Japonların kendine özgü bir giyim tarzı var.
Herşey çok fashion, çoğu zaman abartılı.
Öyle, bir kot, bir gömlek giyip çıkacak insanlar değil.
Özellikle kadınlar...
İlle de mini ille de mini...
Metrekareye bu kadar çok çarpık bacaklı kadının düştüğü bir ülkede, bu kadar çok kadının mini giymekte bu kadar ısrar etmesi sahiden enteresan.
Japon kadınlari bacaklarının güzel olmamasıyla ünlü, ama onlar için fark etmiyor.
Ille de mini etek, süper mini shortlar...
Ve altına kalın külotlu çoraplar ve şahane botlar, çizmeler...
Kadın cinsinin bu mini takıntısının bir şekilde bir açıklaması vardır. Ama ne?
Zira, güzel olan birşeyde ısrar edilir değil mi? Çirkin olanı kamufle etmeye eğilimlidir insanoğlu. Güzel değil, mini yakışmıyor, tabi bu benim fikrim, Japon toplumun genelinin benimle aynı fikirde olmadığı çok aşikar.
Ortaokul, lise öğrencilerinin etek boyuna öğretmenler oy vererek karar veriyor.
Ben, bunu, ortaokul ve lise zamanlarından beri giydikleri etek boyunun çok çok kisa olmasıyla açıklıyorum.
Ayrıca, ülkenin genelinde, fantezilere çok eğimli bir zihniyet hakim.
Eylemde olmasa dahi, zihniyette pedofiliye yatkın bir toplum.
Siz hangi ülkede gördünüz, ortaokul kızlarının, o yıl giyeceği formanın etek boyuna, o okulun hocalarının oy kullanarak karar verdiğini?
Ve genel eğilim etek boyunun mümkün olduğu kadar kısa olması yönünde.
Şimdi bu fantezi değildir de nedir?
Ben mi sapığım yoksa?
Kadınlarda bu mini takıntısı ve kıyafetlerindeki abartı öyle bir boyutta ki, yolda veya metroda, bu kadın acaba normal bir kadın mı diye düşünmekten alamıyoruz kendimizi.
Zira, sokaklar böyle abartılı giyinen kadınlardan ibaretse Japonların hayat kadınları nasıl giyiniyor, merak ediyorum.
Şahsen, Paris'in meşhur St Denis'inde gördüğüm kadınlarla, Tokyo'da metrolarda gördüğüm kadınlar arasında hiçbir fark yok.
Japon kadını yürümesini bilmiyor.
Ha bir de bu var. Japon kadını yürümeyi bilmiyor.
Yani bildiğin yürüyemiyorlar. Beceremiyorlar.
O "Geta" denilen Japon takunyalarıyla yürümek kolay mı öyle...
"Tabi" denilen çorabı giyiyorlar bir de üzerine, hani başparmağı diğer 4 parmaktan ayıran çorap.
Bir kere görünüş tam bir felaket. Şu çorap ve takunyayı hangi zevke hitaben giyiyorlar anlamak mümkün değil.
Eh haliyle o çorap ve takunyayla yürüyemiyorlar, böyle penguen gibi bıdı bıdı minik minik adımlarla ilerliyorlar.
Gençler belki artık o takunyaları giymiyor ama botlarla, normal ayakkabılarla onlar da yürüyemiyor.
Çünkü anneleri de yürüyemiyordu...
Yani yürüyememe durumu bence genetik, ırsi...
Direk kuşaktan kuşağa bedenin aktardığı, pardon aktaramadığı bir yeti...
Günümüzde düzgün ayakkabıyla bile yürüyemeyen kızların bir suçu yok...
Olay tamamen genetik, anneden geçme...
Valla ne diyim...
Japon kadını üzerine söylenecek şeyler bitmez de bitmez...
Hani kitap gibi kadın derler ya, Japon kadını aynen öyle, çevir çevir oku.
Görünen o ki ben Japon kadınına kafayı hafif taktım.
Daha çok konuşacağım anlaşılan...
Japon kadini yurumeyi bilmiyor.
Sumo gurescilerinin herkesin onunde torenle kesilen at kuyrugu...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
28 Aralık 2012 Cuma
Japon kadını yürümeyi bilmiyor.
Libellés :
balayi,
Dunya turu,
etek boyu,
geta,
japon kadini,
Japonya,
mini etek,
tabi,
Tokyo,
yurumek
25 Aralık 2012 Salı
Noel: Görkemli bir Paris, Lunapark gibi sofralar...
Paris'te Noel...
Yılın bu zamanını cok seviyorum, o kadar güzel bir dönemi ki senenin, insani kavrayip içine çekiveriyor, aralık sonu şehir bir başka parlıyor.
Ve şehir parlıyor sahiden de...
Paris'in bir adi da bu: Ville de la lumière... Işıklar şehri...
Noel zamani daha da bir haller oluyor Paris'e, sehir resmen defile yapiyor...
Paris'in iki kıyafeti var, bir gündüz bir de gece..
O gece ışıklarıyla bezenmiş görkemli tuvaletini bir giydi mi uzerine, bakmaya, böyle, şehrin her yerine dokunmaya doyamaz insan...
Alice harikalar dıyarinda misali bir dekor.. gerçekle sanal arasında kendinize yer bulmaya çalışır, bu harika rüyadan ancak metroya bindiginizde uyanirsiniz...
Bir de herkesteki o muhteşem hediye telaşı, görülmeye değer, yaşamaya değer..
Aman aman... kimi nasıl memnun edeceğini bilemeyen, meselenin güzelliğinin hediye paketinin herkesin kendi eliyle yapilmasi gerektiğine inanan Christmas çocuklari...
Durup bir düşünün, su anda sizi de nasil mutlu edeceğini düşünen, öyle hediyeler, öyle hediye paketleri arayan insanlar var, sehrin bir yerlerinde gezinen...
Yilin en şımarık ayı olsa gerek aralık...
Kışın insanın kanını donduran soğuğuna rağmen bir sevgi ve heyecan seli...
Noel geliyor, başka bir şeye benzemez...
Nasıl bir ziyafettir o Noel sofraları...
Sadece yediklerimizle midelerimiz degil görsel ziyafetle ruhumuz doyar. ..
Peçeteler kırmızı kurdelayla bağlı, sofranın üzerinde kırmızı gül yaprakları...
Şamdanı, mumları, noel baba figürinleri...
Yiyeceklerin biri gider biri gelir, tam bir şölen...
Masanın üzeri zaten Lunapark misali, heryerinde bir renk, bir cümbüş, bir hareket, bir neşe...
Kaz ciğeri, şampanyası, istiridyesi, somon fümesi, kestaneli hindisi, "bûche" denilen özel pastasi, yine ve yine sampanyasi...
Noel cocuguyum ben..
Içim kıpır kıpır, gözlerim fırıl fırıl..
Ruhum ışıl ışıl...
Yılın bu zamanını cok seviyorum, o kadar güzel bir dönemi ki senenin, insani kavrayip içine çekiveriyor, aralık sonu şehir bir başka parlıyor.
Ve şehir parlıyor sahiden de...
Paris'in bir adi da bu: Ville de la lumière... Işıklar şehri...
Noel zamani daha da bir haller oluyor Paris'e, sehir resmen defile yapiyor...
Paris'in iki kıyafeti var, bir gündüz bir de gece..
O gece ışıklarıyla bezenmiş görkemli tuvaletini bir giydi mi uzerine, bakmaya, böyle, şehrin her yerine dokunmaya doyamaz insan...
Alice harikalar dıyarinda misali bir dekor.. gerçekle sanal arasında kendinize yer bulmaya çalışır, bu harika rüyadan ancak metroya bindiginizde uyanirsiniz...
Bir de herkesteki o muhteşem hediye telaşı, görülmeye değer, yaşamaya değer..
Aman aman... kimi nasıl memnun edeceğini bilemeyen, meselenin güzelliğinin hediye paketinin herkesin kendi eliyle yapilmasi gerektiğine inanan Christmas çocuklari...
Durup bir düşünün, su anda sizi de nasil mutlu edeceğini düşünen, öyle hediyeler, öyle hediye paketleri arayan insanlar var, sehrin bir yerlerinde gezinen...
Yilin en şımarık ayı olsa gerek aralık...
Kışın insanın kanını donduran soğuğuna rağmen bir sevgi ve heyecan seli...
Noel geliyor, başka bir şeye benzemez...
Nasıl bir ziyafettir o Noel sofraları...
Sadece yediklerimizle midelerimiz degil görsel ziyafetle ruhumuz doyar. ..
Peçeteler kırmızı kurdelayla bağlı, sofranın üzerinde kırmızı gül yaprakları...
Şamdanı, mumları, noel baba figürinleri...
Yiyeceklerin biri gider biri gelir, tam bir şölen...
Masanın üzeri zaten Lunapark misali, heryerinde bir renk, bir cümbüş, bir hareket, bir neşe...
Kaz ciğeri, şampanyası, istiridyesi, somon fümesi, kestaneli hindisi, "bûche" denilen özel pastasi, yine ve yine sampanyasi...
Noel cocuguyum ben..
Içim kıpır kıpır, gözlerim fırıl fırıl..
Ruhum ışıl ışıl...
Libellés :
isiklar sehri,
lunapark,
Noel,
noel sofralari,
paris,
Paris'te hayat
23 Aralık 2012 Pazar
Sumo güreşçilerinin hayatî çorbası, yaşam döngüsü, saçlarının örgüsü...
Ogleden sonra Ryogoku semtindeki sumo muzesini gezmeye koyuluyoruz. Herkesin bildigi gibi sumo guresi Japonya'da onemli bir spor.
Aileler 15 yas civarindaki erkek çocuklarini "BEYA" denilen sumo komunotesine verebilmek için birbiriyle yarisiyor.
Bu genç yaslarinda kabul edilen çocuklar, birkaç sene evlerine gonderilmiyorlar. Nedeni: sumo alemine mutlak bir baglilik ve sadakat gelistirebilmeleri.
Sumo alemi tamamen hierarsik.
Topluluga yeni katilan genç guresçiler yani junior guresçiler, senior guresçilerin her isini yapiyor.
Yemeklerini yapiyorlar. Servislerini yapiyorlar, ortaligi topluyorlar. Tam bir çomezlik donemi yani.
Junior sumo guresçilerinin antrenmanlari sabah 4'te basliyor.
Sabah 6'da da senior sumocularin antrenmani basliyor.
Sumo guresçilerinin çorbasini kesfettim ya, yemin billah Japonya'da çorba içmem. Neme lazim...
Sumo muzesinin bulundugu Ryogoku semti eskiden en buyuk sumo okullarinin bulundugu semtmis.
Sumo guresçilerinin sismanlamak için içtigi ozel bir çorba var.
Bu asiri kalorili çorbalar civardaki restaurantlarda da halka sunulmaya baslanmis daha sonralari.
Valla bu bilgiyi aldim ya Tokyo'da hiçbir yerde çorba içmem, belli mi olur, "lost in translation" kapsaminda yanlis çorbayi isteyiveririm neme lazim...
Sumo muzesinde, çesitli sumo okullarinin, diger sporlardaki forma mantiginda giydikleri kostumler sergileniyor.
Onlar nasil mukemmel islemeler oyle, harika...
Hersey isil isil parlarken kuyrugunuzu kestiler... Acimiyor mu?
Yalniz çok hard core bir torenleri var.
Sumolarin meshur bir saç orgusu var, hepimiz biliriz.
Hani su yukaridan siki bir at kuyruguyla topuz gibi tutturulmus uzun bir saç.
Sumo guresçileri, kariyerlerine son verecekleri zaman jubile misali bir tören düzenleniyor.
Ve bu törende herkesin önünde bu "sumo örgüsü" kesiliyor.
Ve bir daha hayatı boyunca bu örgüden yapma hakkı yok.
Bence dayanılması zor bir tören.
Onur verici mi, parlak bir dönemin sona erişinin habercisi mi, sumo güreşçilerinin simgesi bu örgünün kesilmesiyle bu gücün geri alınması mı....?
Parlak bir kariyerin prestiji şüphesiz ömür boyu yok olmayacak.
Ama... Saç örgünüzü kestiler.
Acımıyor mu?
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Aileler 15 yas civarindaki erkek çocuklarini "BEYA" denilen sumo komunotesine verebilmek için birbiriyle yarisiyor.
Bu genç yaslarinda kabul edilen çocuklar, birkaç sene evlerine gonderilmiyorlar. Nedeni: sumo alemine mutlak bir baglilik ve sadakat gelistirebilmeleri.
Sumo alemi tamamen hierarsik.
Topluluga yeni katilan genç guresçiler yani junior guresçiler, senior guresçilerin her isini yapiyor.
Yemeklerini yapiyorlar. Servislerini yapiyorlar, ortaligi topluyorlar. Tam bir çomezlik donemi yani.
Junior sumo guresçilerinin antrenmanlari sabah 4'te basliyor.
Sabah 6'da da senior sumocularin antrenmani basliyor.
Sumo muzesinin bulundugu Ryogoku semti eskiden en buyuk sumo okullarinin bulundugu semtmis.
Sumo guresçilerinin sismanlamak için içtigi ozel bir çorba var.
Bu asiri kalorili çorbalar civardaki restaurantlarda da halka sunulmaya baslanmis daha sonralari.
Valla bu bilgiyi aldim ya Tokyo'da hiçbir yerde çorba içmem, belli mi olur, "lost in translation" kapsaminda yanlis çorbayi isteyiveririm neme lazim...
Sumo muzesinde, çesitli sumo okullarinin, diger sporlardaki forma mantiginda giydikleri kostumler sergileniyor.
Onlar nasil mukemmel islemeler oyle, harika...
Hersey isil isil parlarken kuyrugunuzu kestiler... Acimiyor mu?
Yalniz çok hard core bir torenleri var.
Sumolarin meshur bir saç orgusu var, hepimiz biliriz.
Hani su yukaridan siki bir at kuyruguyla topuz gibi tutturulmus uzun bir saç.
Sumo guresçileri, kariyerlerine son verecekleri zaman jubile misali bir tören düzenleniyor.
Ve bu törende herkesin önünde bu "sumo örgüsü" kesiliyor.
Ve bir daha hayatı boyunca bu örgüden yapma hakkı yok.
Bence dayanılması zor bir tören.
Onur verici mi, parlak bir dönemin sona erişinin habercisi mi, sumo güreşçilerinin simgesi bu örgünün kesilmesiyle bu gücün geri alınması mı....?
Parlak bir kariyerin prestiji şüphesiz ömür boyu yok olmayacak.
Ama... Saç örgünüzü kestiler.
Acımıyor mu?
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
beya,
Dunya turu,
Japonya,
Ryogoku,
sumo çorbasi,
sumo guresçileri,
sumo saç orgusu,
Tokyo
18 Aralık 2012 Salı
Matrix'teki gibi beynime Japonya'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
15 Ekim 2011
Japonya'ya gelmeden once herkesin Lost in Translation filmini seyretmesi gerekir. Cocuklugumuzun hayalet avcisinin (B. Murry) yasadiklari bos seyler degil. Hepsi dogru.
Bu sabah gune çok erken baslayalim diyoruz. Meshur tarihi semt ASAKUSA'ya gidecegiz.
Shinjuku metro istasyonuna variyoruz.
Iste orada basliyor, butun bu Lost in Translation hikayemiz.
Binlerce kere kayboluyoruz.
Kaybolmak ne kelime, boyle kalakaliyoruz, ne yone gidecegimizi, nerden ne bileti alacagimizi bilemiyoruz.
Allah'im bu insanlar bu kadar seri bir sekilde nereye gidiyor? Nasil bu kadar hizli hareket ediyorlar, bu metro biletlerini nerden almislar, nereye gideceklerini nasil bu kadar net biliyorlar?
Hayat o kadar hizli akiyor ki Tokyo'da ve ozellikle Shinjuku'da, kimsenin 10 saniye durup bilgi verecek vakti yok.
Matrix filmindeki gibi beynime, "Japonya'da hareket edebilme" yetisi yuklensin istiyorum.
Valla oyle boyle degil. 2 saat kaybediyoruz Shinjuku metro istasyonunda.
Deli tavuk gibi don don ayni yerde sayiyoruz. Bir kere hersey Japonca yaziyor. Ingilizce bir "exit" yazisi koymuslar.
Mesaj belli, hiç girmeyin, siz en iyisi hemen çikin burdan...
Fransa'da ve diger Avrupa ulkelerindeki gibi metro hatlari Tokyo'da tek bir sirketin tekelinde degil.
Nereye gitmek istiyorsan ona gore seçiyorsun metro kartini.
3-4 tane farkli sirketin hatti var. Her sirketin hatti baska baska yerlerden geçiyor.
Ve gideceginiz yer ayni sirketin hatti uzerinde bulunmuyorsa her hat degisiminde de ayrica para oduyorsunuz.
Tam bir kaos !!!
SUICA metro kartimizi dolduruyoruz. Nereye gittiginden tam emin olamadigimiz metroyu beklemeye basliyoruz.
Tokyo'nun ziyaretçi akinina ugrayan tapinagi ASAKUSA
Asakusa'ya variyoruz.
Minik minik sokaklari, tapinaklari ile çok cici turistik bir yer burasi.
Cok ilginç, çevrede gordugum hersey, her detay simdiye kadar gordugum herseyden farkli.
Asakusa 1923 yilindaki yikici depreme karsi koyabilse de, 2. dunya savasi sonundaki bombalara karsi koyamamis ve harabeye donmus. Sonra renove edilmis. Bu nedenle gorduklerimin hangisi eski, hangisi yeni bilmiyorum.
Her yer dilek dileme yeri...
Agaca bilmem ne bagliyorsun, oraya mum dikiyorsu, su tenekeye para atiyorsun ve bir dilek diliyorsun. Bu tapinaklarin etrafi dilek dileme pazari yani. Sistem takir takir çalisiyor.
Rivayete gore ibadet etmekten elleri ayaklari dusmus...
Biz de ortama uyuyoruz.
Kolsuz bacaksiz kirmizi bir rahip kafasi biblosu aliyoruz.
Hikayesi de var.
Rivayete gore bir zamanlar bir rahip varmis.
O kadar çok dua etmis, o kadar çok dua etmis ki, ruhsal ve zihinsel ibadete kendisini o kadar çok adamis ki; sonunda elleri ve ayaklari dusmus. Zira artik yasamak için sadece beynine ihtiyaci varmis, bedenine degil.
Bu rahibin biblolarini yapmislar. Goz kisimlarini da bos birakmislar yani goz yok, beyaz.
Inanisa gore bu rahibin biblosunu birine hediye ediyorsun.
Hediyeyi alan kisi bir dilek diliyor.
Ve gozlerden birini siyaha boyuyor.
Dilegi gerçeklesirse diger gozu de boyuyor.
Japonlar'in evlerinde tek gozu boyali ya da her ikisi de boyanmis bu biblolardan gormek çok alisageldik bir durummus. Ve bu konusulmazmis, sadece gormek gerekiyormus.
Biz de ne yaptik?
Sevgilimle bu biblolardan alip birbirimize hediye ettik.
Evimizde 2 tane kirmizi rahip biblosu var. Biri onun, biri benim.
Ya gozleri? Hâlâ biri mi boyali. Yoksa ikisi de mi?
Soyleyemem ki...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Japonya'ya gelmeden once herkesin Lost in Translation filmini seyretmesi gerekir. Cocuklugumuzun hayalet avcisinin (B. Murry) yasadiklari bos seyler degil. Hepsi dogru.
Bu sabah gune çok erken baslayalim diyoruz. Meshur tarihi semt ASAKUSA'ya gidecegiz.
Shinjuku metro istasyonuna variyoruz.
Iste orada basliyor, butun bu Lost in Translation hikayemiz.
Binlerce kere kayboluyoruz.
Kaybolmak ne kelime, boyle kalakaliyoruz, ne yone gidecegimizi, nerden ne bileti alacagimizi bilemiyoruz.
Allah'im bu insanlar bu kadar seri bir sekilde nereye gidiyor? Nasil bu kadar hizli hareket ediyorlar, bu metro biletlerini nerden almislar, nereye gideceklerini nasil bu kadar net biliyorlar?
Hayat o kadar hizli akiyor ki Tokyo'da ve ozellikle Shinjuku'da, kimsenin 10 saniye durup bilgi verecek vakti yok.
Matrix filmindeki gibi beynime, "Japonya'da hareket edebilme" yetisi yuklensin istiyorum.
Valla oyle boyle degil. 2 saat kaybediyoruz Shinjuku metro istasyonunda.
Deli tavuk gibi don don ayni yerde sayiyoruz. Bir kere hersey Japonca yaziyor. Ingilizce bir "exit" yazisi koymuslar.
Mesaj belli, hiç girmeyin, siz en iyisi hemen çikin burdan...
Fransa'da ve diger Avrupa ulkelerindeki gibi metro hatlari Tokyo'da tek bir sirketin tekelinde degil.
Nereye gitmek istiyorsan ona gore seçiyorsun metro kartini.
3-4 tane farkli sirketin hatti var. Her sirketin hatti baska baska yerlerden geçiyor.
Ve gideceginiz yer ayni sirketin hatti uzerinde bulunmuyorsa her hat degisiminde de ayrica para oduyorsunuz.
Tam bir kaos !!!
SUICA metro kartimizi dolduruyoruz. Nereye gittiginden tam emin olamadigimiz metroyu beklemeye basliyoruz.
Tokyo'nun ziyaretçi akinina ugrayan tapinagi ASAKUSA
Asakusa'ya variyoruz.
Minik minik sokaklari, tapinaklari ile çok cici turistik bir yer burasi.
Cok ilginç, çevrede gordugum hersey, her detay simdiye kadar gordugum herseyden farkli.
Asakusa 1923 yilindaki yikici depreme karsi koyabilse de, 2. dunya savasi sonundaki bombalara karsi koyamamis ve harabeye donmus. Sonra renove edilmis. Bu nedenle gorduklerimin hangisi eski, hangisi yeni bilmiyorum.
Her yer dilek dileme yeri...
Agaca bilmem ne bagliyorsun, oraya mum dikiyorsu, su tenekeye para atiyorsun ve bir dilek diliyorsun. Bu tapinaklarin etrafi dilek dileme pazari yani. Sistem takir takir çalisiyor.
Rivayete gore ibadet etmekten elleri ayaklari dusmus...
Biz de ortama uyuyoruz.
Kolsuz bacaksiz kirmizi bir rahip kafasi biblosu aliyoruz.
Hikayesi de var.
Rivayete gore bir zamanlar bir rahip varmis.
O kadar çok dua etmis, o kadar çok dua etmis ki, ruhsal ve zihinsel ibadete kendisini o kadar çok adamis ki; sonunda elleri ve ayaklari dusmus. Zira artik yasamak için sadece beynine ihtiyaci varmis, bedenine degil.
Bu rahibin biblolarini yapmislar. Goz kisimlarini da bos birakmislar yani goz yok, beyaz.
Inanisa gore bu rahibin biblosunu birine hediye ediyorsun.
Hediyeyi alan kisi bir dilek diliyor.
Ve gozlerden birini siyaha boyuyor.
Dilegi gerçeklesirse diger gozu de boyuyor.
Japonlar'in evlerinde tek gozu boyali ya da her ikisi de boyanmis bu biblolardan gormek çok alisageldik bir durummus. Ve bu konusulmazmis, sadece gormek gerekiyormus.
Biz de ne yaptik?
Sevgilimle bu biblolardan alip birbirimize hediye ettik.
Evimizde 2 tane kirmizi rahip biblosu var. Biri onun, biri benim.
Ya gozleri? Hâlâ biri mi boyali. Yoksa ikisi de mi?
Soyleyemem ki...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
Asakusa,
balayi,
Dunya turu,
Gördüğüm Tapınaklar,
Japonya,
kirmizi rahip kafasi,
Matrix,
metro,
Shinjuku,
Suica,
Tokyo
11 Aralık 2012 Salı
Ben de Japon kadını olmak istiyorum...
Ben erkek olsam, hiç düşünmem kendime bir Japon kadını bulurum.
Nasıl yumuşacıklar, nasıl tatlılar, nasıl anaçlar...
Geri planda olmayi kabul ediyorlar, tercih ediyorlar.
Kendilerini ön plana atmıyorlar.
Güçlü bir duruşları var, ama bu gücü insanın gözüne sokmuyorlar.
Dişi bir yanları var, vamp kadın da olabiliyorlar, bizim anladığımız türden bir sexapellik sergilemiyorlar.
Edilgen bir tavırları var ama diğer taraftan sağlam yapılarından ödün vermiyorlar.
Güçlü ve ateşli diye bilinen Akdeniz ve Latin kadınından daha ateşliler bence. Ülkeye zaten sex fetiszmi hakim. Daha ilkokuldan başlıyorlar minicik etekler giymeye, sexi çağrıştıran bir görünüme sahip olmaya...
Latin kadınından Japon kadınına "terfî" etmek istiyorum.
300 Spartali'daki kadınların tarifini hatırlıyor musunuz?
Aha işte o biziz. Ege'li kadınlar.
Ege kadınıyım, zaman zaman kendimi Latin kadını sanarım.
Ama yıllar sonra, bugün, birden Japon kadını olmak istiyorum ben.
Olabilir miyim acaba?
Onlar kadar tatlı, yumuşak, hiç sorun çıkartmayan, adamı yormayan, herşeye kolayca uyum sağlayan, boyun eğen, anaç... bir kadın olabilir miyim?
Ben bir erkek olsam hiç düşünmem. Bulurum bir Japon kadini, sonra da ohh bee derim, ne iyi yapmisim, diger kadinlarla geçer mi bu hayat? Buyuk egolu, guçlu, fazla kisilikli kadinlarla...
Sahsen ben bir kadin olarak buyulerine kapiliyorum.
Bakislarinin yumusakligi içine dalip gidiyorum. Memnun olmasaniz dahi birseyden, bu yuzlere bakip çikisamiyorsunuz. Olmuyor.
Edilgen gorunuyorlar ama islerini biliyorlar, aslinda herseyi onlar yonetiyorlar.
Avrupali kadinlar gibi erkekle esit, herseyi yapabilecek kadar gozukara durmuyorlar ama onlarin yontemi farkli. Geleneksel kadin rollerini takinarak, hiç te birsey hissettirmeyerek, içten içten isliyorlar insana yapmak ve yaptirmak istediklerini...
Japon kadinina karsi koyamadik, solugu sushi barda aldik.
Shinjuku sokaklarinda nerede yemek yiyelim diye dusunup dururken bir de baktik kendimizi bir sushi barda bulmusuz. Aslinda aynen o yukarida bahsettigim Japon kadinlarindan birinin çekim gucune kapilip daldik içeriye...
Biz kararsiz kararsiz bakinirken sokakta, bir Japon kadini, tum yumusakligi ve sevecenligiyle bize oyle bir "içeri girin, yer var" dedi, oyle bir tavir sergiledi ki karsi koyamadik.
Içeri girer girmez bizi karsilamak için gurultu yapiyorlar.
Japonya'daki sushi barlarinin çok eneteresan bir karakteri var.
Içeriye her yeni musteri girdiginde, ortadaki sushi barin içinde yer alan asçilar, tabaklari birbirine vurarak veya bir çani sallayarak, yeni gelen musteriye hosgeldin dercesine melodili ve bilinçli bir gurultu yapiyorlar. Yaninda birseyler de soyluyorlar.
Ne dediklerini anlamiyoruz ama o ahenkli gurultu iyi hissettiriyor kendini insana.
Sushi barin ortami da fevkalade sicak, sevimli.
Ortada kare bir bar. Herkes barin etrafinda yanyana taburelerde oturuyor.
Ortada bir ray var, asçilar yaptiklari sushileri renkli renkli tabaklara koyup rayin uzerine birakiyorlar. Her renk tabak bir fiati temsil ediyor. Içindeki sushiye gore degisiyor. Ray dondukçe tabaklar her musterinin onunden geçiyor, dilediginizi aliyorsunuz. Bazi sushiler ise ozel siparis gerektiriyor. Sana ozel yapip veriyorlar.
Harika !!!
Insanlarin yalnizliga topluca teslim olusu çok çarpici...
Bir onceki yazimda Tokyo'daki insanlarin yalnizligindan bahsetmistim. Sanirim bundan her yazimda bir paragraf geçecegim. Zira sehrin topluca buna teslim olusu inanilmaz çarpici.
Yemek yenilecek yerlerin çogunda insanlar tek baslarina yiyebilsinler diye tek kisilik bolumler var. Ama oyle boyle degil, her iki yaninda barikat var ve onunde duvar... Bu sekilde yemek yemege gelen bir suru insan...
Bizim yemek yedigimiz sushi bardayiz. bir cuma aksami saat 23'e geliyor. Takim elbiseli, elinde is çantasiyla bir Japon tek basina geldi oturdu yanimdaki tabureye.
Turist olusumun verdigi cesaretle yanimdaki Japon'a dondum ve "cuma aksamlari da hep boyle geç saatlere kadar çalisir misiniz?" dedim Ingilizce.
Adam var ya, ne oldugunu, felegini sasirdi.
Once bir saga sola bakti, kim bu kadin, benimle mi konusuyor aman Tanrim der gibi...
Oyle bir panikle bakmaya basladi ki etrafina, yardim istercesine bardaki ascilara, bize, diger musterilere..
Anlayamadigim sey; bu korku, bu panik, bu "aman allahim ben ne yapicam" hali neden?
Tamamen mutlak bir yabanci durup duruken onunla konustugu için mi?
Bu yabanci bir kadin oldugu için mi?
Ingilizce bilmedigi için mi?
Yoksa... Ezik, silik yasayip giderken, birileri benim var oldugumu fark etti, ben ne yapicam simdi hali mi?
Anlayamadim...
Anladigim ise:
"Belki bu aksam bu yemekte yalniz olmayabilirsin" in bir tehdit olusu...
Bu mutlak yalnizligin bir an için yabanci bir kadin tarafindan kesilmesi, bunun karsisinda bu genç adamin iki ayaginin bir pabuca girmesi ve nasil tepki verecegini kesinlikle bilememesi...
Iyi ki sushi barlar var.
Yalniz basina gelip, bir suru insanla beraber yemek yiyormussun hissi veriyor.
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Nasıl yumuşacıklar, nasıl tatlılar, nasıl anaçlar...
Geri planda olmayi kabul ediyorlar, tercih ediyorlar.
Kendilerini ön plana atmıyorlar.
Güçlü bir duruşları var, ama bu gücü insanın gözüne sokmuyorlar.
Dişi bir yanları var, vamp kadın da olabiliyorlar, bizim anladığımız türden bir sexapellik sergilemiyorlar.
Edilgen bir tavırları var ama diğer taraftan sağlam yapılarından ödün vermiyorlar.
Güçlü ve ateşli diye bilinen Akdeniz ve Latin kadınından daha ateşliler bence. Ülkeye zaten sex fetiszmi hakim. Daha ilkokuldan başlıyorlar minicik etekler giymeye, sexi çağrıştıran bir görünüme sahip olmaya...
Latin kadınından Japon kadınına "terfî" etmek istiyorum.
300 Spartali'daki kadınların tarifini hatırlıyor musunuz?
Aha işte o biziz. Ege'li kadınlar.
Ege kadınıyım, zaman zaman kendimi Latin kadını sanarım.
Ama yıllar sonra, bugün, birden Japon kadını olmak istiyorum ben.
Olabilir miyim acaba?
Onlar kadar tatlı, yumuşak, hiç sorun çıkartmayan, adamı yormayan, herşeye kolayca uyum sağlayan, boyun eğen, anaç... bir kadın olabilir miyim?
Ben bir erkek olsam hiç düşünmem. Bulurum bir Japon kadini, sonra da ohh bee derim, ne iyi yapmisim, diger kadinlarla geçer mi bu hayat? Buyuk egolu, guçlu, fazla kisilikli kadinlarla...
Sahsen ben bir kadin olarak buyulerine kapiliyorum.
Bakislarinin yumusakligi içine dalip gidiyorum. Memnun olmasaniz dahi birseyden, bu yuzlere bakip çikisamiyorsunuz. Olmuyor.
Edilgen gorunuyorlar ama islerini biliyorlar, aslinda herseyi onlar yonetiyorlar.
Avrupali kadinlar gibi erkekle esit, herseyi yapabilecek kadar gozukara durmuyorlar ama onlarin yontemi farkli. Geleneksel kadin rollerini takinarak, hiç te birsey hissettirmeyerek, içten içten isliyorlar insana yapmak ve yaptirmak istediklerini...
Japon kadinina karsi koyamadik, solugu sushi barda aldik.
Shinjuku sokaklarinda nerede yemek yiyelim diye dusunup dururken bir de baktik kendimizi bir sushi barda bulmusuz. Aslinda aynen o yukarida bahsettigim Japon kadinlarindan birinin çekim gucune kapilip daldik içeriye...
Biz kararsiz kararsiz bakinirken sokakta, bir Japon kadini, tum yumusakligi ve sevecenligiyle bize oyle bir "içeri girin, yer var" dedi, oyle bir tavir sergiledi ki karsi koyamadik.
Içeri girer girmez bizi karsilamak için gurultu yapiyorlar.
Japonya'daki sushi barlarinin çok eneteresan bir karakteri var.
Içeriye her yeni musteri girdiginde, ortadaki sushi barin içinde yer alan asçilar, tabaklari birbirine vurarak veya bir çani sallayarak, yeni gelen musteriye hosgeldin dercesine melodili ve bilinçli bir gurultu yapiyorlar. Yaninda birseyler de soyluyorlar.
Ne dediklerini anlamiyoruz ama o ahenkli gurultu iyi hissettiriyor kendini insana.
Sushi barin ortami da fevkalade sicak, sevimli.
Ortada kare bir bar. Herkes barin etrafinda yanyana taburelerde oturuyor.
Ortada bir ray var, asçilar yaptiklari sushileri renkli renkli tabaklara koyup rayin uzerine birakiyorlar. Her renk tabak bir fiati temsil ediyor. Içindeki sushiye gore degisiyor. Ray dondukçe tabaklar her musterinin onunden geçiyor, dilediginizi aliyorsunuz. Bazi sushiler ise ozel siparis gerektiriyor. Sana ozel yapip veriyorlar.
Harika !!!
Insanlarin yalnizliga topluca teslim olusu çok çarpici...
Bir onceki yazimda Tokyo'daki insanlarin yalnizligindan bahsetmistim. Sanirim bundan her yazimda bir paragraf geçecegim. Zira sehrin topluca buna teslim olusu inanilmaz çarpici.
Yemek yenilecek yerlerin çogunda insanlar tek baslarina yiyebilsinler diye tek kisilik bolumler var. Ama oyle boyle degil, her iki yaninda barikat var ve onunde duvar... Bu sekilde yemek yemege gelen bir suru insan...
Bizim yemek yedigimiz sushi bardayiz. bir cuma aksami saat 23'e geliyor. Takim elbiseli, elinde is çantasiyla bir Japon tek basina geldi oturdu yanimdaki tabureye.
Turist olusumun verdigi cesaretle yanimdaki Japon'a dondum ve "cuma aksamlari da hep boyle geç saatlere kadar çalisir misiniz?" dedim Ingilizce.
Adam var ya, ne oldugunu, felegini sasirdi.
Once bir saga sola bakti, kim bu kadin, benimle mi konusuyor aman Tanrim der gibi...
Oyle bir panikle bakmaya basladi ki etrafina, yardim istercesine bardaki ascilara, bize, diger musterilere..
Anlayamadigim sey; bu korku, bu panik, bu "aman allahim ben ne yapicam" hali neden?
Tamamen mutlak bir yabanci durup duruken onunla konustugu için mi?
Bu yabanci bir kadin oldugu için mi?
Ingilizce bilmedigi için mi?
Yoksa... Ezik, silik yasayip giderken, birileri benim var oldugumu fark etti, ben ne yapicam simdi hali mi?
Anlayamadim...
Anladigim ise:
"Belki bu aksam bu yemekte yalniz olmayabilirsin" in bir tehdit olusu...
Bu mutlak yalnizligin bir an için yabanci bir kadin tarafindan kesilmesi, bunun karsisinda bu genç adamin iki ayaginin bir pabuca girmesi ve nasil tepki verecegini kesinlikle bilememesi...
Iyi ki sushi barlar var.
Yalniz basina gelip, bir suru insanla beraber yemek yiyormussun hissi veriyor.
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
3 Aralık 2012 Pazartesi
Tokyo insanının hareket hızı başımı döndürüyor.
SHINJUKU Tokyo'nun en buyuk merkezlerinden biri.
Malum, ulasim her yere kolay olsun diye burayi tercih ettik.
Tokyo'nun meshur luxe gokdelenlerinin ve eglenceli sokaklarinin toplandigi bir yer Shinjuku.
Gündüz harıl harıl çalışan, akşam oldu mu dağıtan bir semt kısacasi.
SUNROUTE adli otelimize yerlesiyoruz.
Bak hotelin onundeki kapi gorevlisi biz iceri girerken yine onumuzde egiliyor.
Her seferinde bir tuhaf oluyorum.
Tokyo'daki evlerin ve otel odalarinin minnacik oldugunu duymustum. Ancak, biraz abartmislar sanki... Sunroute otel odamiz gayet yeterli buyuklukte ve çok guzel.
En çok hosuma giden detay da yatagin uzerine birakilmis yukatalar...
Sabahlik tarzinda. O kadar cici ki insanin uzerinden çikarasi gelmiyor.
Uzaymekigi gibi bir sehir TOKYO
Havaalanindan Shinjuku'ya gelinceye kadar soluksuz Tokyo'yu izliyorum.
Sehir tek bir merkezde toplanmamis.
Aynen Los Angeles gibi, genis ve buyuk bir alana yayilmis.
Sehrin altyapisi inanilmaz... Gelismislik hat safhada.
Uzay mekigi gibi bir sehir.
Yollar, tuneller, kopruler... Hepsi alt alta, ustu uste.
Birbirinin uzerine kat kat insa edilmis 3-5 yol geçiyor.
Hepsi done done farkli istikametlere açiliyor.
Agzi açik kaliyor insanin. Kendini uzay yolunda falan hissediyor, o biçim.
Hele o gökdelenler...
Ayni New York gibi Tokyo da devasa gokdelenlerle dolu.
Ve bunlarin bazilarinin ustunde, aynen Times Square gibi isikli, gorkemli, "gorme" duyunuzu uyaran reklam panolari ve reklam gosterimiyle dolu.
"Beni al" "Beni de al" diye durmadan aglayan tuketim toplumu canavari bu.
Ne bileyim; kultur farki, gelismis, asmis diye Tokyo'yu ayri bir yere koymusum, o canavari burda da gorunce sasirdim.
Luxe gokdelenlerin kullanim biçimi çok enteresan.
Ilk katlar genel olarak alisveris merkezi. Her taraf dukkan, magaza.
Orta katlarda ise is merkezleri ve burolar var.
Gokdelenlerin son katlari ise luxe oteller ve luxe dairelere ayrilmis.
Gokdelenlerin en tepesinde gurultuden uzak, yapay bir bahçesi bile olan bu evler paha biçilmez degerde...
Bu gökdelenlerin son katlarındaki oteller çok meşhur. Tokyo'ya gelen herkese tavsiye ediliyor.
Biz yer bulamadık, bu nedenle ilk 3 gece Sunroute Hotel'deyiz.
Otelimize yerlestikten sonra isikli, gürültülü, hareketli, Vegasvari Shinjuku'yu keşfe çıkıyoruz.
Shinjuku'daki insanlarin hareket hizi basimi döndürüyor.
Bir yerde okumustum.
Bir sehrin büyüklüğünü ve ekonomik gelişmisliğini ölçme parametrelerinden birisi de o şehrin insanlarının adımlarının hızıymış. Gözlemlerime göre doğru bir parametre.
Bunu hayatimda ilk kez Tokyo'da ve tam da Shinjuku'da bu kadar net görüyorum.
Bütün metropollerde inanlar hep bir yere yetisecekmiş gibi hızlı hızlı hareket ederler. Hizli yürürler, hayat hızlı akar, kimsenin kaybedecek vakti yoktur.
İşte bu durum, Tokyo'da, şimdiye kadar gördüklerimin 5 katı...
Shinjuku'daki kavşaklarda, insanlarin yürüme hizi basimi döndürüyor.
Rap rap rap, hepsi asker gibi.
Gözlerimi kapatip onlari görmesem bile, ayak seslerinden, yürürken rüzgarlarinin çikardigi sesten anlayabiliyorum ne kadar hizli hareket ettiklerini.
Hele is çikisi saati geldi mi, aman aman, tam bir kaos !
Ortalik bir insan seli... Akiyor da akiyor...
Sanki herkes isten ayni anda çikis departi almis ve hepsinin birden zinciri çikartilmis ve sokaga salinmis gibi...
Ve dikkatimden kaçmayan, bu isten çikan insan selinin %80'inin erkek olusu. Kadinlar gozden kaçmayacak kadar azinlikta.
Her ne kadar gelismislik düzeyi yukarida bir toplum olsa da, kadinlarin is dunyasinda çok geri planda oldugunu anlamak için is çikisi sokaklara bakmak yeterli.
Cok ama çok fazla iş ve çalisma odakli işleyen bir kültür.
Bu sehirde insanlar en çok is arkadasiyla sosyallesiyor.
Japonya'ya dair okuduklarim arasinda is ve arkadaslik ilişkisinin çok içiçe olduğu bilgisi vardi. Japonlar'in fazla arkadasi olmadigi yaziyordu. Yalniz bir toplum olduğu...
Minicik evlerine de ancak yatmaktan yatmaya gittiklerinden is yerinde geç saatlere kadar kalmak çok alisageldik bir durum.
Bu nedenle Tokyo'da, insanlarin is disinda da, beraber en çok vakit geçirdigi arkadaslari is arkadaslari. Buna her mekanda rastlamak mumkun.
Ozellikle Shinjuku etrafinda aksam 19'dan sonra butun barlar, yemek yenilecek yerler takim elbiseli ve elinde labtop çantali insanlarla dolu. Is yemegine de benzemiyor.
Erkek erkege takilma durumu hakim bir de.
Yani bu sehirde insanlar is arkadaslariyla sosyallesiyor.
PASHINKO'lar "mutsuzluk" ve "yalnizlik" kokuyor.
Daha da içler acisi PASHINKO dedikleri oyun merkezleri.
Yani atari gibi, playstation gibi oyun salonlari.
Pashinkolar çok unlu. Hatta kulturun bir parçasi, ve bunlardan hemen hemen her sokakta var.
Nasil Avrupa'da is çikisi spor salonlari doluyorsa, burada da Pashinkolar aksamlari tiklim tiklim dolu.
Orta yasin uzerinde koca koca adamlar, uzerlerinde takim elbiseleri, briefcase'leri ve ellerinde biralariyla gelmisler, bir makinanin onune geçmisler oyun oynuyorlar.
Içeride nasil bir gürültü ama nasil bir gürültü anlatamam.
Inanilmaz. Dayanilmaz...
Sanki kendi içseslerini dinlemekten olesiye kaçarcasina kendilerini bu dayanilmaz gurultuye birakivermişler...
Oyun oynayan bu adamlarin suratlarina bakiyorum.
Acinasi bir goruntuleri var. Sevgi eksik sanki, insan iliskisi eksik...
Yuzlerindeki mutsuz ifadeyi okumak için insan sarrafi olmak gerekmiyor. Cok açik gorunuyor.
İşten çıkıp kendini atmak isteyecekleri bir yerse burası, iş çıkışı yapabilecekleri en keyifli aktivite buysa... nasil bir hayatları var acaba?
Avrupa "yalnızlık"tan şikayet ediyor. İnsanların kolayca birbiriyle iletişime geçemediğinden, arkadaslik kuramadigindan, sosyallesemediginden...
Ama degilmis. Avrupa'ninki yalnizlik degilmis.
Seçmekmiş. Seçmemekmiş. Seçilmemekmiş...
Toplumsal bir kabulleniş ve bir teslim oluş değilmis.
Çünkü yalnızlık neymiş, bu kadarını ben ilk kez bu aksam gördüm.
Çünkü Tokyo, buram buram "yalnızlık" kokuyordu...
Giyotinden geçtim, elime kelepçe takildi, hucreye atildim: THE LOCK UP
HACHIKO: Sadakat ve bagliligin mukemmel simgesi..
Japon kadini neden bu kadar zayif ? Sirrini açikliyorum.
Golden Gai barlarinin kapisinda "yabancilar giremez" yaziyordu...
Elma elma olali boyle satafatli satisa sunulmadi.
Japon kadini yurumeyi bilmiyor.
Sumo gurescilerinin herkesin onunde torenle kesilen at kuyrugu...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Dunya turu,
gokdelen,
hotel Sunroute,
is arkadasi,
Japonya,
Kaldığım Oteller,
Pashinko,
Shinjuku,
Tokyo,
yalnizlik,
yukata
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)