Kış Uykusu, Nuri Bilge Ceyhan, 32 yıl aradan sonra kazanılmış Altın Palmiye ödülü...
3 saat 15 dakika boyunca zihin haritamızın en ücra köşelerine yapılacak saf bir iç yolculuk...
Nuri Bilge Ceylan'ın hayran kalınası gerçekçiliği; insan ruhunun kimsenin bilmediği karanlık yanlarını, iç çelişkilerini, tutarsızlıklarını, gölgelerini, gel-gitlerini, çoğu zaman mecburen veya tercihen, yapmacıklığını, ikiyüzlü taraflarını, arayışlarını, kayboluşlarını, kayboluşlardaki çırpınmalarını, "acıtma" isteğini, kayboluşlardaki iletişimsizliği, anlayışsızlığı, yanlış anlama-anlaşılma durumlarını, hep bir arayış, kayboluş, yüze çıkmaya tırmalayış, yine dibe batış ve yine arayış döngüsünü, her yeni diyalog sahnesiyle tek tek ayrı bir vuruşla gözlerimizin önüne seriyor.
Varoluşçu mekanizma doludizgin işliyor.
3 saat 15 dakika sabır ve dikkat isteyen, günümüzün yaşam hızı düşünüldüğünde bir çoğumuza daha baştan zor gelecek bir özveri talep ediyor film.
İnsanlığın çeşitli yüzlerini ortaya çıkaran, birbirine kenetlenmiş bir sürü gizemin bağlarını yavaş yavaş çözmeyi hedefleyen filmin bu 3 saat 15 dakikaya ihtiyacı olduğunu filmden çıkınca anlıyor insan.
Kulaklarımızda çınlayan, belleklerimize kazınan diyaloglarla ve olaylarla örülü film 3 saat 15 dakika kendine zahmetsiz bağlıyor.
Bir Zamanlar Anadolu'da filmini izlemeden evvel de böyle düşünmüştüm. Ancak Nuri Bilge Ceylan filmlerinde insana zamanı unutturan çok atipik bir özellik var:
Filme başladığınız ilk dakikalarda bir film izlemekte olduğunuzu unutuyorsunuz. Ve filmin içine giriyorsunuz. Sanki o sinema ekranında gördüğünüz kişi sizsiniz, ve diğeri sevgiliniz, ve diğeri kardeşiniz, diğeri çevrenizde gördüğünüz sıradan kişiler...
Ve siz bu türden konuşmaları defalarca yaptınız hayatınızda, ve bu tür olay örgüleri içinde defalarca bulundunuz, defalarca birinin söylemek istediklerini yanlış anladınız, ve defalarca birisi kendi doğrularına sıkı sıkı yapışıp sizin ne demek istediğinizi anlamadı, defalarca birinde çok net gördüğünüz ucu size de dokunan kötü bir kişilik özelliğinin o kişi farkında bile değildi, defalarca eleştiriye açık olduğunuzu söylediniz ancak söylenenleri duyunca kendinizi asla öyle göremediniz, savunmaya geçtiniz, defalarca bir insanı kendi koşullarında değerlendiremediniz, vardığı noktayı hoşgöremediniz, yargıladınız...
Yargıladık...
"Ben kimseyi yargılamam" ne kadar kolay söylenen bir laf değil mi?
Sahiden yargılamıyor muyuz acaba? Tabi ki her zaman yargılıyoruz.
Tek fark, o yargı yelpazesini ne kadar geniş ve esnek tutabildiğimiz...
KIŞ UYKUSU : "Bir vicdan tiyatrosu".
Filmin en can alıcı meselelerinden birisi Shakespeare'in vicdan alıntısı:
"Vicdan, güçlülere dehşet salmak ve onları kontrol altında tutmak amacıyla korkakların kullanmayı sevdiği bir sözdür." Türkiye gerçeğini yansıtan filmin anahtar kelimelerinden biri olarak karşımıza bolca çıkıyor filmde vicdan.
Filmde bir hikaye yok, aksiyon yok, takip ettiğimiz bir konu yok. Sadece insan manzaraları var.
Her karakter filme ayrı ayrı hayat veriyor. Her karakterin yolu başka, yolculuğu başka, karanlığı başka..
Haluk Bilginer'i defalarca ekranlarda izledim. Kanlı canlı tiyatroda da izledim.
Ancak bu filmle adeta dünyaya oyunculuk dersi veriyor.
Canlandırdığı karakteri Aydın, 25 sene tiyatroculuk yapmış, büyük bir aktör olmayı başaramamış veya tercih etmemiş popüler kültürün aydınlarından, bölgenin önde gelen zenginlerinden biri. Karısı Nihal'le beraber, babasından kalma oteli işletmek ve burada yaşamak üzere İstanbul'u terk edip Kapadokya'ya yerleşir.
Nihal para kazanmak zorunda olmadığı için çalışmamakta, ancak bu da onu derin bir amaçsızlığın, yalnızlığın, derin bir boşluğun girdabına sürüklemektedir. İşe yaradığını hissetmek ve kendine bir amaç edinmek için hayır işleriyle uğraşmaktadır.
Necla ise Aydın'ın eşinden boşanmış, yine Nihal gibi amaçsız, boşlukta, ve belki tembel ablasıdır. O da bu otelde yaşamaktadır. Necla duygusal açıdan hırpalanmış, yaşadıklarından dolayı tecrübeli ve bu nedenlerle de olaylara ve dünyaya çok daha farklı pencerelerden bakabilen bir kadın. Kafasında dolu dolu fikirleri olan, kafası çalışan ancak buna rağmen eyleme geçip birşeyler yapmaya tenezzül etmeyen, biraz tembel, tabir-i caizsa lafla peynir gemisi yürüten biri. Ortaya attığı
"kötülüğe karşı koymamak" fikri, onları büyük bir tartışmaya ve yine gerginliğe itecektir. Bizleri de düşünmeye...
Modern insanın en büyük sorunlarından birini temsil eden karakterler, birlikteliğin içinde yaşadıkları yalnızlığın üstesinden gelebilmek adına hiçbir adım atmıyor, adeta bu yalnızlığı daha da belirginleştiriyor.
Aslında yaşantılarına çok yalın bir açıdan baktığımızda, her üçü de para pul derdi olmayan, rahat bir hayata sahip, öte yandan bencil, kendi doğrularıyla yaşayan, bir diğerine tahammül edemeyen, ve bu ıssız bölgede bir otelin duvarları arasına sıkışmış insan manzaraları...
Filmdeki tartışma sahneleri ve diyalogları sinemanın tanıklık edebileceği en muhteşem senaristlik ve yönetmenlik becerilerinden biri.
Aydın'ın, yerel gazeteye yazı yazarken arkadaki kanapede uzanan Necla'yla aralarında geçen tartışmaların derinliği ve boyutu tam bir edebi şaheser.
Aydın, Necla'nın deyimiyle çok iyi bilmediği konularda bile "ahkam kesmeyi" seven, birçok konuda net ve değiştirilemez sabit fikirleri olan ve bunları sorgulama gereği hiçbir zaman duymamış biri. Diğer yandan, yazdıklarının okunmasını ve ona fikir beyan edinilmesini istiyor.
Şahsen benim de hayatta en sevmediğim sorulardan birisi
"Nasıl buldun? Beğendin mi?" sorusudur.
Zira bu soruya verebileceğim yanıt senin beklediğin yanıt değilse beni iki şık arasında bırakıyorsun demektir. Birincisi kendimi çiğneyip yalan söyleyeceğim, ikincisi doğruyu söyleyip aramızın bozulmasına neden olacağım.
Dolayısıyla bu soru ya hiç sorulmamalı, ve kişinin fikrini beyan edip etmeme takdirini kendisine bırakmalı, ya da duyacağın cevap hoşlanmayacağın bir şey de olsa onu karşılayabilecek esneklikte olmalı.
Necla ve Aydın arasında da aynen buna benzer bir tartışma yaşanıyor.
Aydın, Necla'nın, yazdıklarıyla ilgilenmesini, bir fikir beyan etmesini içten içe talep ediyor, ancak Necla'nın söylediklerini karşılayamıyor ve kaldıramıyor.Oysa ki Necla'nın tavrı aslında yapıcı, ancak Aydın anlayamıyor.
Aydın herşeyi en iyi kendisinin bildiğini sanan ve diğerlerinin söylediklerinde doğruluk payı var mıdır diye düşünme zahmetine girmeyen biri. Din, inanç ve imamın nasıl olması gerektiği üzerine ahkam kesiyor, diğer yandan birşeye inanmayı acizlik olarak nitelendiriyor, diğer yandan birşeye inanmamayı amaçsızlık olarak nitelendiriyor. Zira Aydın fikirlerini olgular üzerinden değil, kişiler üzerinden oluşturuyor.
Aslında Necla'nın söylediklerinden fazla acıtan bir taraf olmasa da, ve hatta gerçekçi eleştirel bir gözlem olsa da Aydın söylediği hiçbirşeyin altında kalmıyor.
Toplum olarak karşımızdakinin sözlerinin iyice dinlemeden hiçbir lafın altında kalmamak adına laf yetiştirme eğilimimiz Nuri Bilge Ceylan tarafından yüzümüze çok güzel bir şekilde çarpılıyor.
Nihal'in yaşam hikayesinin derinliklerine indiğimizde ise insanın var olma amaçlarının yoksunluğu ve duygusal bir boşlukta nasıl bir çıkmazın ve mutsuzluğun içine girebileceğini daha iyi anlıyoruz.
Nihal kendi ayakları üzerinde duramadığından kendisine dair yıllar içinde bir değersizlik hissi geliştirmiş olup, şimdi bunu hayır işleriyle tatmin ederek kaybettiği özgüvenini tamir etmeye çalışmakta. Aslında o başkalarının ihtiyaçlarına muhtaç. Diğer açıdan bakarsak Aydın'ın durumu da bunun bir benzeri değil mi?
Necla'daki güçlü duruş Nihal'de yok. Nihal henüz zihinsel haritasını, hayattaki duruşunu oluşturamamış bir karakter.
Necla yaşadıklarından birşeyler çıkartabilmiş, birşeyler öğrenebilmiş, hayatına yön verecek bir eyleme geçemese de, davranış ve düşüncelerine yön verebilmeyi hedefleyen biridir.
Bu nedenledir ki; Nihal'le olan uzun bir tartışma sonrasında;
"bu laf sokmalar, iğneli iğneli konuşmalar, bu dudaklarını bükerek gülümsemeler, bu aşağılayıcı, küçümseyici tavırlar... bütün bunlardan o kadar sıkıldım ki... " der.
KÖTÜLÜĞE KARŞI KOYMAMAK NE DEMEK?
Filmin seyirciyi uzun bir süre meşgul ettiği bir sorunsal ortaya atıyor Necla : Kötülüğe karşı koymamak.
Mesela diyor, evinize bir hırsız girmiş ve gece yarısı hırsızla burun buruna geliyorsunuz.
Hiç karşı koymasak, ne almak istiyorsan al git desek hırsıza, ve hırsız belki utanacak kendinden, ve çalmaktan vazgeçecek, belki de tamamen...
Mesela biri beni öldürmek mi istiyor, karşı koymamak, gel öldür istiyorsan demek...
Aydın'ın Hitler ve Yahudi örmeği itiraf etmeliyim ki dahice...
Tabi Aydın bu, herşeye illa ki muhalefet olacak, birşeyle karşı fikirle çıkmak üzerinden gücünü ve farklılığını empoze etmeye çalışacak illa ki...
Aydın da der ki; nasıl yani mesela Hitler Yahudiler'i gaz odasına toplarken Yahudiler şöyle mi desin, yok biz kötülüğe karşı koymayalım, Hitler hiç zahmet etmesin biz kendimiz geliriz, sonra Hitler de aaa eferin bak bunlar kendiliğinden gelmiş tıpış tıpış hadi hemen alın bunları gaz odasına mı desin... Saçma yani.
Necla'nın Nihal'le yaptığı bir tartışmada yine karşımıza çıkar bu sorunsal ve iç çözümleme.
Mesela der Necla, ben eski kocamın bana yaptıklarına hiç karşı koymasaydım, herşeye izin verseydim belki bir gün gelecekti anlayacaktı, ve utanacaktı yaptıklarından, söylediklerinden ve şimdi hala beraber olacaktık... Ve hatta şimdi onu arayıp özür dilemek geçiyor içimden der...
Ben şahsen filmdeki Necla karakterini çok olgun, ermiş, erdemli buldum. Kanatları kırılmış biraz. Oracığa, o otele, o kanapeye ilişivermiş. Tekrar kıpırdayacak gücü bulamamış kendinde. Ama kafası çürümemiş. Hep düşünmüş, düşünce üretmiş.
Ama gün gelecek ayaklanacak biri o. Kanatlarını onaracak ve bence oradan uçacak...
Filmde Suavi, Levent, Hamdi, İsmail gibi çok güçlü yan karakterler de mevcut.
Hamdi karakterine mesela hem çok gülüyoruz, hem de ekonomik acizliğin, ve eli kolu bağlanmışlığın insanı ne kadar zayıf düşürebildiğini ve asla meydan okuyamayacağınız insanların önünde ne kadar yalaka ve yapmacık yapabildiğini görüyoruz. İçimiz sızlıyor.
Meydan okuyamamak evet... Hırs, hınçla ve öfkeyle dolmak ama bunu yutmak, dışarı çıkaracak güçte olmamak...
İsmail'in küçük oğlu yapıyor bunu. Çocuk işte, saklayamıyor içinde kinini, öfkesini. Bir taş atıp camını kırıyor arabasının Aydın'ın. Ve sonra, imkansızlıkların verdiği eziklikle zorla özür dilemeye götürülüyor.
O küçük çocuk bile ne kadar şahane ayna tutuyor toplumun hem alt hem üst benliklerine...
Çalışkan ve zeki bir çocuk. Matematiği de seviyor. Ne olmak istiyor ? : Polis.
Evet bir hikaye yok, bir olay örgüsü, takip ettiğimiz bir konu yok.
3 saat filmi izliyoruz 5 dakikalık yol almıyor belki. Zira filmin kaygısı birşeyleri bir yerlere bağlamak değil.
Sadece çözümlemeler var. Terapi gibi iç dökmeler var...
Sırada kimin düğümünü çözeceğiz diye bekliyoruz adeta.
Hayalgücüne fazla bir alan bırakmayan, tüm karaketlerin teker teker teşhir edildiği bir film.
Paris'te kocaman kocaman billboard'larda bir film için kullanabilecek en üstün sıfatlarla tanıtılıyor. Her yerde reklamı var. Metrolarda, sokaklarda her yerde...
Unutulmaz bir şaheser olarak nitelendiriliyor.
Bir Türk filminin afişlerini haftalardır Paris sokaklarında görmekten ne kadar gurur duysam azdır.
Kış Uykusu, Altın Palmiye Ödülünü hedefleyen küçük hesaplarla mı yapıldı acaba?
Türkiye'de çok ta eleştirildi Nuri Bilge Ceylan ve Kış Uykusu.
Oryantalizme başvurarak Cannes jürisini etkilediği söylendi.
Dünyaca tanınan Kapadokya'yı tercih etmesi çok hesaplı bir seçim denildi.
Oryantalist merakı uyandıracak her türlü malzemenin bilhassa ölçülüp tartılarak konulduğu düşünüldü.
Altın Palmiye Ödülü jüri kadrosunun "kibirli Fransız şımarıklığıyla", Ceylan'ın tüm bu çabalarını görüp takdir ederek, "Bu kadar postmodernizm Türkiye'ye çok bile. Bon pour l'orient." deyip, tepeden bakan Fransız kibiriyle "aferin" çekerek verdikleri bir ödül olduğu iddia edildi.
Filmi izlerken benim de aklımdan buna benzer birşey geçti. Dedim ki kendi kendi, evet ben filmi çok beğendim, içindeki diyalogları, çözümlemeleri, insan manzaralarını, bu kültüre ait ne varsa aktarılma şeklini çok etkileyici buldum.
Ancak, dedim ki kendi kendime; Altın Palmiye Jürisi bu filmi anlayabilmiş mi ki?
Yani gerçekten ne anlamışlar acaba bu filmden, onlarla konuşmak isterdim, diye düşündüm.
Zira Türk olmayan, bu kültürde doğup, büyümemiş, bu topraklarda yoğrulmamış birisinin sırf alt yazılarla bu filmi gerçekten anlayabilmesi ne kadar mümkün olabilir ki acaba. ?
Ki, arada Fransızca alt yazıları da okudum, nasıl çevirmişler diye merak ettim. Çeviri kalitesinin de inanılmaz yüksek olduğunu, en zor ifadeleri dahi en iyi şekilde aktardıklarını söyleyebilirim.
Velev ki Ceylan iddia edildiği gibi Altın Palmiye ödülü hesaplarıyla gitti. Eeee?
Türkiye'de bir bilim kurgu filmi yapıp Altın Palmiye ödülü alacak değiliz herhalde.
O halde yaptığı hesaplar tuttuğu için, hedefine ulaştığı için Nuri Bilge Ceylan'ı her halükarda tebrik etmek lazım.
Tebrik ediyorum.
Ayrıca,
Ben şu kötülüğe karşı koymama fikrini çok sevdim.
Ve ben buradan birşey öğrendim.
Bundan böyle, aynen Necla'nın dediği gibi, bırakıcam kendimi karşı koymıycam, aksi cevap vermiycem, kim bana kötü birşey yapmak isterse yapsın...
Ben senin yoluna girip sana karşı koyacağıma, koymayıp seni kendi yoluma çekeceğim. Kim bilir... Necla'nın dediği gibi, utanır, sıkılır, pişman olur, vazgeçer, tövbe ederiz belki.
Denemeye değmez mi?