemek değil; bulunmak ama aynı zamanda bulunmamak isteyen bir strateji gütmekmiş.

Gerçi, hiç oyun kazanamayan sevgilim, rafinelikten son derece uzak, kartında denizin içini gördüğünde "suyun altında" diyerek, kartında ağaç, çiçek gördüğünde "bitki" diyerek yaratıcılık ve hayalgücü düzeyi son derece düşük bir şekilde oynasa da oyunu 30 puanla birinci bitirdi.
Ben de 29 puanla hemen arkasında...

Oynaması çok keyifli, bol gülmeli, dalga geçmeli herkese tavsiye edebileceğim sade ve hayalgücünüzü çalıştırabileceğiniz rafine bir oyun. DİXİT



Bu arada son birşey daha...

Hani benim sevgilim hiç kazanamıyordu ya, dün coştu.

Dixit'in arkasından ABYSS oynadık. Daha önceki oyun yazımı okuyanlar bilir.

( Oyun Oynayalım mı? yazısı için buraya tık tık )


Bu oyunu da, 7. adamını ilk önce dikerek 80 puanla birinci bitirirdi.

Bense 6 adamla 79 puan alıp, yani nerdeyse 6 adamla oyunu kazanabilecek halde 2. bitirdim.

Valla kazansaydım öyle diyecektim bunlara.
Size karşı oyunu kazanmam için 6 adam yetiyor görüyorsunuz...
Diyemedim.

Neyse, bizim Laune gibi halamın şeyi olsaydı amcam olurdu muhabbeti yapmayayım şimdi.

Yeni yazılarda görüşmek üzere...

2 yorum:

  1. Elinize sağlık, kısa ve güzel bir tur oldu sizin oralara... :-)

    YanıtlaSil
  2. Her zaman beklerim Macit Bey. Surekli bildiriyorum bizim buralardan... :-)

    YanıtlaSil