Saat sabahın 5'i...
Hem hâlâ gece, hem biraz sabah...
Hem biraz karanlık, hem biraz aydınlık...
Yarı siyah yarı beyaz, ne tam uykulu, ne tam uyanık...
Belki biraz gerçek, belki biraz rüya...
Biraz kararsız, belli belirsiz, ya bir erkek ya da bir kız...
Sabah çok erkendi, yatmadım bir daha. Pencereden dışarı baktım. Ne çok sessizlik vardı. Dinledim.
Pencereyi açtım. Hava ne kadar temizdi... Doyasıya içime çektim.
Çöpleri çıkardım. Herkes daha uyuyordu ama iş başındaki çöpçüleri gördüm.
Turuncu tulumlarının içinde ne kadar sevimli görünüyorlardı. Bu saatte nasıl bu kadar turuncu olabiliyorsunuz diye sormak geldi içimden. Yapmadım... Sahi niye yapmadım ki?
Bir bebeğin gülüşünü bir de zürefanın sesini duydum. Zürefa nasıl ses çıkartır bilir misiniz?
Ben biliyorum. Berlin'den geldi zürefa. En iyi arkadaşımız o bizim.
Ne kadar şanslıyım, zamana meydana okuyan, eklene eklene giden zincirin ilk halkalarına tanık olan arkadaşlarım var. Bir tanesi daha dün yanımdaydı.
Öyle çok sevdim ki varlığını alıp içime sokasım geldi. Yapmadım. Sahi niye yapmadım ki?
Kendime bir kahve yaptım. Elime kitabımı aldım.
Gün ağarmadı daha, sabahın 5'inde bilfiil yaşıyor olmak ne güzel. Yol almış hissediyorum kendimi.
Gerçi okuduğum kitapta öyle demiyor. "Yol almaya değil, yol olmaya çalış." diyor.
Oyle olsun...