Japonların kendine özgü bir giyim tarzı var.
Herşey çok fashion, çoğu zaman abartılı.
Öyle, bir kot, bir gömlek giyip çıkacak insanlar değil.
Özellikle kadınlar...
İlle de mini ille de mini...
Metrekareye bu kadar çok çarpık bacaklı kadının düştüğü bir ülkede, bu kadar çok kadının mini giymekte bu kadar ısrar etmesi sahiden enteresan.
Japon kadınlari bacaklarının güzel olmamasıyla ünlü, ama onlar için fark etmiyor.
Ille de mini etek, süper mini shortlar...
Ve altına kalın külotlu çoraplar ve şahane botlar, çizmeler...
Kadın cinsinin bu mini takıntısının bir şekilde bir açıklaması vardır. Ama ne?
Zira, güzel olan birşeyde ısrar edilir değil mi? Çirkin olanı kamufle etmeye eğilimlidir insanoğlu. Güzel değil, mini yakışmıyor, tabi bu benim fikrim, Japon toplumun genelinin benimle aynı fikirde olmadığı çok aşikar.
Ortaokul, lise öğrencilerinin etek boyuna öğretmenler oy vererek karar veriyor.
Ben, bunu, ortaokul ve lise zamanlarından beri giydikleri etek boyunun çok çok kisa olmasıyla açıklıyorum.
Ayrıca, ülkenin genelinde, fantezilere çok eğimli bir zihniyet hakim.
Eylemde olmasa dahi, zihniyette pedofiliye yatkın bir toplum.
Siz hangi ülkede gördünüz, ortaokul kızlarının, o yıl giyeceği formanın etek boyuna, o okulun hocalarının oy kullanarak karar verdiğini?
Ve genel eğilim etek boyunun mümkün olduğu kadar kısa olması yönünde.
Şimdi bu fantezi değildir de nedir?
Ben mi sapığım yoksa?
Kadınlarda bu mini takıntısı ve kıyafetlerindeki abartı öyle bir boyutta ki, yolda veya metroda, bu kadın acaba normal bir kadın mı diye düşünmekten alamıyoruz kendimizi.
Zira, sokaklar böyle abartılı giyinen kadınlardan ibaretse Japonların hayat kadınları nasıl giyiniyor, merak ediyorum.
Şahsen, Paris'in meşhur St Denis'inde gördüğüm kadınlarla, Tokyo'da metrolarda gördüğüm kadınlar arasında hiçbir fark yok.
Japon kadını yürümesini bilmiyor.
Ha bir de bu var. Japon kadını yürümeyi bilmiyor.
Yani bildiğin yürüyemiyorlar. Beceremiyorlar.
O "Geta" denilen Japon takunyalarıyla yürümek kolay mı öyle...
"Tabi" denilen çorabı giyiyorlar bir de üzerine, hani başparmağı diğer 4 parmaktan ayıran çorap.
Bir kere görünüş tam bir felaket. Şu çorap ve takunyayı hangi zevke hitaben giyiyorlar anlamak mümkün değil.
Eh haliyle o çorap ve takunyayla yürüyemiyorlar, böyle penguen gibi bıdı bıdı minik minik adımlarla ilerliyorlar.
Gençler belki artık o takunyaları giymiyor ama botlarla, normal ayakkabılarla onlar da yürüyemiyor.
Çünkü anneleri de yürüyemiyordu...
Yani yürüyememe durumu bence genetik, ırsi...
Direk kuşaktan kuşağa bedenin aktardığı, pardon aktaramadığı bir yeti...
Günümüzde düzgün ayakkabıyla bile yürüyemeyen kızların bir suçu yok...
Olay tamamen genetik, anneden geçme...
Valla ne diyim...
Japon kadını üzerine söylenecek şeyler bitmez de bitmez...
Hani kitap gibi kadın derler ya, Japon kadını aynen öyle, çevir çevir oku.
Görünen o ki ben Japon kadınına kafayı hafif taktım.
Daha çok konuşacağım anlaşılan...
Japon kadini yurumeyi bilmiyor.
Sumo gurescilerinin herkesin onunde torenle kesilen at kuyrugu...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
28 Aralık 2012 Cuma
Japon kadını yürümeyi bilmiyor.
Libellés :
balayi,
Dunya turu,
etek boyu,
geta,
japon kadini,
Japonya,
mini etek,
tabi,
Tokyo,
yurumek
25 Aralık 2012 Salı
Noel: Görkemli bir Paris, Lunapark gibi sofralar...
Paris'te Noel...
Yılın bu zamanını cok seviyorum, o kadar güzel bir dönemi ki senenin, insani kavrayip içine çekiveriyor, aralık sonu şehir bir başka parlıyor.
Ve şehir parlıyor sahiden de...
Paris'in bir adi da bu: Ville de la lumière... Işıklar şehri...
Noel zamani daha da bir haller oluyor Paris'e, sehir resmen defile yapiyor...
Paris'in iki kıyafeti var, bir gündüz bir de gece..
O gece ışıklarıyla bezenmiş görkemli tuvaletini bir giydi mi uzerine, bakmaya, böyle, şehrin her yerine dokunmaya doyamaz insan...
Alice harikalar dıyarinda misali bir dekor.. gerçekle sanal arasında kendinize yer bulmaya çalışır, bu harika rüyadan ancak metroya bindiginizde uyanirsiniz...
Bir de herkesteki o muhteşem hediye telaşı, görülmeye değer, yaşamaya değer..
Aman aman... kimi nasıl memnun edeceğini bilemeyen, meselenin güzelliğinin hediye paketinin herkesin kendi eliyle yapilmasi gerektiğine inanan Christmas çocuklari...
Durup bir düşünün, su anda sizi de nasil mutlu edeceğini düşünen, öyle hediyeler, öyle hediye paketleri arayan insanlar var, sehrin bir yerlerinde gezinen...
Yilin en şımarık ayı olsa gerek aralık...
Kışın insanın kanını donduran soğuğuna rağmen bir sevgi ve heyecan seli...
Noel geliyor, başka bir şeye benzemez...
Nasıl bir ziyafettir o Noel sofraları...
Sadece yediklerimizle midelerimiz degil görsel ziyafetle ruhumuz doyar. ..
Peçeteler kırmızı kurdelayla bağlı, sofranın üzerinde kırmızı gül yaprakları...
Şamdanı, mumları, noel baba figürinleri...
Yiyeceklerin biri gider biri gelir, tam bir şölen...
Masanın üzeri zaten Lunapark misali, heryerinde bir renk, bir cümbüş, bir hareket, bir neşe...
Kaz ciğeri, şampanyası, istiridyesi, somon fümesi, kestaneli hindisi, "bûche" denilen özel pastasi, yine ve yine sampanyasi...
Noel cocuguyum ben..
Içim kıpır kıpır, gözlerim fırıl fırıl..
Ruhum ışıl ışıl...
Yılın bu zamanını cok seviyorum, o kadar güzel bir dönemi ki senenin, insani kavrayip içine çekiveriyor, aralık sonu şehir bir başka parlıyor.
Ve şehir parlıyor sahiden de...
Paris'in bir adi da bu: Ville de la lumière... Işıklar şehri...
Noel zamani daha da bir haller oluyor Paris'e, sehir resmen defile yapiyor...
Paris'in iki kıyafeti var, bir gündüz bir de gece..
O gece ışıklarıyla bezenmiş görkemli tuvaletini bir giydi mi uzerine, bakmaya, böyle, şehrin her yerine dokunmaya doyamaz insan...
Alice harikalar dıyarinda misali bir dekor.. gerçekle sanal arasında kendinize yer bulmaya çalışır, bu harika rüyadan ancak metroya bindiginizde uyanirsiniz...
Bir de herkesteki o muhteşem hediye telaşı, görülmeye değer, yaşamaya değer..
Aman aman... kimi nasıl memnun edeceğini bilemeyen, meselenin güzelliğinin hediye paketinin herkesin kendi eliyle yapilmasi gerektiğine inanan Christmas çocuklari...
Durup bir düşünün, su anda sizi de nasil mutlu edeceğini düşünen, öyle hediyeler, öyle hediye paketleri arayan insanlar var, sehrin bir yerlerinde gezinen...
Yilin en şımarık ayı olsa gerek aralık...
Kışın insanın kanını donduran soğuğuna rağmen bir sevgi ve heyecan seli...
Noel geliyor, başka bir şeye benzemez...
Nasıl bir ziyafettir o Noel sofraları...
Sadece yediklerimizle midelerimiz degil görsel ziyafetle ruhumuz doyar. ..
Peçeteler kırmızı kurdelayla bağlı, sofranın üzerinde kırmızı gül yaprakları...
Şamdanı, mumları, noel baba figürinleri...
Yiyeceklerin biri gider biri gelir, tam bir şölen...
Masanın üzeri zaten Lunapark misali, heryerinde bir renk, bir cümbüş, bir hareket, bir neşe...
Kaz ciğeri, şampanyası, istiridyesi, somon fümesi, kestaneli hindisi, "bûche" denilen özel pastasi, yine ve yine sampanyasi...
Noel cocuguyum ben..
Içim kıpır kıpır, gözlerim fırıl fırıl..
Ruhum ışıl ışıl...
Libellés :
isiklar sehri,
lunapark,
Noel,
noel sofralari,
paris,
Paris'te hayat
23 Aralık 2012 Pazar
Sumo güreşçilerinin hayatî çorbası, yaşam döngüsü, saçlarının örgüsü...
Ogleden sonra Ryogoku semtindeki sumo muzesini gezmeye koyuluyoruz. Herkesin bildigi gibi sumo guresi Japonya'da onemli bir spor.
Aileler 15 yas civarindaki erkek çocuklarini "BEYA" denilen sumo komunotesine verebilmek için birbiriyle yarisiyor.
Bu genç yaslarinda kabul edilen çocuklar, birkaç sene evlerine gonderilmiyorlar. Nedeni: sumo alemine mutlak bir baglilik ve sadakat gelistirebilmeleri.
Sumo alemi tamamen hierarsik.
Topluluga yeni katilan genç guresçiler yani junior guresçiler, senior guresçilerin her isini yapiyor.
Yemeklerini yapiyorlar. Servislerini yapiyorlar, ortaligi topluyorlar. Tam bir çomezlik donemi yani.
Junior sumo guresçilerinin antrenmanlari sabah 4'te basliyor.
Sabah 6'da da senior sumocularin antrenmani basliyor.
Sumo guresçilerinin çorbasini kesfettim ya, yemin billah Japonya'da çorba içmem. Neme lazim...
Sumo muzesinin bulundugu Ryogoku semti eskiden en buyuk sumo okullarinin bulundugu semtmis.
Sumo guresçilerinin sismanlamak için içtigi ozel bir çorba var.
Bu asiri kalorili çorbalar civardaki restaurantlarda da halka sunulmaya baslanmis daha sonralari.
Valla bu bilgiyi aldim ya Tokyo'da hiçbir yerde çorba içmem, belli mi olur, "lost in translation" kapsaminda yanlis çorbayi isteyiveririm neme lazim...
Sumo muzesinde, çesitli sumo okullarinin, diger sporlardaki forma mantiginda giydikleri kostumler sergileniyor.
Onlar nasil mukemmel islemeler oyle, harika...
Hersey isil isil parlarken kuyrugunuzu kestiler... Acimiyor mu?
Yalniz çok hard core bir torenleri var.
Sumolarin meshur bir saç orgusu var, hepimiz biliriz.
Hani su yukaridan siki bir at kuyruguyla topuz gibi tutturulmus uzun bir saç.
Sumo guresçileri, kariyerlerine son verecekleri zaman jubile misali bir tören düzenleniyor.
Ve bu törende herkesin önünde bu "sumo örgüsü" kesiliyor.
Ve bir daha hayatı boyunca bu örgüden yapma hakkı yok.
Bence dayanılması zor bir tören.
Onur verici mi, parlak bir dönemin sona erişinin habercisi mi, sumo güreşçilerinin simgesi bu örgünün kesilmesiyle bu gücün geri alınması mı....?
Parlak bir kariyerin prestiji şüphesiz ömür boyu yok olmayacak.
Ama... Saç örgünüzü kestiler.
Acımıyor mu?
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Aileler 15 yas civarindaki erkek çocuklarini "BEYA" denilen sumo komunotesine verebilmek için birbiriyle yarisiyor.
Bu genç yaslarinda kabul edilen çocuklar, birkaç sene evlerine gonderilmiyorlar. Nedeni: sumo alemine mutlak bir baglilik ve sadakat gelistirebilmeleri.
Sumo alemi tamamen hierarsik.
Topluluga yeni katilan genç guresçiler yani junior guresçiler, senior guresçilerin her isini yapiyor.
Yemeklerini yapiyorlar. Servislerini yapiyorlar, ortaligi topluyorlar. Tam bir çomezlik donemi yani.
Junior sumo guresçilerinin antrenmanlari sabah 4'te basliyor.
Sabah 6'da da senior sumocularin antrenmani basliyor.
Sumo muzesinin bulundugu Ryogoku semti eskiden en buyuk sumo okullarinin bulundugu semtmis.
Sumo guresçilerinin sismanlamak için içtigi ozel bir çorba var.
Bu asiri kalorili çorbalar civardaki restaurantlarda da halka sunulmaya baslanmis daha sonralari.
Valla bu bilgiyi aldim ya Tokyo'da hiçbir yerde çorba içmem, belli mi olur, "lost in translation" kapsaminda yanlis çorbayi isteyiveririm neme lazim...
Sumo muzesinde, çesitli sumo okullarinin, diger sporlardaki forma mantiginda giydikleri kostumler sergileniyor.
Onlar nasil mukemmel islemeler oyle, harika...
Hersey isil isil parlarken kuyrugunuzu kestiler... Acimiyor mu?
Yalniz çok hard core bir torenleri var.
Sumolarin meshur bir saç orgusu var, hepimiz biliriz.
Hani su yukaridan siki bir at kuyruguyla topuz gibi tutturulmus uzun bir saç.
Sumo guresçileri, kariyerlerine son verecekleri zaman jubile misali bir tören düzenleniyor.
Ve bu törende herkesin önünde bu "sumo örgüsü" kesiliyor.
Ve bir daha hayatı boyunca bu örgüden yapma hakkı yok.
Bence dayanılması zor bir tören.
Onur verici mi, parlak bir dönemin sona erişinin habercisi mi, sumo güreşçilerinin simgesi bu örgünün kesilmesiyle bu gücün geri alınması mı....?
Parlak bir kariyerin prestiji şüphesiz ömür boyu yok olmayacak.
Ama... Saç örgünüzü kestiler.
Acımıyor mu?
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
beya,
Dunya turu,
Japonya,
Ryogoku,
sumo çorbasi,
sumo guresçileri,
sumo saç orgusu,
Tokyo
18 Aralık 2012 Salı
Matrix'teki gibi beynime Japonya'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
15 Ekim 2011
Japonya'ya gelmeden once herkesin Lost in Translation filmini seyretmesi gerekir. Cocuklugumuzun hayalet avcisinin (B. Murry) yasadiklari bos seyler degil. Hepsi dogru.
Bu sabah gune çok erken baslayalim diyoruz. Meshur tarihi semt ASAKUSA'ya gidecegiz.
Shinjuku metro istasyonuna variyoruz.
Iste orada basliyor, butun bu Lost in Translation hikayemiz.
Binlerce kere kayboluyoruz.
Kaybolmak ne kelime, boyle kalakaliyoruz, ne yone gidecegimizi, nerden ne bileti alacagimizi bilemiyoruz.
Allah'im bu insanlar bu kadar seri bir sekilde nereye gidiyor? Nasil bu kadar hizli hareket ediyorlar, bu metro biletlerini nerden almislar, nereye gideceklerini nasil bu kadar net biliyorlar?
Hayat o kadar hizli akiyor ki Tokyo'da ve ozellikle Shinjuku'da, kimsenin 10 saniye durup bilgi verecek vakti yok.
Matrix filmindeki gibi beynime, "Japonya'da hareket edebilme" yetisi yuklensin istiyorum.
Valla oyle boyle degil. 2 saat kaybediyoruz Shinjuku metro istasyonunda.
Deli tavuk gibi don don ayni yerde sayiyoruz. Bir kere hersey Japonca yaziyor. Ingilizce bir "exit" yazisi koymuslar.
Mesaj belli, hiç girmeyin, siz en iyisi hemen çikin burdan...
Fransa'da ve diger Avrupa ulkelerindeki gibi metro hatlari Tokyo'da tek bir sirketin tekelinde degil.
Nereye gitmek istiyorsan ona gore seçiyorsun metro kartini.
3-4 tane farkli sirketin hatti var. Her sirketin hatti baska baska yerlerden geçiyor.
Ve gideceginiz yer ayni sirketin hatti uzerinde bulunmuyorsa her hat degisiminde de ayrica para oduyorsunuz.
Tam bir kaos !!!
SUICA metro kartimizi dolduruyoruz. Nereye gittiginden tam emin olamadigimiz metroyu beklemeye basliyoruz.
Tokyo'nun ziyaretçi akinina ugrayan tapinagi ASAKUSA
Asakusa'ya variyoruz.
Minik minik sokaklari, tapinaklari ile çok cici turistik bir yer burasi.
Cok ilginç, çevrede gordugum hersey, her detay simdiye kadar gordugum herseyden farkli.
Asakusa 1923 yilindaki yikici depreme karsi koyabilse de, 2. dunya savasi sonundaki bombalara karsi koyamamis ve harabeye donmus. Sonra renove edilmis. Bu nedenle gorduklerimin hangisi eski, hangisi yeni bilmiyorum.
Her yer dilek dileme yeri...
Agaca bilmem ne bagliyorsun, oraya mum dikiyorsu, su tenekeye para atiyorsun ve bir dilek diliyorsun. Bu tapinaklarin etrafi dilek dileme pazari yani. Sistem takir takir çalisiyor.
Rivayete gore ibadet etmekten elleri ayaklari dusmus...
Biz de ortama uyuyoruz.
Kolsuz bacaksiz kirmizi bir rahip kafasi biblosu aliyoruz.
Hikayesi de var.
Rivayete gore bir zamanlar bir rahip varmis.
O kadar çok dua etmis, o kadar çok dua etmis ki, ruhsal ve zihinsel ibadete kendisini o kadar çok adamis ki; sonunda elleri ve ayaklari dusmus. Zira artik yasamak için sadece beynine ihtiyaci varmis, bedenine degil.
Bu rahibin biblolarini yapmislar. Goz kisimlarini da bos birakmislar yani goz yok, beyaz.
Inanisa gore bu rahibin biblosunu birine hediye ediyorsun.
Hediyeyi alan kisi bir dilek diliyor.
Ve gozlerden birini siyaha boyuyor.
Dilegi gerçeklesirse diger gozu de boyuyor.
Japonlar'in evlerinde tek gozu boyali ya da her ikisi de boyanmis bu biblolardan gormek çok alisageldik bir durummus. Ve bu konusulmazmis, sadece gormek gerekiyormus.
Biz de ne yaptik?
Sevgilimle bu biblolardan alip birbirimize hediye ettik.
Evimizde 2 tane kirmizi rahip biblosu var. Biri onun, biri benim.
Ya gozleri? Hâlâ biri mi boyali. Yoksa ikisi de mi?
Soyleyemem ki...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Japonya'ya gelmeden once herkesin Lost in Translation filmini seyretmesi gerekir. Cocuklugumuzun hayalet avcisinin (B. Murry) yasadiklari bos seyler degil. Hepsi dogru.
Bu sabah gune çok erken baslayalim diyoruz. Meshur tarihi semt ASAKUSA'ya gidecegiz.
Shinjuku metro istasyonuna variyoruz.
Iste orada basliyor, butun bu Lost in Translation hikayemiz.
Binlerce kere kayboluyoruz.
Kaybolmak ne kelime, boyle kalakaliyoruz, ne yone gidecegimizi, nerden ne bileti alacagimizi bilemiyoruz.
Allah'im bu insanlar bu kadar seri bir sekilde nereye gidiyor? Nasil bu kadar hizli hareket ediyorlar, bu metro biletlerini nerden almislar, nereye gideceklerini nasil bu kadar net biliyorlar?
Hayat o kadar hizli akiyor ki Tokyo'da ve ozellikle Shinjuku'da, kimsenin 10 saniye durup bilgi verecek vakti yok.
Matrix filmindeki gibi beynime, "Japonya'da hareket edebilme" yetisi yuklensin istiyorum.
Valla oyle boyle degil. 2 saat kaybediyoruz Shinjuku metro istasyonunda.
Deli tavuk gibi don don ayni yerde sayiyoruz. Bir kere hersey Japonca yaziyor. Ingilizce bir "exit" yazisi koymuslar.
Mesaj belli, hiç girmeyin, siz en iyisi hemen çikin burdan...
Fransa'da ve diger Avrupa ulkelerindeki gibi metro hatlari Tokyo'da tek bir sirketin tekelinde degil.
Nereye gitmek istiyorsan ona gore seçiyorsun metro kartini.
3-4 tane farkli sirketin hatti var. Her sirketin hatti baska baska yerlerden geçiyor.
Ve gideceginiz yer ayni sirketin hatti uzerinde bulunmuyorsa her hat degisiminde de ayrica para oduyorsunuz.
Tam bir kaos !!!
SUICA metro kartimizi dolduruyoruz. Nereye gittiginden tam emin olamadigimiz metroyu beklemeye basliyoruz.
Tokyo'nun ziyaretçi akinina ugrayan tapinagi ASAKUSA
Asakusa'ya variyoruz.
Minik minik sokaklari, tapinaklari ile çok cici turistik bir yer burasi.
Cok ilginç, çevrede gordugum hersey, her detay simdiye kadar gordugum herseyden farkli.
Asakusa 1923 yilindaki yikici depreme karsi koyabilse de, 2. dunya savasi sonundaki bombalara karsi koyamamis ve harabeye donmus. Sonra renove edilmis. Bu nedenle gorduklerimin hangisi eski, hangisi yeni bilmiyorum.
Her yer dilek dileme yeri...
Agaca bilmem ne bagliyorsun, oraya mum dikiyorsu, su tenekeye para atiyorsun ve bir dilek diliyorsun. Bu tapinaklarin etrafi dilek dileme pazari yani. Sistem takir takir çalisiyor.
Rivayete gore ibadet etmekten elleri ayaklari dusmus...
Biz de ortama uyuyoruz.
Kolsuz bacaksiz kirmizi bir rahip kafasi biblosu aliyoruz.
Hikayesi de var.
Rivayete gore bir zamanlar bir rahip varmis.
O kadar çok dua etmis, o kadar çok dua etmis ki, ruhsal ve zihinsel ibadete kendisini o kadar çok adamis ki; sonunda elleri ve ayaklari dusmus. Zira artik yasamak için sadece beynine ihtiyaci varmis, bedenine degil.
Bu rahibin biblolarini yapmislar. Goz kisimlarini da bos birakmislar yani goz yok, beyaz.
Inanisa gore bu rahibin biblosunu birine hediye ediyorsun.
Hediyeyi alan kisi bir dilek diliyor.
Ve gozlerden birini siyaha boyuyor.
Dilegi gerçeklesirse diger gozu de boyuyor.
Japonlar'in evlerinde tek gozu boyali ya da her ikisi de boyanmis bu biblolardan gormek çok alisageldik bir durummus. Ve bu konusulmazmis, sadece gormek gerekiyormus.
Biz de ne yaptik?
Sevgilimle bu biblolardan alip birbirimize hediye ettik.
Evimizde 2 tane kirmizi rahip biblosu var. Biri onun, biri benim.
Ya gozleri? Hâlâ biri mi boyali. Yoksa ikisi de mi?
Soyleyemem ki...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
Asakusa,
balayi,
Dunya turu,
Gördüğüm Tapınaklar,
Japonya,
kirmizi rahip kafasi,
Matrix,
metro,
Shinjuku,
Suica,
Tokyo
11 Aralık 2012 Salı
Ben de Japon kadını olmak istiyorum...
Ben erkek olsam, hiç düşünmem kendime bir Japon kadını bulurum.
Nasıl yumuşacıklar, nasıl tatlılar, nasıl anaçlar...
Geri planda olmayi kabul ediyorlar, tercih ediyorlar.
Kendilerini ön plana atmıyorlar.
Güçlü bir duruşları var, ama bu gücü insanın gözüne sokmuyorlar.
Dişi bir yanları var, vamp kadın da olabiliyorlar, bizim anladığımız türden bir sexapellik sergilemiyorlar.
Edilgen bir tavırları var ama diğer taraftan sağlam yapılarından ödün vermiyorlar.
Güçlü ve ateşli diye bilinen Akdeniz ve Latin kadınından daha ateşliler bence. Ülkeye zaten sex fetiszmi hakim. Daha ilkokuldan başlıyorlar minicik etekler giymeye, sexi çağrıştıran bir görünüme sahip olmaya...
Latin kadınından Japon kadınına "terfî" etmek istiyorum.
300 Spartali'daki kadınların tarifini hatırlıyor musunuz?
Aha işte o biziz. Ege'li kadınlar.
Ege kadınıyım, zaman zaman kendimi Latin kadını sanarım.
Ama yıllar sonra, bugün, birden Japon kadını olmak istiyorum ben.
Olabilir miyim acaba?
Onlar kadar tatlı, yumuşak, hiç sorun çıkartmayan, adamı yormayan, herşeye kolayca uyum sağlayan, boyun eğen, anaç... bir kadın olabilir miyim?
Ben bir erkek olsam hiç düşünmem. Bulurum bir Japon kadini, sonra da ohh bee derim, ne iyi yapmisim, diger kadinlarla geçer mi bu hayat? Buyuk egolu, guçlu, fazla kisilikli kadinlarla...
Sahsen ben bir kadin olarak buyulerine kapiliyorum.
Bakislarinin yumusakligi içine dalip gidiyorum. Memnun olmasaniz dahi birseyden, bu yuzlere bakip çikisamiyorsunuz. Olmuyor.
Edilgen gorunuyorlar ama islerini biliyorlar, aslinda herseyi onlar yonetiyorlar.
Avrupali kadinlar gibi erkekle esit, herseyi yapabilecek kadar gozukara durmuyorlar ama onlarin yontemi farkli. Geleneksel kadin rollerini takinarak, hiç te birsey hissettirmeyerek, içten içten isliyorlar insana yapmak ve yaptirmak istediklerini...
Japon kadinina karsi koyamadik, solugu sushi barda aldik.
Shinjuku sokaklarinda nerede yemek yiyelim diye dusunup dururken bir de baktik kendimizi bir sushi barda bulmusuz. Aslinda aynen o yukarida bahsettigim Japon kadinlarindan birinin çekim gucune kapilip daldik içeriye...
Biz kararsiz kararsiz bakinirken sokakta, bir Japon kadini, tum yumusakligi ve sevecenligiyle bize oyle bir "içeri girin, yer var" dedi, oyle bir tavir sergiledi ki karsi koyamadik.
Içeri girer girmez bizi karsilamak için gurultu yapiyorlar.
Japonya'daki sushi barlarinin çok eneteresan bir karakteri var.
Içeriye her yeni musteri girdiginde, ortadaki sushi barin içinde yer alan asçilar, tabaklari birbirine vurarak veya bir çani sallayarak, yeni gelen musteriye hosgeldin dercesine melodili ve bilinçli bir gurultu yapiyorlar. Yaninda birseyler de soyluyorlar.
Ne dediklerini anlamiyoruz ama o ahenkli gurultu iyi hissettiriyor kendini insana.
Sushi barin ortami da fevkalade sicak, sevimli.
Ortada kare bir bar. Herkes barin etrafinda yanyana taburelerde oturuyor.
Ortada bir ray var, asçilar yaptiklari sushileri renkli renkli tabaklara koyup rayin uzerine birakiyorlar. Her renk tabak bir fiati temsil ediyor. Içindeki sushiye gore degisiyor. Ray dondukçe tabaklar her musterinin onunden geçiyor, dilediginizi aliyorsunuz. Bazi sushiler ise ozel siparis gerektiriyor. Sana ozel yapip veriyorlar.
Harika !!!
Insanlarin yalnizliga topluca teslim olusu çok çarpici...
Bir onceki yazimda Tokyo'daki insanlarin yalnizligindan bahsetmistim. Sanirim bundan her yazimda bir paragraf geçecegim. Zira sehrin topluca buna teslim olusu inanilmaz çarpici.
Yemek yenilecek yerlerin çogunda insanlar tek baslarina yiyebilsinler diye tek kisilik bolumler var. Ama oyle boyle degil, her iki yaninda barikat var ve onunde duvar... Bu sekilde yemek yemege gelen bir suru insan...
Bizim yemek yedigimiz sushi bardayiz. bir cuma aksami saat 23'e geliyor. Takim elbiseli, elinde is çantasiyla bir Japon tek basina geldi oturdu yanimdaki tabureye.
Turist olusumun verdigi cesaretle yanimdaki Japon'a dondum ve "cuma aksamlari da hep boyle geç saatlere kadar çalisir misiniz?" dedim Ingilizce.
Adam var ya, ne oldugunu, felegini sasirdi.
Once bir saga sola bakti, kim bu kadin, benimle mi konusuyor aman Tanrim der gibi...
Oyle bir panikle bakmaya basladi ki etrafina, yardim istercesine bardaki ascilara, bize, diger musterilere..
Anlayamadigim sey; bu korku, bu panik, bu "aman allahim ben ne yapicam" hali neden?
Tamamen mutlak bir yabanci durup duruken onunla konustugu için mi?
Bu yabanci bir kadin oldugu için mi?
Ingilizce bilmedigi için mi?
Yoksa... Ezik, silik yasayip giderken, birileri benim var oldugumu fark etti, ben ne yapicam simdi hali mi?
Anlayamadim...
Anladigim ise:
"Belki bu aksam bu yemekte yalniz olmayabilirsin" in bir tehdit olusu...
Bu mutlak yalnizligin bir an için yabanci bir kadin tarafindan kesilmesi, bunun karsisinda bu genç adamin iki ayaginin bir pabuca girmesi ve nasil tepki verecegini kesinlikle bilememesi...
Iyi ki sushi barlar var.
Yalniz basina gelip, bir suru insanla beraber yemek yiyormussun hissi veriyor.
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Nasıl yumuşacıklar, nasıl tatlılar, nasıl anaçlar...
Geri planda olmayi kabul ediyorlar, tercih ediyorlar.
Kendilerini ön plana atmıyorlar.
Güçlü bir duruşları var, ama bu gücü insanın gözüne sokmuyorlar.
Dişi bir yanları var, vamp kadın da olabiliyorlar, bizim anladığımız türden bir sexapellik sergilemiyorlar.
Edilgen bir tavırları var ama diğer taraftan sağlam yapılarından ödün vermiyorlar.
Güçlü ve ateşli diye bilinen Akdeniz ve Latin kadınından daha ateşliler bence. Ülkeye zaten sex fetiszmi hakim. Daha ilkokuldan başlıyorlar minicik etekler giymeye, sexi çağrıştıran bir görünüme sahip olmaya...
Latin kadınından Japon kadınına "terfî" etmek istiyorum.
300 Spartali'daki kadınların tarifini hatırlıyor musunuz?
Aha işte o biziz. Ege'li kadınlar.
Ege kadınıyım, zaman zaman kendimi Latin kadını sanarım.
Ama yıllar sonra, bugün, birden Japon kadını olmak istiyorum ben.
Olabilir miyim acaba?
Onlar kadar tatlı, yumuşak, hiç sorun çıkartmayan, adamı yormayan, herşeye kolayca uyum sağlayan, boyun eğen, anaç... bir kadın olabilir miyim?
Ben bir erkek olsam hiç düşünmem. Bulurum bir Japon kadini, sonra da ohh bee derim, ne iyi yapmisim, diger kadinlarla geçer mi bu hayat? Buyuk egolu, guçlu, fazla kisilikli kadinlarla...
Sahsen ben bir kadin olarak buyulerine kapiliyorum.
Bakislarinin yumusakligi içine dalip gidiyorum. Memnun olmasaniz dahi birseyden, bu yuzlere bakip çikisamiyorsunuz. Olmuyor.
Edilgen gorunuyorlar ama islerini biliyorlar, aslinda herseyi onlar yonetiyorlar.
Avrupali kadinlar gibi erkekle esit, herseyi yapabilecek kadar gozukara durmuyorlar ama onlarin yontemi farkli. Geleneksel kadin rollerini takinarak, hiç te birsey hissettirmeyerek, içten içten isliyorlar insana yapmak ve yaptirmak istediklerini...
Japon kadinina karsi koyamadik, solugu sushi barda aldik.
Shinjuku sokaklarinda nerede yemek yiyelim diye dusunup dururken bir de baktik kendimizi bir sushi barda bulmusuz. Aslinda aynen o yukarida bahsettigim Japon kadinlarindan birinin çekim gucune kapilip daldik içeriye...
Biz kararsiz kararsiz bakinirken sokakta, bir Japon kadini, tum yumusakligi ve sevecenligiyle bize oyle bir "içeri girin, yer var" dedi, oyle bir tavir sergiledi ki karsi koyamadik.
Içeri girer girmez bizi karsilamak için gurultu yapiyorlar.
Japonya'daki sushi barlarinin çok eneteresan bir karakteri var.
Içeriye her yeni musteri girdiginde, ortadaki sushi barin içinde yer alan asçilar, tabaklari birbirine vurarak veya bir çani sallayarak, yeni gelen musteriye hosgeldin dercesine melodili ve bilinçli bir gurultu yapiyorlar. Yaninda birseyler de soyluyorlar.
Ne dediklerini anlamiyoruz ama o ahenkli gurultu iyi hissettiriyor kendini insana.
Sushi barin ortami da fevkalade sicak, sevimli.
Ortada kare bir bar. Herkes barin etrafinda yanyana taburelerde oturuyor.
Ortada bir ray var, asçilar yaptiklari sushileri renkli renkli tabaklara koyup rayin uzerine birakiyorlar. Her renk tabak bir fiati temsil ediyor. Içindeki sushiye gore degisiyor. Ray dondukçe tabaklar her musterinin onunden geçiyor, dilediginizi aliyorsunuz. Bazi sushiler ise ozel siparis gerektiriyor. Sana ozel yapip veriyorlar.
Harika !!!
Insanlarin yalnizliga topluca teslim olusu çok çarpici...
Bir onceki yazimda Tokyo'daki insanlarin yalnizligindan bahsetmistim. Sanirim bundan her yazimda bir paragraf geçecegim. Zira sehrin topluca buna teslim olusu inanilmaz çarpici.
Yemek yenilecek yerlerin çogunda insanlar tek baslarina yiyebilsinler diye tek kisilik bolumler var. Ama oyle boyle degil, her iki yaninda barikat var ve onunde duvar... Bu sekilde yemek yemege gelen bir suru insan...
Bizim yemek yedigimiz sushi bardayiz. bir cuma aksami saat 23'e geliyor. Takim elbiseli, elinde is çantasiyla bir Japon tek basina geldi oturdu yanimdaki tabureye.
Turist olusumun verdigi cesaretle yanimdaki Japon'a dondum ve "cuma aksamlari da hep boyle geç saatlere kadar çalisir misiniz?" dedim Ingilizce.
Adam var ya, ne oldugunu, felegini sasirdi.
Once bir saga sola bakti, kim bu kadin, benimle mi konusuyor aman Tanrim der gibi...
Oyle bir panikle bakmaya basladi ki etrafina, yardim istercesine bardaki ascilara, bize, diger musterilere..
Anlayamadigim sey; bu korku, bu panik, bu "aman allahim ben ne yapicam" hali neden?
Tamamen mutlak bir yabanci durup duruken onunla konustugu için mi?
Bu yabanci bir kadin oldugu için mi?
Ingilizce bilmedigi için mi?
Yoksa... Ezik, silik yasayip giderken, birileri benim var oldugumu fark etti, ben ne yapicam simdi hali mi?
Anlayamadim...
Anladigim ise:
"Belki bu aksam bu yemekte yalniz olmayabilirsin" in bir tehdit olusu...
Bu mutlak yalnizligin bir an için yabanci bir kadin tarafindan kesilmesi, bunun karsisinda bu genç adamin iki ayaginin bir pabuca girmesi ve nasil tepki verecegini kesinlikle bilememesi...
Iyi ki sushi barlar var.
Yalniz basina gelip, bir suru insanla beraber yemek yiyormussun hissi veriyor.
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
3 Aralık 2012 Pazartesi
Tokyo insanının hareket hızı başımı döndürüyor.
SHINJUKU Tokyo'nun en buyuk merkezlerinden biri.
Malum, ulasim her yere kolay olsun diye burayi tercih ettik.
Tokyo'nun meshur luxe gokdelenlerinin ve eglenceli sokaklarinin toplandigi bir yer Shinjuku.
Gündüz harıl harıl çalışan, akşam oldu mu dağıtan bir semt kısacasi.
SUNROUTE adli otelimize yerlesiyoruz.
Bak hotelin onundeki kapi gorevlisi biz iceri girerken yine onumuzde egiliyor.
Her seferinde bir tuhaf oluyorum.
Tokyo'daki evlerin ve otel odalarinin minnacik oldugunu duymustum. Ancak, biraz abartmislar sanki... Sunroute otel odamiz gayet yeterli buyuklukte ve çok guzel.
En çok hosuma giden detay da yatagin uzerine birakilmis yukatalar...
Sabahlik tarzinda. O kadar cici ki insanin uzerinden çikarasi gelmiyor.
Uzaymekigi gibi bir sehir TOKYO
Havaalanindan Shinjuku'ya gelinceye kadar soluksuz Tokyo'yu izliyorum.
Sehir tek bir merkezde toplanmamis.
Aynen Los Angeles gibi, genis ve buyuk bir alana yayilmis.
Sehrin altyapisi inanilmaz... Gelismislik hat safhada.
Uzay mekigi gibi bir sehir.
Yollar, tuneller, kopruler... Hepsi alt alta, ustu uste.
Birbirinin uzerine kat kat insa edilmis 3-5 yol geçiyor.
Hepsi done done farkli istikametlere açiliyor.
Agzi açik kaliyor insanin. Kendini uzay yolunda falan hissediyor, o biçim.
Hele o gökdelenler...
Ayni New York gibi Tokyo da devasa gokdelenlerle dolu.
Ve bunlarin bazilarinin ustunde, aynen Times Square gibi isikli, gorkemli, "gorme" duyunuzu uyaran reklam panolari ve reklam gosterimiyle dolu.
"Beni al" "Beni de al" diye durmadan aglayan tuketim toplumu canavari bu.
Ne bileyim; kultur farki, gelismis, asmis diye Tokyo'yu ayri bir yere koymusum, o canavari burda da gorunce sasirdim.
Luxe gokdelenlerin kullanim biçimi çok enteresan.
Ilk katlar genel olarak alisveris merkezi. Her taraf dukkan, magaza.
Orta katlarda ise is merkezleri ve burolar var.
Gokdelenlerin son katlari ise luxe oteller ve luxe dairelere ayrilmis.
Gokdelenlerin en tepesinde gurultuden uzak, yapay bir bahçesi bile olan bu evler paha biçilmez degerde...
Bu gökdelenlerin son katlarındaki oteller çok meşhur. Tokyo'ya gelen herkese tavsiye ediliyor.
Biz yer bulamadık, bu nedenle ilk 3 gece Sunroute Hotel'deyiz.
Otelimize yerlestikten sonra isikli, gürültülü, hareketli, Vegasvari Shinjuku'yu keşfe çıkıyoruz.
Shinjuku'daki insanlarin hareket hizi basimi döndürüyor.
Bir yerde okumustum.
Bir sehrin büyüklüğünü ve ekonomik gelişmisliğini ölçme parametrelerinden birisi de o şehrin insanlarının adımlarının hızıymış. Gözlemlerime göre doğru bir parametre.
Bunu hayatimda ilk kez Tokyo'da ve tam da Shinjuku'da bu kadar net görüyorum.
Bütün metropollerde inanlar hep bir yere yetisecekmiş gibi hızlı hızlı hareket ederler. Hizli yürürler, hayat hızlı akar, kimsenin kaybedecek vakti yoktur.
İşte bu durum, Tokyo'da, şimdiye kadar gördüklerimin 5 katı...
Shinjuku'daki kavşaklarda, insanlarin yürüme hizi basimi döndürüyor.
Rap rap rap, hepsi asker gibi.
Gözlerimi kapatip onlari görmesem bile, ayak seslerinden, yürürken rüzgarlarinin çikardigi sesten anlayabiliyorum ne kadar hizli hareket ettiklerini.
Hele is çikisi saati geldi mi, aman aman, tam bir kaos !
Ortalik bir insan seli... Akiyor da akiyor...
Sanki herkes isten ayni anda çikis departi almis ve hepsinin birden zinciri çikartilmis ve sokaga salinmis gibi...
Ve dikkatimden kaçmayan, bu isten çikan insan selinin %80'inin erkek olusu. Kadinlar gozden kaçmayacak kadar azinlikta.
Her ne kadar gelismislik düzeyi yukarida bir toplum olsa da, kadinlarin is dunyasinda çok geri planda oldugunu anlamak için is çikisi sokaklara bakmak yeterli.
Cok ama çok fazla iş ve çalisma odakli işleyen bir kültür.
Bu sehirde insanlar en çok is arkadasiyla sosyallesiyor.
Japonya'ya dair okuduklarim arasinda is ve arkadaslik ilişkisinin çok içiçe olduğu bilgisi vardi. Japonlar'in fazla arkadasi olmadigi yaziyordu. Yalniz bir toplum olduğu...
Minicik evlerine de ancak yatmaktan yatmaya gittiklerinden is yerinde geç saatlere kadar kalmak çok alisageldik bir durum.
Bu nedenle Tokyo'da, insanlarin is disinda da, beraber en çok vakit geçirdigi arkadaslari is arkadaslari. Buna her mekanda rastlamak mumkun.
Ozellikle Shinjuku etrafinda aksam 19'dan sonra butun barlar, yemek yenilecek yerler takim elbiseli ve elinde labtop çantali insanlarla dolu. Is yemegine de benzemiyor.
Erkek erkege takilma durumu hakim bir de.
Yani bu sehirde insanlar is arkadaslariyla sosyallesiyor.
PASHINKO'lar "mutsuzluk" ve "yalnizlik" kokuyor.
Daha da içler acisi PASHINKO dedikleri oyun merkezleri.
Yani atari gibi, playstation gibi oyun salonlari.
Pashinkolar çok unlu. Hatta kulturun bir parçasi, ve bunlardan hemen hemen her sokakta var.
Nasil Avrupa'da is çikisi spor salonlari doluyorsa, burada da Pashinkolar aksamlari tiklim tiklim dolu.
Orta yasin uzerinde koca koca adamlar, uzerlerinde takim elbiseleri, briefcase'leri ve ellerinde biralariyla gelmisler, bir makinanin onune geçmisler oyun oynuyorlar.
Içeride nasil bir gürültü ama nasil bir gürültü anlatamam.
Inanilmaz. Dayanilmaz...
Sanki kendi içseslerini dinlemekten olesiye kaçarcasina kendilerini bu dayanilmaz gurultuye birakivermişler...
Oyun oynayan bu adamlarin suratlarina bakiyorum.
Acinasi bir goruntuleri var. Sevgi eksik sanki, insan iliskisi eksik...
Yuzlerindeki mutsuz ifadeyi okumak için insan sarrafi olmak gerekmiyor. Cok açik gorunuyor.
İşten çıkıp kendini atmak isteyecekleri bir yerse burası, iş çıkışı yapabilecekleri en keyifli aktivite buysa... nasil bir hayatları var acaba?
Avrupa "yalnızlık"tan şikayet ediyor. İnsanların kolayca birbiriyle iletişime geçemediğinden, arkadaslik kuramadigindan, sosyallesemediginden...
Ama degilmis. Avrupa'ninki yalnizlik degilmis.
Seçmekmiş. Seçmemekmiş. Seçilmemekmiş...
Toplumsal bir kabulleniş ve bir teslim oluş değilmis.
Çünkü yalnızlık neymiş, bu kadarını ben ilk kez bu aksam gördüm.
Çünkü Tokyo, buram buram "yalnızlık" kokuyordu...
Giyotinden geçtim, elime kelepçe takildi, hucreye atildim: THE LOCK UP
HACHIKO: Sadakat ve bagliligin mukemmel simgesi..
Japon kadini neden bu kadar zayif ? Sirrini açikliyorum.
Golden Gai barlarinin kapisinda "yabancilar giremez" yaziyordu...
Elma elma olali boyle satafatli satisa sunulmadi.
Japon kadini yurumeyi bilmiyor.
Sumo gurescilerinin herkesin onunde torenle kesilen at kuyrugu...
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Dunya turu,
gokdelen,
hotel Sunroute,
is arkadasi,
Japonya,
Kaldığım Oteller,
Pashinko,
Shinjuku,
Tokyo,
yalnizlik,
yukata
27 Kasım 2012 Salı
Dünya Turu (9) : JAPONYA
14 Ekim 2011
Tokyo'dayız...
Havaalanı'na indiği anda hissediyor insan tamamen baska bir kültürde olduğunu.
Adamlar sahiden makina gibi çalışıyor, hiç vakit kaybetmeden...
Tam hizmet insanı....
Muazzam bir nizam.
Her detay inanılmaz muntazam.
Kimse oyalanıyor, kimseyi oyalamıyor.
Hersey tıkır tıkır yürüyor. Akıyor...
En ince detay dahi düşünülmüş herhangi bir aksaklık olmasın diye.
Zaten olmuyor. Her süreç o kadar etkili ki hiçbir sorun onun üzerine çıkamıyor.
Havaalanına varır varmaz başlıyor kültür şokum.
Evet, o belini büküp eğilerek selamlama meselesi hakikatten var.
Eski bir gelenek degil, gösteriş değil, turistik bir animasyon değil.
O eğilerek selamlama ciddi ciddi var.
Insan böyle ne yapacağını şaşırıyor.
Kendini önce matah birsey sanıyor. Bir havaya giriyor.
Yahu bunlar niye benim önümde eğiliyor; ben de eğilmeli miyim, ne yapmalıyım, bu davranışa nasil cevap vermeliyim tarzı bir kültür şoku içerisindeki kaybolmuşlukla bir süre affalıyor.
Sonra geçiyor.
Onlar da bizim bu tarz toplumsal kodlara sahip olmadığımızı biliyor.
Hem bir yerde okudum, bu kültürden olmayıp, ki bu, malum, gözlerimizle saklayabileceğimiz birşey pek değil, onlara onlar gibi selam verilmesini de pek haz etmiyorlarmis. Bunu bir dalga geçme ya da oyun gibi gördüğümüzü düşünüyorlarmış.
Japonya benden vize istemiyor. Sadece uygun bir vücut ısısı istiyor.
İnsanların sağlığını biraz olsun etkileyebilecek, dolayısıyla üretimi düşürebilecek hiçbir virüsün yayılmasına izin yok.
Daha önce hiç görmedigim bir sağlık kontrolünden geçiyoruz.
Havaalanına girer girmez bir alan var, oraya mutlaka herkes giriyor.
Burada bir alet var, vücut ısısını ölçüyor herkesin.
Vücut ısısı 37'nin üstünde olanlar karantinaya alınıyor.
Ve artık durumunun möhemmiyetine göre ülkeye alınıyor veya alınmıyor. Aynen geldikleri ülkeye geri gönderiliyor.
Bayaaa karantina diyorlar yahu...
Kendimi zombi filmlerindeki ısırılmış tipler gibi hissediyorum.
Iyi ki vücut ısım ülkeye alınmama müsade ediyor da çıkıyorum bu ruh halinden.
Ne ilginç. Japonya benden vize istemiyor.
Sadece uygun bir vücut ısısı istiyor.
Hastalandığında çevrendekileri kendinden korumakla yükümlüsün.
Dikkatimi çeken bir unsur da sivil insanlarin ağız bölgelerine taktıkları maskeler.
Hani şu doktorların, hemşirelerin hastanelerde solunum bölgelerini dışarıya kapatan, kafanın arkasından geçirilen beyaz maskelerden.
Grip, nezle olan sivil insanlar normal hayatta bunlardan takıyor.
Bir nevî sosyal mecburiyet.
Hastalandığı anda herkes kendisini bu maskeyi takmakla sorumlu hissediyor.
Çünkü öksürmek, hapşırmak durumunda isen çevrendekileri kendinden koruyacaksın.
Koruyacaksın ki kimse işinden gücünden olup üretime katkıda bulunmaktan geri kalmasın.
Herşey, insan is gücünden maximum verim almak üzere düşünülmüş bu ülkede.
İnsanın kendi sağlığı bile kamunun malı.
Bu o kadar kanıksanmış bir durum ki, havaalanında çalışan her 5 insandan neredeyse 2'sinin yüzünde maske var. Ve bu şekilde iletişim kurmak gayet normal bir durum onlar için.
Sonradan göreceğim üzere, sadece havaalanında değil, yollarda yürüyen insanlarda, metrolarda her yerde bu maskeli insanlari görmek mümkün.
Nasıl yüksek bir mantalitedir bu, diğer insanları kendisinden korumak, nasıl üst düzey bir bilinçlenmişlik durumudur...
Müthiş !...
Bütün alıcılarımı açtım. Kayıttayım.
Havaalanından kalkan, otelimizin bulunduğu merkez SHINJUKU'ya giden bir otobüse biniyoruz.
17.30 saati, tam ama tam vaktinde kalkıyor.
Sanki bütün şehrin akışı bu otobüsün yola çıkış saatine bağlı.
Sanki 17.31'de kalkarsa verilen bütün sözler yerle bir olacak, bütün hayat aksayacak...
Tokyo'ya varalı 1 saat oluyor.
Buraya kadar gördüklerim göreceklerimin habercisi...
Bütün alıcılarımı açtım.
Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyorum.
Zira...
Kültür farkı diye ben buna derim !
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
Dunya Turu (11) BALI
Dunya Turu (10) HONG KONG
Dunya Turu (9) JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Tokyo'dayız...
Havaalanı'na indiği anda hissediyor insan tamamen baska bir kültürde olduğunu.
Adamlar sahiden makina gibi çalışıyor, hiç vakit kaybetmeden...
Tam hizmet insanı....
Muazzam bir nizam.
Her detay inanılmaz muntazam.
Kimse oyalanıyor, kimseyi oyalamıyor.
Hersey tıkır tıkır yürüyor. Akıyor...
En ince detay dahi düşünülmüş herhangi bir aksaklık olmasın diye.
Zaten olmuyor. Her süreç o kadar etkili ki hiçbir sorun onun üzerine çıkamıyor.
Havaalanına varır varmaz başlıyor kültür şokum.
Evet, o belini büküp eğilerek selamlama meselesi hakikatten var.
Eski bir gelenek degil, gösteriş değil, turistik bir animasyon değil.
O eğilerek selamlama ciddi ciddi var.
Insan böyle ne yapacağını şaşırıyor.
Kendini önce matah birsey sanıyor. Bir havaya giriyor.
Yahu bunlar niye benim önümde eğiliyor; ben de eğilmeli miyim, ne yapmalıyım, bu davranışa nasil cevap vermeliyim tarzı bir kültür şoku içerisindeki kaybolmuşlukla bir süre affalıyor.
Sonra geçiyor.
Onlar da bizim bu tarz toplumsal kodlara sahip olmadığımızı biliyor.
Hem bir yerde okudum, bu kültürden olmayıp, ki bu, malum, gözlerimizle saklayabileceğimiz birşey pek değil, onlara onlar gibi selam verilmesini de pek haz etmiyorlarmis. Bunu bir dalga geçme ya da oyun gibi gördüğümüzü düşünüyorlarmış.
Japonya benden vize istemiyor. Sadece uygun bir vücut ısısı istiyor.
İnsanların sağlığını biraz olsun etkileyebilecek, dolayısıyla üretimi düşürebilecek hiçbir virüsün yayılmasına izin yok.
Daha önce hiç görmedigim bir sağlık kontrolünden geçiyoruz.
Havaalanına girer girmez bir alan var, oraya mutlaka herkes giriyor.
Burada bir alet var, vücut ısısını ölçüyor herkesin.
Vücut ısısı 37'nin üstünde olanlar karantinaya alınıyor.
Ve artık durumunun möhemmiyetine göre ülkeye alınıyor veya alınmıyor. Aynen geldikleri ülkeye geri gönderiliyor.
Bayaaa karantina diyorlar yahu...
Kendimi zombi filmlerindeki ısırılmış tipler gibi hissediyorum.
Iyi ki vücut ısım ülkeye alınmama müsade ediyor da çıkıyorum bu ruh halinden.
Ne ilginç. Japonya benden vize istemiyor.
Sadece uygun bir vücut ısısı istiyor.
Hastalandığında çevrendekileri kendinden korumakla yükümlüsün.
Dikkatimi çeken bir unsur da sivil insanlarin ağız bölgelerine taktıkları maskeler.
Hani şu doktorların, hemşirelerin hastanelerde solunum bölgelerini dışarıya kapatan, kafanın arkasından geçirilen beyaz maskelerden.
Grip, nezle olan sivil insanlar normal hayatta bunlardan takıyor.
Bir nevî sosyal mecburiyet.
Hastalandığı anda herkes kendisini bu maskeyi takmakla sorumlu hissediyor.
Çünkü öksürmek, hapşırmak durumunda isen çevrendekileri kendinden koruyacaksın.
Koruyacaksın ki kimse işinden gücünden olup üretime katkıda bulunmaktan geri kalmasın.
Herşey, insan is gücünden maximum verim almak üzere düşünülmüş bu ülkede.
İnsanın kendi sağlığı bile kamunun malı.
Bu o kadar kanıksanmış bir durum ki, havaalanında çalışan her 5 insandan neredeyse 2'sinin yüzünde maske var. Ve bu şekilde iletişim kurmak gayet normal bir durum onlar için.
Sonradan göreceğim üzere, sadece havaalanında değil, yollarda yürüyen insanlarda, metrolarda her yerde bu maskeli insanlari görmek mümkün.
Nasıl yüksek bir mantalitedir bu, diğer insanları kendisinden korumak, nasıl üst düzey bir bilinçlenmişlik durumudur...
Müthiş !...
Bütün alıcılarımı açtım. Kayıttayım.
Havaalanından kalkan, otelimizin bulunduğu merkez SHINJUKU'ya giden bir otobüse biniyoruz.
17.30 saati, tam ama tam vaktinde kalkıyor.
Sanki bütün şehrin akışı bu otobüsün yola çıkış saatine bağlı.
Sanki 17.31'de kalkarsa verilen bütün sözler yerle bir olacak, bütün hayat aksayacak...
Tokyo'ya varalı 1 saat oluyor.
Buraya kadar gördüklerim göreceklerimin habercisi...
Bütün alıcılarımı açtım.
Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyorum.
Zira...
Kültür farkı diye ben buna derim !
Matrix'teki gbi beynime Tokyo'da hareket edebilme yetisi yuklensin istiyorum.
Ben de Japon Kadini olmak istiyorum.
Tokyo buram buram yalnizlik kokuyordu...
Dunya Turu (11) BALI
Dunya Turu (10) HONG KONG
Dunya Turu (9) JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Dunya turu,
Japonya,
kultur farki,
saglik,
selamlama,
Shinjuku,
Tokyo,
vucut isisi
25 Kasım 2012 Pazar
13 Ekim 2011 günü ben yaşamadım
Ben bugün hayatimdan bir gun kaybettim.
Ustelik onu yasayarak, hoyrat kullanarak, hani mecazi anlamda da değil, bayaa bayaa yaşamayarak kaybettim.
Ben 13 Ekim 2011 gününü, Pacific Okyanusu'ndaki Date Lane üzerinde kaybettim.
Evet ben o gün yaşamadım.
Dünyadaki hiçbir olaydan ben mesul degilim.
Hiçbir olaya kelebek etkisi yapamadim. Çünkü ben o gün yaşamadim...
12 ekim ogle vakti Honolulu'dan Tokyo'ya gitmek uzere uçagimiza biniyoruz.
Ve Pacific Okyanusu uzerinde bulunan Date Lane'in uzerinden geçiyoruz.
Iste tam Pacific uzerinde bir gun kaybediyoruz.
Devamli batiya giderek zamanin onune geçiyoruz.
Biolojik saatime gore ben su anda 12 ekim çarsamba aksamindayim.
Ve Fransa'nin 12 saat gerisindeyim.
Fransa su anda 13 ekim gunune yeni basliyor.
Bizim bu dunya turumuzun mantigi suydu: Devamli batiya gitmek.
Yola çiktigimiz andan itibaren hep batiya dogru ilerlemek.
Duz, en basit cografya bilgimizle hatirlayalim: Gunes dogudan dogar, batidan batar.
Dolayisiyla bu Date Lane'in dogusuna geçince bir gun geri gidiyorsun.
Batisina geçince de 1 gun ileri...
Ileri çunku gunes ilk senin bulundugun noktada batacak, geri çunku gunes ilk senin bulundugun noktada dogacak.
Galileo'yu idam eden kilise takimi hayatlarinda hiç dunya turu yapmamis. Belli oldu.
Galileo'nun "dunya yuvarlaktir" tan ne demek istedigini bizzat yasamis biriyim.
Bir noktadan çikip devamli ayni yone dogru giderseniz ilk noktaya varirsiniz.
Iste demis adam, bilmis.
Yazik garibimi nasil idam ettiler boyle dedi diye.
Belli oldu ki Galileo'yu idam eden kilise takimi hiç dunya turuna çikmamis.
Dunyayi arkadan dolanarak zamanin onune geçtik.
Biz Honolulu'dayken Fransa'nin batisindaydik.
Devamli batiya gitmeye devam ettirdigimiz için dunyayi arkadan dolandik.
Ve boylece Fransa'nin dogusuna geçmis olduk.
Yani biz Honolulu-Tokyo arasinda uçarak zamanin onune geçtik.
Birim olarak sadece 5 saat fark var arada. Biolojik saatimize gore su anda 12 ekim gecesindeyiz ancak Tokyo'da su anda 13 Ekim tamamlanmak uzere. Yani biz 13 Ekim 2011 gununu yasamadik.
Kendimi zamanda yolculuk yapmis gibi hissediyorum.
Teknik olarak anlasilsa da yasarken yine de tuhaf bir yani var.
Fark ettiniz degil mi, bunu anlamak ve anlatmak için cebellestim ben.
Aslinda bu yaziyi kendim için yazdim ben.
Kendim anlamak için...
Guzel yazi oldu bence.
Kafama takilan birsey olursa donup donup okurum artik...
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Ustelik onu yasayarak, hoyrat kullanarak, hani mecazi anlamda da değil, bayaa bayaa yaşamayarak kaybettim.
Ben 13 Ekim 2011 gününü, Pacific Okyanusu'ndaki Date Lane üzerinde kaybettim.
Evet ben o gün yaşamadım.
Dünyadaki hiçbir olaydan ben mesul degilim.
Hiçbir olaya kelebek etkisi yapamadim. Çünkü ben o gün yaşamadim...
12 ekim ogle vakti Honolulu'dan Tokyo'ya gitmek uzere uçagimiza biniyoruz.
Ve Pacific Okyanusu uzerinde bulunan Date Lane'in uzerinden geçiyoruz.
Iste tam Pacific uzerinde bir gun kaybediyoruz.
Devamli batiya giderek zamanin onune geçiyoruz.
Biolojik saatime gore ben su anda 12 ekim çarsamba aksamindayim.
Ve Fransa'nin 12 saat gerisindeyim.
Fransa su anda 13 ekim gunune yeni basliyor.
Bizim bu dunya turumuzun mantigi suydu: Devamli batiya gitmek.
Yola çiktigimiz andan itibaren hep batiya dogru ilerlemek.
Duz, en basit cografya bilgimizle hatirlayalim: Gunes dogudan dogar, batidan batar.
Dolayisiyla bu Date Lane'in dogusuna geçince bir gun geri gidiyorsun.
Batisina geçince de 1 gun ileri...
Ileri çunku gunes ilk senin bulundugun noktada batacak, geri çunku gunes ilk senin bulundugun noktada dogacak.
Galileo'yu idam eden kilise takimi hayatlarinda hiç dunya turu yapmamis. Belli oldu.
Galileo'nun "dunya yuvarlaktir" tan ne demek istedigini bizzat yasamis biriyim.
Bir noktadan çikip devamli ayni yone dogru giderseniz ilk noktaya varirsiniz.
Iste demis adam, bilmis.
Yazik garibimi nasil idam ettiler boyle dedi diye.
Belli oldu ki Galileo'yu idam eden kilise takimi hiç dunya turuna çikmamis.
Dunyayi arkadan dolanarak zamanin onune geçtik.
Biz Honolulu'dayken Fransa'nin batisindaydik.
Devamli batiya gitmeye devam ettirdigimiz için dunyayi arkadan dolandik.
Ve boylece Fransa'nin dogusuna geçmis olduk.
Yani biz Honolulu-Tokyo arasinda uçarak zamanin onune geçtik.
Birim olarak sadece 5 saat fark var arada. Biolojik saatimize gore su anda 12 ekim gecesindeyiz ancak Tokyo'da su anda 13 Ekim tamamlanmak uzere. Yani biz 13 Ekim 2011 gununu yasamadik.
Kendimi zamanda yolculuk yapmis gibi hissediyorum.
Teknik olarak anlasilsa da yasarken yine de tuhaf bir yani var.
Fark ettiniz degil mi, bunu anlamak ve anlatmak için cebellestim ben.
Aslinda bu yaziyi kendim için yazdim ben.
Kendim anlamak için...
Guzel yazi oldu bence.
Kafama takilan birsey olursa donup donup okurum artik...
Dunya Turu (8) HAWAII
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
Date Lane,
Dunya turu,
Galileo,
gunes,
Honolulu,
Pacific Okyanusu,
saat farki,
Tokyo
22 Kasım 2012 Perşembe
Hawaii'den giderken Edith Piaf'in sarkisinin sozlerini bilmedigim için bana hediye vermedi...
11 Ekim 2011
Insanin hâyallerinin siniri yok...
Dunya gozuyle hayal bile edemeyecegim yerleri goruyorum.
Hawaii'de tatil yapmak ruya gibi birsey... Ve bugun son gunumuz.
Son gunlerin hep biraz buruk bir tadi oluyor.
Biraz havada, biraz kaybolmus, ne yone gidecegini bilmez bir yani oluyor.
Biz de bilemedik...
Bilemedigimiz için atladik arabaya, ruzgar nereye eserse oraya dedik.
Ruzgar golf sahalarina dogru esti...
Meger ne kadar çok yesil alan varmis Maui'de. Hiç gormedigim kadar genis alanlara yayilmis golf sahalari gordum. O kadar genis ki golf alanlari, ilk defa golfun sahiden bir spor olabilecegini dusundum. Bir noktadan diger noktaya yurunecek mesafenin bu denli uzak olmasi...
Evet bir yuruyus sporu...
Anladim simdi neden bizim ulkede hepsi ustsuz
Bu arada, Hawaii'de Kanapali plajinda ilginç bir deneyim yasadim bugun.
Amerika'da normal plajlarda ustsuz guneslenmek yasak.
Yani bayaa bayaa bir gorevli gelip uyariyor, ustunuzu giyin diye.
Yuklu bir para cezasi var. Harbiden yasak yani.
Neden: Cocuklarin ahlakinin bozulmasini engellemek.
Himmm simdi anliyorum neden bizim ulkemize gelip boyle sere serpe ustsuz guneslendiklerini...
Rahat ve açik insanlar olduklarindan degil. Kendi ulkelerinde yapamadiklarindan...
Kalktik Mokuleia Koyu'na gittik.
Oranin denizi, havasi, dogasi, sessizligi bence essiz...
Son bir kez daha tadalim dedik, Hawaii'yi içimize çektik...
Demir almak vakti gelmis Maui'den...
Evimize donuyoruz, Honolulu'ya dogru uçmak uzere basliyoruz hazirlanmaya.
Bu gece havaalaninda bir otelde kalacagiz, yarin erkenden Tokyo uçagimiz var.
Buradan gitmek çok zor olacak demistim zaten, sahiden oyle oluyor...
Evimiz belleyip oyle guzel yerlesmisiz ki buraya bir turlu toplanamiyoruz.
Ama gitmek lazim... Dunya turundayiz...
Kesfedecek daha çok sey var.
Yolcu yolunda gerek, yol daha uzun. Yola devam etmek lazim...
Balayi ve Paris iki kilit kelime...
Her kapiyi açabilir, en sert uçlari yumusatabilir sihirli bir degnek...
Kapalua Havaalani'ndayiz. Minicik bir havaalani, adalar arasi çalisiyor.
Balayi Paris: Hooop valizlerimize odememiz gereken 60 Euros extra check-in'imizi yapan kadin tarafindan hediye ediliyor.
Ordaki Amerikalilar bir ilgi, bir alaka gosteriyor ki...
En ortalama, hatta son kez giyip atmayi planladigim bir kiyafete bile iltifat ediyorlar.
Pasaportuma bakip "Aaaa buraya Turkler bile geliyor, ne kadar guzel." diyorlar.
Butun mesele tum bu farkliliklari ayni bunyede toplayabilmek.
Avrupa'nin kibirli ama asil ve aristokrat yapisinin ardindan bu açik iletisim, bu pozitiflik, bu her daim guleryuzluluk, yakinlik, ulasilabilir olma ve bundan gocunmama durumu, Amerikalilar'in bize kattigi...
Paris'te yasadigimdan beri kulturel farkliliklar meselesi hayatima yon veren bir oge oldu.
Ve bundan daha zenginlestirici bir oge daha bilmiyorum.
Insanlar hep farkliliklara dogru bir egilim sergiliyor. Farkli olani kesfetmek istiyor..
Butun mesele bu farkliliklari ayni bunyede toplayabilmek.
Sentezleyebilmek... Yasam biçimine yedirebilmek, sindirebilmek.
Sahip oldugumuz mevcut degerlere her yeni ogeyi integre edebilmek...
Her yeni ogeye yer bulabilmek...
Mesela Avrupalilar'in estetik anlayisi, oturmuslugu, asaleti ve gelismis zevkleriyle Amerikalilar'in kompexsiz yapisi, açik ve direk iletisimini, animasyonlu, gurultulu ama her daim pozitiflik fiskiran var olma biçimlerini ayni bunyede toplayabilmek...
Iste kopru kurmak diye ben buna derim.
"La vie en Rose" un sarki sozlerini bilmedigim için ben hediye kazanamadim.
Honolulu'daki havaalaninin yanindaki otelimize yerlestik. Yarin sabah Tokyo uçagina binecegiz.
Haliyle bu aksam, yemegi oyle geçistirecegiz.
DA BIG KAPUNA adinda bir pizzaci goruyoruz.
Matah birsey oldugundan degil, etrafta daha iyi birsey goremedigimizden bunu seçiyoruz.
Yerlesiyoruz. Siparisimizi almaya gelen kadin Paris'te yasadigimizi ogrenince basliyor hikayelerini dokmeye.
Ama bunlar digerleri gibi degil, ilginç hikayeler...
20 yil once Georges V otelinde bir aksam yemegi yerken Yannick Noah ile tanismis, ve hâlâ gorusuyorlarmis.
Georges V otelinin Paris'in en luxe 10 otelinden biri oldugunu soylememe gerek yok.
Sonra bir gun Monaco'da tenis maçina giderken Sean Connery ve Fransiz karisiyla ayni arabaya binmis. Tenis maçini izledigi locayi kiminle paylasiyormus? Monaco Prensi'yle...
Kim bu kadin? Meger butun pizza zincirlerinin sahibesiymis.
Ardindan basliyor Edith Piaf'in meshur "La vie en rose" sarkisini soylemeye... Sevgilim de ona katiliyor. Beraber soyluyorlar.
Eh haliyle Edith Piaf'in sarki sozlerine hakim olanla olmayan bir olmuyor.
Uzerinde Da Big Kapuna canavari olan çok guzel bir mavi tshirt hediye ediyor Boris'e.
Bana birsey yok. Neden? Cunku ben sarkiyi soyleyemiyorum.
La vie en rose'un sozlerini bilmedigim için kendimi bir hayli ezik hissediyorum. Ben Turk'um diye açiklama yapiyorum bir de.
Hani hafifletici sebep olur diye. Olmuyor.
Hawaii'deki son gecemiz de yine guzel bir aniyla tamamlanmis oluyor...
Simdi yonumuzu çeviriyoruz.
Yeni maceralara...
Sevince zaman çabuk geçmez...
HULA Dansi
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Sadece ask var...
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Insanin hâyallerinin siniri yok...
Dunya gozuyle hayal bile edemeyecegim yerleri goruyorum.
Hawaii'de tatil yapmak ruya gibi birsey... Ve bugun son gunumuz.
Son gunlerin hep biraz buruk bir tadi oluyor.
Biraz havada, biraz kaybolmus, ne yone gidecegini bilmez bir yani oluyor.
Biz de bilemedik...
Bilemedigimiz için atladik arabaya, ruzgar nereye eserse oraya dedik.
Ruzgar golf sahalarina dogru esti...
Meger ne kadar çok yesil alan varmis Maui'de. Hiç gormedigim kadar genis alanlara yayilmis golf sahalari gordum. O kadar genis ki golf alanlari, ilk defa golfun sahiden bir spor olabilecegini dusundum. Bir noktadan diger noktaya yurunecek mesafenin bu denli uzak olmasi...
Evet bir yuruyus sporu...
Anladim simdi neden bizim ulkede hepsi ustsuz
Bu arada, Hawaii'de Kanapali plajinda ilginç bir deneyim yasadim bugun.
Amerika'da normal plajlarda ustsuz guneslenmek yasak.
Yani bayaa bayaa bir gorevli gelip uyariyor, ustunuzu giyin diye.
Yuklu bir para cezasi var. Harbiden yasak yani.
Neden: Cocuklarin ahlakinin bozulmasini engellemek.
Himmm simdi anliyorum neden bizim ulkemize gelip boyle sere serpe ustsuz guneslendiklerini...
Rahat ve açik insanlar olduklarindan degil. Kendi ulkelerinde yapamadiklarindan...
Kalktik Mokuleia Koyu'na gittik.
Oranin denizi, havasi, dogasi, sessizligi bence essiz...
Son bir kez daha tadalim dedik, Hawaii'yi içimize çektik...
Demir almak vakti gelmis Maui'den...
Evimize donuyoruz, Honolulu'ya dogru uçmak uzere basliyoruz hazirlanmaya.
Bu gece havaalaninda bir otelde kalacagiz, yarin erkenden Tokyo uçagimiz var.
Buradan gitmek çok zor olacak demistim zaten, sahiden oyle oluyor...
Evimiz belleyip oyle guzel yerlesmisiz ki buraya bir turlu toplanamiyoruz.
Ama gitmek lazim... Dunya turundayiz...
Kesfedecek daha çok sey var.
Yolcu yolunda gerek, yol daha uzun. Yola devam etmek lazim...
Balayi ve Paris iki kilit kelime...
Her kapiyi açabilir, en sert uçlari yumusatabilir sihirli bir degnek...
Kapalua Havaalani'ndayiz. Minicik bir havaalani, adalar arasi çalisiyor.
Balayi Paris: Hooop valizlerimize odememiz gereken 60 Euros extra check-in'imizi yapan kadin tarafindan hediye ediliyor.
Ordaki Amerikalilar bir ilgi, bir alaka gosteriyor ki...
En ortalama, hatta son kez giyip atmayi planladigim bir kiyafete bile iltifat ediyorlar.
Pasaportuma bakip "Aaaa buraya Turkler bile geliyor, ne kadar guzel." diyorlar.
Butun mesele tum bu farkliliklari ayni bunyede toplayabilmek.
Avrupa'nin kibirli ama asil ve aristokrat yapisinin ardindan bu açik iletisim, bu pozitiflik, bu her daim guleryuzluluk, yakinlik, ulasilabilir olma ve bundan gocunmama durumu, Amerikalilar'in bize kattigi...
Paris'te yasadigimdan beri kulturel farkliliklar meselesi hayatima yon veren bir oge oldu.
Ve bundan daha zenginlestirici bir oge daha bilmiyorum.
Insanlar hep farkliliklara dogru bir egilim sergiliyor. Farkli olani kesfetmek istiyor..
Butun mesele bu farkliliklari ayni bunyede toplayabilmek.
Sentezleyebilmek... Yasam biçimine yedirebilmek, sindirebilmek.
Sahip oldugumuz mevcut degerlere her yeni ogeyi integre edebilmek...
Her yeni ogeye yer bulabilmek...
Mesela Avrupalilar'in estetik anlayisi, oturmuslugu, asaleti ve gelismis zevkleriyle Amerikalilar'in kompexsiz yapisi, açik ve direk iletisimini, animasyonlu, gurultulu ama her daim pozitiflik fiskiran var olma biçimlerini ayni bunyede toplayabilmek...
Iste kopru kurmak diye ben buna derim.
"La vie en Rose" un sarki sozlerini bilmedigim için ben hediye kazanamadim.
Honolulu'daki havaalaninin yanindaki otelimize yerlestik. Yarin sabah Tokyo uçagina binecegiz.
Haliyle bu aksam, yemegi oyle geçistirecegiz.
DA BIG KAPUNA adinda bir pizzaci goruyoruz.
Matah birsey oldugundan degil, etrafta daha iyi birsey goremedigimizden bunu seçiyoruz.
Yerlesiyoruz. Siparisimizi almaya gelen kadin Paris'te yasadigimizi ogrenince basliyor hikayelerini dokmeye.
Ama bunlar digerleri gibi degil, ilginç hikayeler...
20 yil once Georges V otelinde bir aksam yemegi yerken Yannick Noah ile tanismis, ve hâlâ gorusuyorlarmis.
Georges V otelinin Paris'in en luxe 10 otelinden biri oldugunu soylememe gerek yok.
Sonra bir gun Monaco'da tenis maçina giderken Sean Connery ve Fransiz karisiyla ayni arabaya binmis. Tenis maçini izledigi locayi kiminle paylasiyormus? Monaco Prensi'yle...
Kim bu kadin? Meger butun pizza zincirlerinin sahibesiymis.
Ardindan basliyor Edith Piaf'in meshur "La vie en rose" sarkisini soylemeye... Sevgilim de ona katiliyor. Beraber soyluyorlar.
Eh haliyle Edith Piaf'in sarki sozlerine hakim olanla olmayan bir olmuyor.
Uzerinde Da Big Kapuna canavari olan çok guzel bir mavi tshirt hediye ediyor Boris'e.
Bana birsey yok. Neden? Cunku ben sarkiyi soyleyemiyorum.
La vie en rose'un sozlerini bilmedigim için kendimi bir hayli ezik hissediyorum. Ben Turk'um diye açiklama yapiyorum bir de.
Hani hafifletici sebep olur diye. Olmuyor.
Hawaii'deki son gecemiz de yine guzel bir aniyla tamamlanmis oluyor...
Simdi yonumuzu çeviriyoruz.
Yeni maceralara...
Sevince zaman çabuk geçmez...
HULA Dansi
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Begendigim Mekanlar,
Da Big Kapuna,
Dunya turu,
edith piaf,
golf sahalari,
Hawaii,
la vie en rose,
Maui,
Mokuleia koyu
18 Kasım 2012 Pazar
Sevince zaman çabuk geçmez
9 Ekim 2011
"Sev. Sevince zaman çabuk geçmez."
Bir filmde duymustum bu sozu. Cok beğenmistim.
Ne kadar dogru...
Sevince, içimiz sevgiyle, yasam sevinciyle dolu olunca ne kadar dolu dolu akiyor zaman, birim zamanda ne kadar çok sey yasaniyor...
Hayatlari birbirinden ayiran da bu.
Herkese verilen süre üç aşağı beş yukarı aynı.
Peki sen içini doldurmak için neyi, ne kadar seviyorsun?
Hem nitelik, hem nicelik...
Yani ne kadar çok sey seviyoruz ve onlari ne kadar çok seviyoruz...
Zira aynen bu oranda hayatin içi doluyor.
Ve doldukça zamanin akisi yavasliyor...
Ben buna inaniyorum. Bizzat yasiyorum...
Zaman ne çabuk geçiyor, demiyorum. Çünkü hepsinin içi dolu...
Ve daha da doldurmak için gelecek yeni zamanlara ihtiyaç duyuyorum.
Cunku surekli birseyler oluyor, hiç duragan degil...
Bazen kendimi supermarketlerdeki dondurulmuş ürünler gibi hissediyorum.
Hatta böyle tutkuyla ve heyecanla yaşadıkça, insanın son kullanma tarihi hiç geçmez, biliyorum.
Çünkü sadece aşktan ve sevgiden besleniyorum...
Ve sevince zaman çabuk geçmiyor...
Dünya turumuzda da bu boyle. Hawaii'de de...
Günler çabuk geçmiyor...
Her gün yeni bir gün.
Her günün dinamiği başka, anıları başka...
Doga harikalari: HONOLUA ve MOKULEIA Koylari
Bugun de istikametimizi Maui'nin kuzey sahillerine çeviriyoruz.
Ada tatilinin olayi bu olsa gerek, butun yollar alabildigine plaj ve cenetten kopma koylar...
Arabana atliyor ve o koydan bu koya surf yapiyorsun...
Bugun kesfettigimiz doga harikalari Honolua Koyu ve Mokuleia Koyu.
Birbirine bitisik... yapisik. Birine kara yolu var, digerine yok.
Birilerine benziyor, oyle degil mi? Big Beach'le Little Beach'e mesela...
Honolua koyu arabayi park edip inemeyecegimiz bir koy.
Dalis yapmak isteyenler için mukemmel bir alan.
Mokuleia koyunun denizi ise Hawaii'de gordugum en guzel deniz.
Derin, masmavi, tertemiz, duru, tam kartpostallardaki gibi...
Muhtesem...
Girdikten sonra kolay kolay çikmak istemeyeceginiz bir deniz...
Hawaii'de Maui'ye yolu dusen herkese muhakkak tavsiye edilir.
Ben Mokuleia'nin denizinde yuzmenin tadini çikartirken, sevgilim aliyor paletlerini, dalis araç gereçlerini, deniz yolundan tutuyor Honolua Koyu'nun yolunu...
Oyle uzun bir gezinti yapti ki bu sefer, neredeyse 2 saat yuzmus denizin altinda, butun Honolua Koyu'nun sonuna kadar gitmis. Vay be!
Black Russian esliginde enfes bir gunbatimi soleni...
Bu aksam gun batimini kaçirmak istemiyorum.
Otel odamizin onundeki terasa kurulup, elimize beyaz saraplarimizi alip her saniyenin tadini çikartmak istiyorum gun batiminin.
Bu aksam beyaz sarap yok.
Black Russian var. Kokteyl.
Votka ve Khalua denen sert bir kahve likorunden olusan bir kokteyl.
Special firsatlar için biçilmis kaftan. Ustun...
Gun batimi daha da ustun.. Boyle bir isik ziyafeti...
Insana kendisini cennete hissettiren bu tropikal iklim...
Hayatin beni buyuleyen anlarini hiç unutmak istemiyorum.
Ancak, bu an, daha yasanir yasanmaz "geçmis" olacak biliyorum. Fotograftan oteye geçip bu anlari hafizama kaydetmek için gozumu kirpmadan bakiyorum, tum algilarimi açiyorum. Ani içime çekiyorum. O zaman bu an, butun hucrelerime akiyor, en derinliklerime isliyor.
Ve ben bu yuzden hiç unutmuyorum...
Bu renklere dalip giderken aklimdan iki dusunce geçiyor.
Bu dunya turu boyunca, hayatin bu kadar çesitli lezzetlerinden tadabildigim için sukurler olsun.
Ikincisi:
Buradan gitmek çok zor olacak...
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
HULA Dansi
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Sadece ask var...
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
"Sev. Sevince zaman çabuk geçmez."
Bir filmde duymustum bu sozu. Cok beğenmistim.
Ne kadar dogru...
Sevince, içimiz sevgiyle, yasam sevinciyle dolu olunca ne kadar dolu dolu akiyor zaman, birim zamanda ne kadar çok sey yasaniyor...
Hayatlari birbirinden ayiran da bu.
Herkese verilen süre üç aşağı beş yukarı aynı.
Peki sen içini doldurmak için neyi, ne kadar seviyorsun?
Hem nitelik, hem nicelik...
Yani ne kadar çok sey seviyoruz ve onlari ne kadar çok seviyoruz...
Zira aynen bu oranda hayatin içi doluyor.
Ve doldukça zamanin akisi yavasliyor...
Ben buna inaniyorum. Bizzat yasiyorum...
Zaman ne çabuk geçiyor, demiyorum. Çünkü hepsinin içi dolu...
Ve daha da doldurmak için gelecek yeni zamanlara ihtiyaç duyuyorum.
Cunku surekli birseyler oluyor, hiç duragan degil...
Bazen kendimi supermarketlerdeki dondurulmuş ürünler gibi hissediyorum.
Hatta böyle tutkuyla ve heyecanla yaşadıkça, insanın son kullanma tarihi hiç geçmez, biliyorum.
Çünkü sadece aşktan ve sevgiden besleniyorum...
Ve sevince zaman çabuk geçmiyor...
Günler çabuk geçmiyor...
Her gün yeni bir gün.
Her günün dinamiği başka, anıları başka...
Bugun de istikametimizi Maui'nin kuzey sahillerine çeviriyoruz.
Ada tatilinin olayi bu olsa gerek, butun yollar alabildigine plaj ve cenetten kopma koylar...
Arabana atliyor ve o koydan bu koya surf yapiyorsun...
Birbirine bitisik... yapisik. Birine kara yolu var, digerine yok.
Birilerine benziyor, oyle degil mi? Big Beach'le Little Beach'e mesela...
Honolua koyu arabayi park edip inemeyecegimiz bir koy.
Dalis yapmak isteyenler için mukemmel bir alan.
Mokuleia koyunun denizi ise Hawaii'de gordugum en guzel deniz.
Derin, masmavi, tertemiz, duru, tam kartpostallardaki gibi...
Muhtesem...
Girdikten sonra kolay kolay çikmak istemeyeceginiz bir deniz...
Hawaii'de Maui'ye yolu dusen herkese muhakkak tavsiye edilir.
Ben Mokuleia'nin denizinde yuzmenin tadini çikartirken, sevgilim aliyor paletlerini, dalis araç gereçlerini, deniz yolundan tutuyor Honolua Koyu'nun yolunu...
Oyle uzun bir gezinti yapti ki bu sefer, neredeyse 2 saat yuzmus denizin altinda, butun Honolua Koyu'nun sonuna kadar gitmis. Vay be!
Black Russian esliginde enfes bir gunbatimi soleni...
Bu aksam gun batimini kaçirmak istemiyorum.
Otel odamizin onundeki terasa kurulup, elimize beyaz saraplarimizi alip her saniyenin tadini çikartmak istiyorum gun batiminin.
Bu aksam beyaz sarap yok.
Black Russian var. Kokteyl.
Votka ve Khalua denen sert bir kahve likorunden olusan bir kokteyl.
Special firsatlar için biçilmis kaftan. Ustun...
Gun batimi daha da ustun.. Boyle bir isik ziyafeti...
Insana kendisini cennete hissettiren bu tropikal iklim...
Hayatin beni buyuleyen anlarini hiç unutmak istemiyorum.
Ancak, bu an, daha yasanir yasanmaz "geçmis" olacak biliyorum. Fotograftan oteye geçip bu anlari hafizama kaydetmek için gozumu kirpmadan bakiyorum, tum algilarimi açiyorum. Ani içime çekiyorum. O zaman bu an, butun hucrelerime akiyor, en derinliklerime isliyor.
Ve ben bu yuzden hiç unutmuyorum...
Bu renklere dalip giderken aklimdan iki dusunce geçiyor.
Bu dunya turu boyunca, hayatin bu kadar çesitli lezzetlerinden tadabildigim için sukurler olsun.
Ikincisi:
Buradan gitmek çok zor olacak...
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
HULA Dansi
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Black Russian,
Dunya turu,
gunbatimi,
Hawaii,
Hayata dair,
Honolua koyu,
Maui,
Mokuleia koyu,
sevmek,
zaman
14 Kasım 2012 Çarşamba
Hawaiili kizlarin HULA dansi ve "Exotisme"
8 Ekim 2011
Sabah erkenden yine kosarak basliyorum gune Maui'de.
Kendimi zinde hissetmek ne kelime, bomba gibi hissediyorum.
Denize bu kadar yakin olmak doganin bir lutfu.
Deniz çocuguyum ben, denizin tam da kalbinden geliyorum ama, hayatimda ilk defa uyudugum yer denize bu kadar yakin. Denizin dibinde, 5 adim gerisinde...
Ve belki de bir daha asla yakin olamayacagim denize bu derece...
Herseyi dibine kadar yasayacaksin bu alemde...
Her sabah kosarken bunu dusunuyorum... Boyle bir yerde yasasam.. Her sabah ciplak ayak kuma basarak baslasam gune, ardindan denizin mineralli sularina biraksam vucudumu, cildim bu minerallerden her gun beslense... Her gun abdolarim gozukse...
Black Rock'ta sevgilimle denizin altinda sarmas dolas...
Bugun hava biraz bulutlu. Yine de çok sicak ama bulutlu.
Hava boyle olunca bugun otelden fazla uzaklasmayalim buralarda takilalim diyoruz.
Geçen sene temmuz sonunda San Francisco maratonu kosmaya gelip ardindan Maui'de tatil yapan cok sevgili arkadaslarim Emilia ve Paolo'nun tavsiyesini izliyoruz.
Kanapali Beach'e gidiyoruz.
Cok enteresan bir denizi var buranin.
Dalgalar edali edali sakin bir sekilde geliyorlar kiyiya kadar.
Ama kiyida bir cosuyorlar, bir vahsi hal aliyorlar ki inanilmaz...
Seyri de yasamasi da doyumsuz...
Dalis yapmak için ideal, unlu Black Rock tam da bu sahilde.
Sevgilim bu firsati kaçirmiyor, hatta beni de ikna ediyor.
Suyun altinda nefes alma fikrine çok yabanciyim, bir turlu alisamiyorum.
Bir cesaret takiyorum tupleri ben de daliyoruz beraber. Beraber..
Bence bunun adina dalmak denmez, suyun altinda dolasmak daha dogru olur.
Sevgilim beni belimden tutuyor ve suyun altinda beni nereye gotururse orayi geziyorum.
Suyun altinda sarmas dolas geziyoruz yani. Bir de baliklarla yuzmek, onlari gormek var.
Benim aklimda tek bir balik var: kopekbaligi .
Bir an gulmek tutuyor suyun içinde, kopekbaligiyla karsilasacagim dusuncesi o kadar çok geçiyor ki aklimdan, sonunda goruceksin bir kopekbaligi o olacak kizim diyorum.
Beni sarmiyor, bir sure sonra denizden çikiyorum.
Sevgilim de kendisi dolasmaya basliyor denizin altinda.
Iyi, yalniz da kalmamis. Ben çikar çikmaz bir Ray baligi geçmis yanindan.
Ray baligini bilir misiniz? Hani yassi kocaman bir balik.
Once bir urkmus, ama sonra bakmis balik kendi halinde, hiçbir seyi taktigi yok, kimsenin varligini onemsedigi yok, kendi çapinda yuzuyor, sevgilim de takilmis pesine, onunla yuzmus.
Balikadam sevgilim benim, çok seviyor baliklarla takilmayi....
Aksama açik hava Hawaii dansi izlemeye gidiyoruz hemen yanimizdaki Whales Vilage'da.
Once yerel kokteyl Mai Tai'lerimizi aliyoruz elimize ve geçiyoruz gosterinin yapilacagi meydana.
Hawaii muzigi boyle yumusacik, insani mest eden turden, tropikal bir iklimin muzigi.
Insani oksayan, sarip sarmalayan melodiler barindiriyor.
Hawaii'li genç kizlarin Hula dansi
Iki tarz Hawaii dansi var, birincisi Hula, en taninmisi.
Bir nevi Hawai folklorik dansi diyebiliriz.
Bizim Kars yoresi danslarina benziyor.
Boyle komik komik el kol hareketleri, bir akiyormus, kayiyormus gibi yer degistirmeler, çok keyif vermeyen, bu ne ya, siz buna dans mi diyorsunuz dedirten anlamsiz bir dans.
Hula'ymis !!! Dans diye yutturuyorlar bunu bize.
Ikincisi de bu aksam izledigimiz: bayaa dinamik, ozellikle oryantal ve Afrika dansi karisimi, kalçanin bol bol sallandigi bir dans turu.
Bu dans ta çok zengin motiflere sahip degil, ama en azindan sensuel bir yani var. Keyif veriyor izlemesi.
Dans eden kizlarin yasi 16'yi geçmez.
Elbette ki turistik bir gosteri bu, bize bir solen sergileyen bu genç kizlara minnetariz.
Ancak...
Bu kulturun içinde, bu yasta, turistleri eglendirmek için dans ederek buyuyen bu kiz çocuklari nasil olacak ta gun gelecek buyuk egitimler alacak?
Galiba çark boyle donuyor, burada buyuyen çocuklar Hawaii'ye isgucu oluyor. Baska bir amaç guderek buyumuyorlar.
Benim kizim olsa 3-5 turist eglenecek diye hayatta buraya çikartip dans ettirmem.
Valla sahsen, ben, 12 yasindaki kizimin, bu kiçikirik turistler eglenecek diye, hayatta bu kadar insanin onunde, uluorta dans etmesine izin vermem.
Bu turistler de kim oluyor? Benim çocugum neden onlari eglendirecekmis diye dusunurum...
Exotic demesinler de ne derlerse desinler...
ODTU'den Meyda Yegenoglu Hocam'in "exotic" kavramiyla açikladigi turizm kavrami aklima geliyor.
Exotic, guçlu olanin, dominant ve dunyanin kaynaklarini elinde bulunduranlarin, bu gucun getirdigi agirliktan kaçmak, nefes almak için kendi gerçekliklerinin disina çikmak istedikleri yerdir.
Exotigin asagilayici, alta itici bir yani var. Cunku exotic olmayan; gerçek hayatin ve guc dengelerinin dondugu yer. Exotic alan ise gucu elinde bulunduranlarin gidip yasamak istemeyecegi, ancak, bir sure sonra geri donmek uzere, tercih ettigi hayatin disindaki yerlerde hayal kurma egilimi.
Zira gucu elinde tutanlarin, "sizin kulturunuz sadece bizi eglendirmek için var", demesi.
Hawaii'de aklima bu geldi, bu çocuklar dans ederken, hem de turistler o çocuklarin resimlerini çekmek için birbiriyle yarisirken...
Cunku bu hayranlik degil, begeni degil.
Bilinçalti bu bir dislama, alta alma, hor gorme, "bak boylesi de var" deme, "oteki" yi yaratma, ben bunlardan degilim diyerek ustunlugunu tasdik etme...
Ben yine de kendimi Hawaii'nin kendisine, dogasina, denizine, kumuna, palmiyelerine, ananaslarina, gunbatimina, ve... aska birakiyorum.
Gerisi bir dans gosterisinde aklimda geçenlerden fazla su anda, burada ilgilendirmiyor beni...
Gece çabuk iniyor Hawaii'de. 18.30 dedin mi gunes batiyor.
Yemek erken yeniyor.
21 oldu mu, insan kendisini yataga atabilir ve hemen uykuya dalabilir gibi hissediyor.
Gunduz denize, gece uykuya dalmak...
Hawaii'de bir baska guzel.
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Sadece ask var...
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Sabah erkenden yine kosarak basliyorum gune Maui'de.
Kendimi zinde hissetmek ne kelime, bomba gibi hissediyorum.
Denize bu kadar yakin olmak doganin bir lutfu.
Deniz çocuguyum ben, denizin tam da kalbinden geliyorum ama, hayatimda ilk defa uyudugum yer denize bu kadar yakin. Denizin dibinde, 5 adim gerisinde...
Ve belki de bir daha asla yakin olamayacagim denize bu derece...
Her sabah kosarken bunu dusunuyorum... Boyle bir yerde yasasam.. Her sabah ciplak ayak kuma basarak baslasam gune, ardindan denizin mineralli sularina biraksam vucudumu, cildim bu minerallerden her gun beslense... Her gun abdolarim gozukse...
Bugun hava biraz bulutlu. Yine de çok sicak ama bulutlu.
Hava boyle olunca bugun otelden fazla uzaklasmayalim buralarda takilalim diyoruz.
Geçen sene temmuz sonunda San Francisco maratonu kosmaya gelip ardindan Maui'de tatil yapan cok sevgili arkadaslarim Emilia ve Paolo'nun tavsiyesini izliyoruz.
Kanapali Beach'e gidiyoruz.
Dalgalar edali edali sakin bir sekilde geliyorlar kiyiya kadar.
Ama kiyida bir cosuyorlar, bir vahsi hal aliyorlar ki inanilmaz...
Seyri de yasamasi da doyumsuz...
Dalis yapmak için ideal, unlu Black Rock tam da bu sahilde.
Sevgilim bu firsati kaçirmiyor, hatta beni de ikna ediyor.
Suyun altinda nefes alma fikrine çok yabanciyim, bir turlu alisamiyorum.
Bir cesaret takiyorum tupleri ben de daliyoruz beraber. Beraber..
Bence bunun adina dalmak denmez, suyun altinda dolasmak daha dogru olur.
Sevgilim beni belimden tutuyor ve suyun altinda beni nereye gotururse orayi geziyorum.
Suyun altinda sarmas dolas geziyoruz yani. Bir de baliklarla yuzmek, onlari gormek var.
Benim aklimda tek bir balik var: kopekbaligi .
Bir an gulmek tutuyor suyun içinde, kopekbaligiyla karsilasacagim dusuncesi o kadar çok geçiyor ki aklimdan, sonunda goruceksin bir kopekbaligi o olacak kizim diyorum.
Sevgilim de kendisi dolasmaya basliyor denizin altinda.
Iyi, yalniz da kalmamis. Ben çikar çikmaz bir Ray baligi geçmis yanindan.
Ray baligini bilir misiniz? Hani yassi kocaman bir balik.
Once bir urkmus, ama sonra bakmis balik kendi halinde, hiçbir seyi taktigi yok, kimsenin varligini onemsedigi yok, kendi çapinda yuzuyor, sevgilim de takilmis pesine, onunla yuzmus.
Balikadam sevgilim benim, çok seviyor baliklarla takilmayi....
Aksama açik hava Hawaii dansi izlemeye gidiyoruz hemen yanimizdaki Whales Vilage'da.
Once yerel kokteyl Mai Tai'lerimizi aliyoruz elimize ve geçiyoruz gosterinin yapilacagi meydana.
Hawaii muzigi boyle yumusacik, insani mest eden turden, tropikal bir iklimin muzigi.
Insani oksayan, sarip sarmalayan melodiler barindiriyor.
Hawaii'li genç kizlarin Hula dansi
Iki tarz Hawaii dansi var, birincisi Hula, en taninmisi.
Bir nevi Hawai folklorik dansi diyebiliriz.
Bizim Kars yoresi danslarina benziyor.
Boyle komik komik el kol hareketleri, bir akiyormus, kayiyormus gibi yer degistirmeler, çok keyif vermeyen, bu ne ya, siz buna dans mi diyorsunuz dedirten anlamsiz bir dans.
Hula'ymis !!! Dans diye yutturuyorlar bunu bize.
Ikincisi de bu aksam izledigimiz: bayaa dinamik, ozellikle oryantal ve Afrika dansi karisimi, kalçanin bol bol sallandigi bir dans turu.
Bu dans ta çok zengin motiflere sahip degil, ama en azindan sensuel bir yani var. Keyif veriyor izlemesi.
Dans eden kizlarin yasi 16'yi geçmez.
Elbette ki turistik bir gosteri bu, bize bir solen sergileyen bu genç kizlara minnetariz.
Ancak...
Bu kulturun içinde, bu yasta, turistleri eglendirmek için dans ederek buyuyen bu kiz çocuklari nasil olacak ta gun gelecek buyuk egitimler alacak?
Galiba çark boyle donuyor, burada buyuyen çocuklar Hawaii'ye isgucu oluyor. Baska bir amaç guderek buyumuyorlar.
Benim kizim olsa 3-5 turist eglenecek diye hayatta buraya çikartip dans ettirmem.
Valla sahsen, ben, 12 yasindaki kizimin, bu kiçikirik turistler eglenecek diye, hayatta bu kadar insanin onunde, uluorta dans etmesine izin vermem.
Bu turistler de kim oluyor? Benim çocugum neden onlari eglendirecekmis diye dusunurum...
Exotic demesinler de ne derlerse desinler...
ODTU'den Meyda Yegenoglu Hocam'in "exotic" kavramiyla açikladigi turizm kavrami aklima geliyor.
Exotic, guçlu olanin, dominant ve dunyanin kaynaklarini elinde bulunduranlarin, bu gucun getirdigi agirliktan kaçmak, nefes almak için kendi gerçekliklerinin disina çikmak istedikleri yerdir.
Exotigin asagilayici, alta itici bir yani var. Cunku exotic olmayan; gerçek hayatin ve guc dengelerinin dondugu yer. Exotic alan ise gucu elinde bulunduranlarin gidip yasamak istemeyecegi, ancak, bir sure sonra geri donmek uzere, tercih ettigi hayatin disindaki yerlerde hayal kurma egilimi.
Zira gucu elinde tutanlarin, "sizin kulturunuz sadece bizi eglendirmek için var", demesi.
Hawaii'de aklima bu geldi, bu çocuklar dans ederken, hem de turistler o çocuklarin resimlerini çekmek için birbiriyle yarisirken...
Cunku bu hayranlik degil, begeni degil.
Bilinçalti bu bir dislama, alta alma, hor gorme, "bak boylesi de var" deme, "oteki" yi yaratma, ben bunlardan degilim diyerek ustunlugunu tasdik etme...
Ben yine de kendimi Hawaii'nin kendisine, dogasina, denizine, kumuna, palmiyelerine, ananaslarina, gunbatimina, ve... aska birakiyorum.
Gerisi bir dans gosterisinde aklimda geçenlerden fazla su anda, burada ilgilendirmiyor beni...
Gece çabuk iniyor Hawaii'de. 18.30 dedin mi gunes batiyor.
Yemek erken yeniyor.
21 oldu mu, insan kendisini yataga atabilir ve hemen uykuya dalabilir gibi hissediyor.
Gunduz denize, gece uykuya dalmak...
Hawaii'de bir baska guzel.
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Black Rock,
dalis,
Dunya turu,
Hawaii,
hula dansi,
Kanaapali,
Mai Tai,
Maui,
Ray baligi,
sabah kosusu,
Whales Vilage
11 Kasım 2012 Pazar
Hayatimda ilk defa çıplaklar plajina gittim.
7 Ekim 2011
Bugün hayatımda ilk defa bir çıplaklar plajina gittim.
Değişik bir deneyim.
Geliştirici, zenginleştirici mi? Değil belki...
Daha çok zincirleri kırdırıcı...
Önceki öğrenmişlikler ve bilinçaltimiza yerleşenlerle yapamayacağımızı sandığımız bir çizginin önünde durup, o çizgiyi aştırıcı...
Nil'in şarkısındaki gibi "Ben buraya çıplak geldim" diyenlere, her ne olursa olsun vücuduyla barışık olanlara, kiyafetsiz oldugu için kendisini kifayetsiz saymayanlara, savunmasiz hissetmeyenlere, din, kültür, ahlak ve benzeri düşünme biçimleriyle kendisine sınır getirmeyenlere...
Ya da, sadece, yalın ve basitçe, benim gibi, tek amaci vücudunda bikini izi olmadan güneşlenmek isteyenlere...
Dikkatinizi çekmek isterim!
Çıplaklar plaji dedigimiz yer, öyle herkesin soyunup topluca sevistiği bir yer degil.
Normal bir plajda ne oluyorsa, insanlar neler yapıyorsa orda da o.
Herkes yine yüzüyor, kahvesini içiyor, kitabini okuyor, body board'la oynuyor, günesleniyor. Burda da aynen o. İnsanlar çıplak oldugu için normalin dışında hiçbir sey yok.
Çıplaklar plaji dedigimiz yer, sadece insanlarin üzerlerinde kiyafet olmadan deniz günes keyfi yapmak istedikleri bir yer.
Cinsel hiçbir ama hiçbir yani yok. Normal bir plajdan farkı yok.
(Bu açiklamayi, bu yaziyi yazdiktan sonra kulaklarima inanamayacagim türden aldığım sorular dogrultusunda yapma geregi duydum.)
Makena Koyu'nun iki kardesi Big Beach ve Little Beach
Big Beach ve Little Beach... Yanyana, dipdibe...
Makena Koyu'nun birbirinden guzel iki doğa harikasi.
Ayni ailenin biri büyük biri küçük, iki çocuğu gibi...
Onlari ayiran minicik, daracik, çetrefilli, yukari dogru tirmanmayi gerektiren bir geçit.
Big Beach cenetten bir parça. Gelmeyen, gormeyen, burada bir kez denize girmeyen, plajinda yurumeyen yok.
Little Beach te cennetten bir parça ama kardesine nazaran daha içedonuk, daha kendi halinde...
Little Beach'e karadan yol yok yani araba yolu yok...
Illa ki Big Beach'in sonuna kadar yurunecek, o daracik yola, tunel gibi yere girilecek, tirmanilacak, engeller asilacak... Oyle varilacak.
Ve o hayattan kopmus, herseyden izole olmus, hiçkimsenin bulamayacagi bir doga harikasi varmis ta yalnizca azmedenler onu bulmus denilecek...
Bambaska bir dinamigi olan, hiçbir yere benzemeyen minik bir koy burasi. Ciplaklar plaji...
Biraz sinirlari zorlamak, hatta disina çikmak, bir fantezi...
Herkes bildigimiz çiplak...
Ama bu ne rahatlik, kimsenin kimeye baktigi yok, kimsenin kimseyle ilgilendigi yok. Yadirganacak hiçbirsey yok.
Sanirsin herkes derisini giymis ustune.
Zira zaten kimse çiplak degil.
Mahremiyet ozel degil. Kimsenin gormemesi gerektigini sandigin, herkeste olan seyler. Burada o kadar da ozel, gizemli degil.
Bu, aykirilik degil, hippilik degil, modern toplumu reddetmek hiç degil.
Birazcik sinirlari zorlamak belki de, gundelik hayatin, siradan olanin disina çikmak.
Bir fantezi...
Engelleri astik, tunellerden geçtik, kayalari tirmandik ve vardik iste.
Uzerimizde deniz kiyafetlerimiz, yuruyoruz...
Sadece giysilerimizden degil tum blokajlarimizdan soyunuyoruz...
Bir seyi hemen fark ediyoruz.
Burada çiplak olmak degil, giyinik olmak dikkat çekiyor.
Uzerinde hâlâ kiyafet varsa insanlar sana garip garip, hatta sorgular gibi bakiyor.
Ne zaman soyunacaksin? Burayi, bu ortami merakindan mi geldin? Yoksa sen soyunamiyor musun? Utaniyor musun? O halde burada isin nedir? insani giyinik olduguna pisman ediyor zaten.
De... Bir musade edin yahu. Soyunucaz biz de.
Soyle havlularimizi serebilecegimiz uygun bir yer ariyoruz.
Ve buluyoruz. Basliyoruz yavas yavas soyunmaya...
Sadece giysilerimizden degil, blokajlarimizdan, deger yargilarimizdan, utanma duygumuzdan, mahrem olgusundan bir bir soyunuyoruz...
Benim için daha kolay oluyor, spordan gelen bir aliskanlik. Avrupa'da alistim buna. Spor salonunda herkes spordan sonra tamamen soyunup dusuna gidiyor. Kimsenin takildigi bir mesele degil. Cok dogal.
Sevgilim için biraz daha zor oluyor haliyle.
Ama tum olay uzerimizden kiyafetleri atana kadar...
Sonra kalabaliga karisiyor ve gorunmez oluyoruz.
Burada 100 kisinin ortasinda çirilçiplak duran sanki biz degiliz.
Soyunduk, oturuyoruz, gunesleniyoruz. Da...
Soyle bir sere serpe yatamiyoruz yine de, bir tutukluk var.
Bu sapsallik fasli da etaplardan biri olmali, olacak elbette. Geçecek...
Ayyy çok afedersiniz çiplagim su anda sosyallesemeyecegim...
Derken yanimizdaki adam ve Asyali genç sevgilisi bizim Fransizca konusmalarimiza kulak kabartip basliyorlar bize soru sormaya. Klasik: Nereden geliyorsunuz, ahh ben Paris'e bayilirim, bilmem kaç senesinde gitmistim surayi gormustum; bir de biliyorlarsa, lugatlarindan birkaç kelime Fransizca çikartiyorlar...
Eeeee iyi de... çiplagiz yahu...
Yani boyle çiplaklar kampinda yeni arkadas edinmek te biraz tuhaf oluyormus itiraf etmek gerekirse.
Hani ne gerek var burada sosyallesmeye...
Zaten bu kadar insani tanimadigimiz için ve tam da bu durumdan beslenerek çiplakliga bu kadar kolay kendimizi teslim edebiliyoruz. Sosyal bir ortamda olmadigimiz için. Orasi ozel bir yer oldugu için...
Sosyallesme, yeni bir insanla tanisma gundeme gelir gelmez utanma duygusu da bedende yerini hemen aliyor haliyle..
Ay çok afedersiniz, çiplagim, su anda sizinle konusamayacagim, demek durtusu geliyor. Bu durtuyle hareket ediyor ve bu asmis Amerikalilar'la, lafi kisa keserek arkadaslik etmiyoruz.
Kusura bakmayin, biz daha o kadar asamadik...
Ciplaklar plaji arkadas arkadasa gelinecek bir yer midir?
Gozum su ilerideki 3 Japon'a takiliyor. 2 erkek 1 kiz.
Yaslari 25'i geçmez, belki daha kuçuk, hatta ogrenci gibi bir halleri var.
Gozlemliyorum gozlemliyorum, nasil bir iliskileri oldugunu anlayamiyorum.
Yani kiz bu erkeklerden birinin sevgilisi mi? Ki, degil gibi duruyor.
Ki, oyle bile olsa ya da olmasa boyle bir yere 2 normal erkek arkadasinla ya da sevgilinle ve sevgilinin bir erkek arkadasiyla nasil gelinir? sorulari kafamda dolaniyor...
Goruyorsunuz ya, açik fikirliligin de kapandigi bir yer var demek ki...
Ciplaklar kampina geldik, soyunduk tamam, ancak henuz asamadigimiz bir "sosyal barikat" var demek ki.
Derken bir de bakiyorum bu 3'u, çiplak bir sekilde boydan fotograf çektiriyorlar.
Once hep beraber. Daha sonra çesitli kombinasyonlar halinde; 2 erkek, sonra kiz çocuklarin once biriyle, sonra digeriyle... Pozlar veriyorlar.
Hadi sevgilinle fantezik resimler olsa bunlar bir nebze anlayabilecegim...
Aklim almiyor. Insan boyle bir yerde arkadaslarla, hem de grup halinde, neden fotograf çektirmek ister?
Ne yapacaksiniz o fotograflari? Kime gostereceksiniz?
Facebook'a mi koyacaksiniz?
Gerçi bunlar Japon; fanteziler ve fetisler kulturu, ulkesi.
Bunlardan bu manada hersey beklenir.
Ciplaklik hadi neyse de, isin sosyal boyutu beni asar...
Iyisi mi ben kalkip bir denize gireyim.
Ciplaklar plajinda çiplakligin tadini çikarayim. Sahilde kumlara soyle bir uzanip gunesleneyim.
"Ben buraya çiplak geldim." gelmesine de...
Cicili bicili, ipli, renkli, desenli bikinilerimi ozledim...
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
HULA Dansi
Adada hayat bir baska guzel
Sadece ask var...
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Bugün hayatımda ilk defa bir çıplaklar plajina gittim.
Değişik bir deneyim.
Geliştirici, zenginleştirici mi? Değil belki...
Daha çok zincirleri kırdırıcı...
Önceki öğrenmişlikler ve bilinçaltimiza yerleşenlerle yapamayacağımızı sandığımız bir çizginin önünde durup, o çizgiyi aştırıcı...
Nil'in şarkısındaki gibi "Ben buraya çıplak geldim" diyenlere, her ne olursa olsun vücuduyla barışık olanlara, kiyafetsiz oldugu için kendisini kifayetsiz saymayanlara, savunmasiz hissetmeyenlere, din, kültür, ahlak ve benzeri düşünme biçimleriyle kendisine sınır getirmeyenlere...
Ya da, sadece, yalın ve basitçe, benim gibi, tek amaci vücudunda bikini izi olmadan güneşlenmek isteyenlere...
Dikkatinizi çekmek isterim!
Çıplaklar plaji dedigimiz yer, öyle herkesin soyunup topluca sevistiği bir yer degil.
Normal bir plajda ne oluyorsa, insanlar neler yapıyorsa orda da o.
Herkes yine yüzüyor, kahvesini içiyor, kitabini okuyor, body board'la oynuyor, günesleniyor. Burda da aynen o. İnsanlar çıplak oldugu için normalin dışında hiçbir sey yok.
Çıplaklar plaji dedigimiz yer, sadece insanlarin üzerlerinde kiyafet olmadan deniz günes keyfi yapmak istedikleri bir yer.
Cinsel hiçbir ama hiçbir yani yok. Normal bir plajdan farkı yok.
(Bu açiklamayi, bu yaziyi yazdiktan sonra kulaklarima inanamayacagim türden aldığım sorular dogrultusunda yapma geregi duydum.)
Makena Koyu'nun iki kardesi Big Beach ve Little Beach
Big Beach ve Little Beach... Yanyana, dipdibe...
Makena Koyu'nun birbirinden guzel iki doğa harikasi.
Ayni ailenin biri büyük biri küçük, iki çocuğu gibi...
Onlari ayiran minicik, daracik, çetrefilli, yukari dogru tirmanmayi gerektiren bir geçit.
Big Beach cenetten bir parça. Gelmeyen, gormeyen, burada bir kez denize girmeyen, plajinda yurumeyen yok.
Little Beach te cennetten bir parça ama kardesine nazaran daha içedonuk, daha kendi halinde...
Little Beach'e karadan yol yok yani araba yolu yok...
Illa ki Big Beach'in sonuna kadar yurunecek, o daracik yola, tunel gibi yere girilecek, tirmanilacak, engeller asilacak... Oyle varilacak.
Ve o hayattan kopmus, herseyden izole olmus, hiçkimsenin bulamayacagi bir doga harikasi varmis ta yalnizca azmedenler onu bulmus denilecek...
Bambaska bir dinamigi olan, hiçbir yere benzemeyen minik bir koy burasi. Ciplaklar plaji...
Biraz sinirlari zorlamak, hatta disina çikmak, bir fantezi...
Herkes bildigimiz çiplak...
Ama bu ne rahatlik, kimsenin kimeye baktigi yok, kimsenin kimseyle ilgilendigi yok. Yadirganacak hiçbirsey yok.
Sanirsin herkes derisini giymis ustune.
Zira zaten kimse çiplak degil.
Mahremiyet ozel degil. Kimsenin gormemesi gerektigini sandigin, herkeste olan seyler. Burada o kadar da ozel, gizemli degil.
Bu, aykirilik degil, hippilik degil, modern toplumu reddetmek hiç degil.
Birazcik sinirlari zorlamak belki de, gundelik hayatin, siradan olanin disina çikmak.
Bir fantezi...
Engelleri astik, tunellerden geçtik, kayalari tirmandik ve vardik iste.
Uzerimizde deniz kiyafetlerimiz, yuruyoruz...
Sadece giysilerimizden degil tum blokajlarimizdan soyunuyoruz...
Bir seyi hemen fark ediyoruz.
Burada çiplak olmak degil, giyinik olmak dikkat çekiyor.
Uzerinde hâlâ kiyafet varsa insanlar sana garip garip, hatta sorgular gibi bakiyor.
Ne zaman soyunacaksin? Burayi, bu ortami merakindan mi geldin? Yoksa sen soyunamiyor musun? Utaniyor musun? O halde burada isin nedir? insani giyinik olduguna pisman ediyor zaten.
De... Bir musade edin yahu. Soyunucaz biz de.
Soyle havlularimizi serebilecegimiz uygun bir yer ariyoruz.
Ve buluyoruz. Basliyoruz yavas yavas soyunmaya...
Sadece giysilerimizden degil, blokajlarimizdan, deger yargilarimizdan, utanma duygumuzdan, mahrem olgusundan bir bir soyunuyoruz...
Benim için daha kolay oluyor, spordan gelen bir aliskanlik. Avrupa'da alistim buna. Spor salonunda herkes spordan sonra tamamen soyunup dusuna gidiyor. Kimsenin takildigi bir mesele degil. Cok dogal.
Sevgilim için biraz daha zor oluyor haliyle.
Ama tum olay uzerimizden kiyafetleri atana kadar...
Sonra kalabaliga karisiyor ve gorunmez oluyoruz.
Burada 100 kisinin ortasinda çirilçiplak duran sanki biz degiliz.
Soyunduk, oturuyoruz, gunesleniyoruz. Da...
Soyle bir sere serpe yatamiyoruz yine de, bir tutukluk var.
Bu sapsallik fasli da etaplardan biri olmali, olacak elbette. Geçecek...
Ayyy çok afedersiniz çiplagim su anda sosyallesemeyecegim...
Derken yanimizdaki adam ve Asyali genç sevgilisi bizim Fransizca konusmalarimiza kulak kabartip basliyorlar bize soru sormaya. Klasik: Nereden geliyorsunuz, ahh ben Paris'e bayilirim, bilmem kaç senesinde gitmistim surayi gormustum; bir de biliyorlarsa, lugatlarindan birkaç kelime Fransizca çikartiyorlar...
Eeeee iyi de... çiplagiz yahu...
Yani boyle çiplaklar kampinda yeni arkadas edinmek te biraz tuhaf oluyormus itiraf etmek gerekirse.
Hani ne gerek var burada sosyallesmeye...
Zaten bu kadar insani tanimadigimiz için ve tam da bu durumdan beslenerek çiplakliga bu kadar kolay kendimizi teslim edebiliyoruz. Sosyal bir ortamda olmadigimiz için. Orasi ozel bir yer oldugu için...
Sosyallesme, yeni bir insanla tanisma gundeme gelir gelmez utanma duygusu da bedende yerini hemen aliyor haliyle..
Ay çok afedersiniz, çiplagim, su anda sizinle konusamayacagim, demek durtusu geliyor. Bu durtuyle hareket ediyor ve bu asmis Amerikalilar'la, lafi kisa keserek arkadaslik etmiyoruz.
Kusura bakmayin, biz daha o kadar asamadik...
Ciplaklar plaji arkadas arkadasa gelinecek bir yer midir?
Gozum su ilerideki 3 Japon'a takiliyor. 2 erkek 1 kiz.
Yaslari 25'i geçmez, belki daha kuçuk, hatta ogrenci gibi bir halleri var.
Gozlemliyorum gozlemliyorum, nasil bir iliskileri oldugunu anlayamiyorum.
Yani kiz bu erkeklerden birinin sevgilisi mi? Ki, degil gibi duruyor.
Ki, oyle bile olsa ya da olmasa boyle bir yere 2 normal erkek arkadasinla ya da sevgilinle ve sevgilinin bir erkek arkadasiyla nasil gelinir? sorulari kafamda dolaniyor...
Goruyorsunuz ya, açik fikirliligin de kapandigi bir yer var demek ki...
Ciplaklar kampina geldik, soyunduk tamam, ancak henuz asamadigimiz bir "sosyal barikat" var demek ki.
Derken bir de bakiyorum bu 3'u, çiplak bir sekilde boydan fotograf çektiriyorlar.
Once hep beraber. Daha sonra çesitli kombinasyonlar halinde; 2 erkek, sonra kiz çocuklarin once biriyle, sonra digeriyle... Pozlar veriyorlar.
Hadi sevgilinle fantezik resimler olsa bunlar bir nebze anlayabilecegim...
Aklim almiyor. Insan boyle bir yerde arkadaslarla, hem de grup halinde, neden fotograf çektirmek ister?
Ne yapacaksiniz o fotograflari? Kime gostereceksiniz?
Facebook'a mi koyacaksiniz?
Gerçi bunlar Japon; fanteziler ve fetisler kulturu, ulkesi.
Bunlardan bu manada hersey beklenir.
Ciplaklik hadi neyse de, isin sosyal boyutu beni asar...
Iyisi mi ben kalkip bir denize gireyim.
Ciplaklar plajinda çiplakligin tadini çikarayim. Sahilde kumlara soyle bir uzanip gunesleneyim.
"Ben buraya çiplak geldim." gelmesine de...
Cicili bicili, ipli, renkli, desenli bikinilerimi ozledim...
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
HULA Dansi
Adada hayat bir baska guzel
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Big Beach,
çiplaklar kampi,
Dunya turu,
fantezi,
Hawaii,
Little Beach,
Makena Bay,
Maui
8 Kasım 2012 Perşembe
Adada hayat bir başka güzel...
7 buçuktu uyandığımda. Bomba gibi uyanıp kendimi sahile attim.
Koştum, koştum, Koşarak gittim, yüzerek geri döndüm...
Bunu her gün yapabilsem keşke. Doğada koşarak, yüzerek güne başlamak...
Hayali bile yaşam enerjimi katlıyor.
Bazı kumlarda kolay yürünür bazılarında zor yürünür ya, işte burası bata çıka yürünülen türden. Haliyle yarım saatlik bu koşu, ya da tabiri caizse kumlarla mücadele bir hayli yoruyor adamı.
Önce aç karnına meyve, sonra da sevgilimle kahvaltı...
Kahvaltımızı sindirdikten sonra beraber sahilin yolunu tutuyoruz.
"Seni görebileceğim yerde yüz. Görüş alanımdan çıkma. Fazla uzaklaşma. Buralarda oyna."
Ben şu köpekbalığı meselesini fazla abartıyorum galiba.
Hani anneler çocuklarına derler ya, fazla uzaklaşma, gözümün önünde oyna diye. Işte benimki de aynı hesap.
Sevgilime devamli oyle seyler söylüyorum.
Çünkü o su kuşudur, sudan çıkmasın, karşıda ada varsa oraya kadar yüzüp yüzemeyeceğini hesaplasın, hayal etsin. Öyledir. Dolayısıyla ben de endişe çanağı...
"Seni görebileceğim yerde yüz" diye tembihliyorum. "Görüş açımdan çıkma, beni korkutma, köpekbalıkları var, lütfen çok açılma" diyorum.
O yüzüyor, ben radarları açıyorum. Baktım sözümü dinliyor, dikkatim dağılıyor.
Birseyler okumaya girişiyorum. Sonra bir de bakıyorum, bu görünürlerde yok.
Ve önümde, gözümün alabildiğine bomboş bir okyanus...
Ayy içimi bir sıkıntı basıyor. Başlıyorum kafamda kurmaya. Kesin bir köpekbalığı bunu bacağından kaptı, cok ilerilere götürdü, orada yiyor. Yoksa bu kadar zaman nefessiz kalacak değil ya, nerde bu?
Bir panik, bir panik, ağlamaklı oluyorum, bir boş boş bakıyorum etrafıma... Ne yapıcam ben?
Sonra bir de bakıyorum salına salına geliyor kenardan, sahilden. Meğer paralel yüzmüş, taaa bilmem nereye kadar gitmis ordan da yürüyerek dönüyormuş. Rahatlıyorum.
Aman iyi bari. Olsun ben yine de firçamı çekiyorum.
Bu arada, bu köpekbalığı takıntımla sevgilimi fazla korkuttum galiba.
Küpe olmus kulağına söylediklerim. Öyle çok uzaklara gidememiş.
Zaten bir ara denizin içinde böyle yilan gibi birsey görmüş, hemen çıkmış. Ondan yürüyerek geliyormuş...
Bugun öğleden sonra adayı keşfe çıktık...
Şöyle Hawaii'ye yakışan shortlar, bikiniler, pareolar ve parmak arası terlikler aldik.
MAUI'YI KEŞFE ÇIKTIK
Ada'nin en güneyine kadar indik bugün.
Maui'nin en guneyi La PEROUSE Bay.
Bu koy diğerlerinden farklı. Burda plaj yok, denize de girmek mümkün değil.
Volkanik hareketler sonucu oluşmuş ürkütücü kayalar var.
Ada kendi içinde dahi iklim farklılıkları gösteriyor. La Perouse mesela çok rüzgarlı ve soğuk.
Maui'nin en ihtişamli ve en güzel sahil şehirleri hiç şüphesiz Kihei ve Wailea arası.
Maui'nin içi, ortası boş bir küre. Hayat kenarlara kaymış. Hatta hayat sadece denizin kenarına kurulmuş. Ortaya doğru da büyüyen gelişen hiçbirsey yok. Kocaman bir boşluk var sadece...
KIHEI, WAILEA, LAHAINA baya bildiğimiz cici tatil beldeleri. Kuşadası, Çeşme, Bodrum gibi..
Bunların araları da muhtesem koylar ve sahiller...
Her yerde bir deniz güneş molası verebilir, birkaç saat geçirdikten sonra bir başka koya kapak atabilirsin.
Herkes zaten öyle yapiyor. Hatta sanki amaç bu. Bütün bir günü aynı koyda geçirmemek, bu circulation, bu devinim, iyi geliyor...
En meşhur koylar MAKENA BAY ve BIG BEACH
Big Beach Maui'nin South Beach'i.
Big Beach, adi ustunde Maui'nin en buyuk plaji. Maui'deki butun koylar boyle girintili cikintili küçük küçük koylar.
Big Beach te South Beach veya Waikiki kadar olmasa da, kumu bol, kumsali genis büyük bir koy burasi. Gelen giden çok degil. Ozel koy misali...
Big Beach'in arkasinda da ne var biliyor musunuz? Little Beach
Yani?
Ciplaklar kampi...
Bu macerayi baska bir gune sakliyor, arabamiza atliyor, Kanapali'mize geri donuyoruz.
Siz siz olun Amerika'da hastalanmayın.
Bugünü biraz erken tamamliyoruz çünkü sevgilim birden kendisini kotu hissetmeye basliyor.
Daha dogrusu kulağı iltihap kapmış, otit olmus.
Eve varir varmaz doktora gidiyoruz. Aman siz siz olun Amerika'da hastalanmayin. Sağlık sisteminin cok kötü ve cok pahalı olduğunu defalarca duymuştum ama ilk kez bizzat kendimiz yaşıyoruz.
10 dakika bile sürmeyen bir consultation, ne idüğü belirsiz ilaçlar listesi.
Hoooop 250 $ fatura... Akıl alacak gibi degil.
Neyse ki Fransa'daki sağlık sigortamiz yurt dışında yapılan sağlık mudehalelerini de kapsıyor ve geri ödeme yapıyor.
Bu aksam erkenden eve dönüyoruz. Ve otelin film rezervinden bulduğumuz Bridemaids filmini koyup yatağımıza yerleşiyoruz. Tavsiye ederim, komik, eğlenceli, hafif, böyle bir ortam için ideal bir film...
Filmin sonunu hatirlamiyorum.
Dalgalarin sesine kaptırıp gitmisim. Uyuyakalmışım...
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
HULA Dansi
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Sadece ask var...
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Koştum, koştum, Koşarak gittim, yüzerek geri döndüm...
Bunu her gün yapabilsem keşke. Doğada koşarak, yüzerek güne başlamak...
Hayali bile yaşam enerjimi katlıyor.
Bazı kumlarda kolay yürünür bazılarında zor yürünür ya, işte burası bata çıka yürünülen türden. Haliyle yarım saatlik bu koşu, ya da tabiri caizse kumlarla mücadele bir hayli yoruyor adamı.
Önce aç karnına meyve, sonra da sevgilimle kahvaltı...
Kahvaltımızı sindirdikten sonra beraber sahilin yolunu tutuyoruz.
"Seni görebileceğim yerde yüz. Görüş alanımdan çıkma. Fazla uzaklaşma. Buralarda oyna."
Ben şu köpekbalığı meselesini fazla abartıyorum galiba.
Hani anneler çocuklarına derler ya, fazla uzaklaşma, gözümün önünde oyna diye. Işte benimki de aynı hesap.
Sevgilime devamli oyle seyler söylüyorum.
Çünkü o su kuşudur, sudan çıkmasın, karşıda ada varsa oraya kadar yüzüp yüzemeyeceğini hesaplasın, hayal etsin. Öyledir. Dolayısıyla ben de endişe çanağı...
"Seni görebileceğim yerde yüz" diye tembihliyorum. "Görüş açımdan çıkma, beni korkutma, köpekbalıkları var, lütfen çok açılma" diyorum.
O yüzüyor, ben radarları açıyorum. Baktım sözümü dinliyor, dikkatim dağılıyor.
Birseyler okumaya girişiyorum. Sonra bir de bakıyorum, bu görünürlerde yok.
Ve önümde, gözümün alabildiğine bomboş bir okyanus...
Ayy içimi bir sıkıntı basıyor. Başlıyorum kafamda kurmaya. Kesin bir köpekbalığı bunu bacağından kaptı, cok ilerilere götürdü, orada yiyor. Yoksa bu kadar zaman nefessiz kalacak değil ya, nerde bu?
Bir panik, bir panik, ağlamaklı oluyorum, bir boş boş bakıyorum etrafıma... Ne yapıcam ben?
Sonra bir de bakıyorum salına salına geliyor kenardan, sahilden. Meğer paralel yüzmüş, taaa bilmem nereye kadar gitmis ordan da yürüyerek dönüyormuş. Rahatlıyorum.
Aman iyi bari. Olsun ben yine de firçamı çekiyorum.
Bu arada, bu köpekbalığı takıntımla sevgilimi fazla korkuttum galiba.
Küpe olmus kulağına söylediklerim. Öyle çok uzaklara gidememiş.
Zaten bir ara denizin içinde böyle yilan gibi birsey görmüş, hemen çıkmış. Ondan yürüyerek geliyormuş...
Bugun öğleden sonra adayı keşfe çıktık...
Şöyle Hawaii'ye yakışan shortlar, bikiniler, pareolar ve parmak arası terlikler aldik.
MAUI'YI KEŞFE ÇIKTIK
Ada'nin en güneyine kadar indik bugün.
Maui'nin en guneyi La PEROUSE Bay.
Bu koy diğerlerinden farklı. Burda plaj yok, denize de girmek mümkün değil.
Volkanik hareketler sonucu oluşmuş ürkütücü kayalar var.
Ada kendi içinde dahi iklim farklılıkları gösteriyor. La Perouse mesela çok rüzgarlı ve soğuk.
Maui'nin en ihtişamli ve en güzel sahil şehirleri hiç şüphesiz Kihei ve Wailea arası.
Maui'nin içi, ortası boş bir küre. Hayat kenarlara kaymış. Hatta hayat sadece denizin kenarına kurulmuş. Ortaya doğru da büyüyen gelişen hiçbirsey yok. Kocaman bir boşluk var sadece...
KIHEI, WAILEA, LAHAINA baya bildiğimiz cici tatil beldeleri. Kuşadası, Çeşme, Bodrum gibi..
Bunların araları da muhtesem koylar ve sahiller...
Her yerde bir deniz güneş molası verebilir, birkaç saat geçirdikten sonra bir başka koya kapak atabilirsin.
Herkes zaten öyle yapiyor. Hatta sanki amaç bu. Bütün bir günü aynı koyda geçirmemek, bu circulation, bu devinim, iyi geliyor...
En meşhur koylar MAKENA BAY ve BIG BEACH
Big Beach Maui'nin South Beach'i.
Big Beach, adi ustunde Maui'nin en buyuk plaji. Maui'deki butun koylar boyle girintili cikintili küçük küçük koylar.
Big Beach te South Beach veya Waikiki kadar olmasa da, kumu bol, kumsali genis büyük bir koy burasi. Gelen giden çok degil. Ozel koy misali...
Big Beach'in arkasinda da ne var biliyor musunuz? Little Beach
Yani?
Ciplaklar kampi...
Bu macerayi baska bir gune sakliyor, arabamiza atliyor, Kanapali'mize geri donuyoruz.
Siz siz olun Amerika'da hastalanmayın.
Bugünü biraz erken tamamliyoruz çünkü sevgilim birden kendisini kotu hissetmeye basliyor.
Daha dogrusu kulağı iltihap kapmış, otit olmus.
Eve varir varmaz doktora gidiyoruz. Aman siz siz olun Amerika'da hastalanmayin. Sağlık sisteminin cok kötü ve cok pahalı olduğunu defalarca duymuştum ama ilk kez bizzat kendimiz yaşıyoruz.
10 dakika bile sürmeyen bir consultation, ne idüğü belirsiz ilaçlar listesi.
Hoooop 250 $ fatura... Akıl alacak gibi degil.
Neyse ki Fransa'daki sağlık sigortamiz yurt dışında yapılan sağlık mudehalelerini de kapsıyor ve geri ödeme yapıyor.
Bu aksam erkenden eve dönüyoruz. Ve otelin film rezervinden bulduğumuz Bridemaids filmini koyup yatağımıza yerleşiyoruz. Tavsiye ederim, komik, eğlenceli, hafif, böyle bir ortam için ideal bir film...
Filmin sonunu hatirlamiyorum.
Dalgalarin sesine kaptırıp gitmisim. Uyuyakalmışım...
Hawaii'den giderken...
Sevince zaman çabuk geçmez..
HULA Dansi
Ciplaklar plaji
Adada hayat bir baska guzel
Cennet HAWAII olmali...
Honolulu Waikiki Plaji
Dunya Turu (7) LOS ANGELES
Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO
Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)
Dunya Turu (4) LAS VEGAS
Dunya Turu (3) BAHAMAS
Dunya Turu (2) MIAMI
Dunya Turu (1) Balayi
Libellés :
balayi,
Big Beach,
Bridemaids,
dalgalar,
Dunya turu,
Hawaii,
Kihei,
kopekbaligi,
kulak iltihap,
La Perouse Bay,
Makena Bay,
Maui,
otit,
plajda kumda kosmak,
volkanik hareketler,
Waimea Bay
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)