Iletisim çagindayiz diye oyle bir donguye girdik gidiyoruz ki; klavyesi olan yaziyor...
Herkes yaziyor yazmasina ama...
Kimin kalemi çocuklugundan beri, kendini bildi bileli yaziyor, kimin gozu herkesin gormedigini goruyor, kafasi herkesin dusunmedigini irdeliyor, kimin soylediklerinin hatiri sayilir, iki cumle kursun, belli oluyor.
25 yillik eski dostum Nazli bunun en guzel ornegi...
Lise donemimizin guçlu kalemi, Bogaziçi Universitesi'nin medar-i iftihari, istedigi sektorde istedigi anda kendine yer yaratabilecek, o zihin ki varoldugunda da oteye geçebilecek, kaliplara sokulamayacak Nazli...
2009 subatinda ilk kez anne oldu. Ve Babil'ini dogurdu. Belki de o zaman karar verdi, hayatina katilan bu yeni birey ve yeni statu uzerinden algiladigi evreni ve yasadigi hayati yazili belgelere dokmeye...
Ve bir blog olusturdu...
Anneligi, gundelik hayatini, iç yolculuklarini, kavramlarla munakasasini, evreni algilayisini kisacasi içinde kendisi ve hayatin ta kendisi olan herseyi mutlak pozitif bir bakis açisiyla ve engin kelime hazinesiyle yazmaya basladi.
Bir gun blogunu okuyorum; bir yazisinda soyle bir bolum vardi. Yazar ve akademisyen olan esi bir gun Nazli'ya soyle demis: "Nazli çok dolambaçli yaziyorsun. Cumleleri uzatiyorsun."
Nazli da cevap vermis blogundan: "Kafam dolambaçli, ben n'apiyim?"
Ben de sizleri Nazli'nin dolambaçli guzel kafasinda dolanmaya davet ediyorum.
Buyrun bu da blogunun adresi:
www.babil-ile-dortmevsim.blogspot.com
Derken...
Bir bebegi daha oldu Nazli'nin. Bir de baktim, artik yazmamaya basladi.
Nazli bu, biraktigi yerden devam ederdi etmesine ama etmiyordu iste taaa ne zamandir...
Buradan itiraf ediyorum; dedim ki bir gun kendi kendime, "Konuk Yazar" gibi bir kategori olustursam, Nazli'dan da bir yazi istesem, bir kere yazsa, kaleminin pasini atsa ve yazmaya devam etse...
Ve bekledigim yazi geldi.
Simdi buyrun, Nazli'nin o ozel kaleminden "Yeniden Yaratmak"'i okuyalim.
***********************
YENIDEN YARATMAK
kendime zaman ayırmak istiyorum diyor anne, eskiden bolca senin olan
zamanı har vurup harman savurdun, şimdi yeni düzeninde hiçbirşeye zaman
bulamazken bir de kendini yeniden bulman, kendini yeni baştan yaratman
gerekiyor, işin zor, diyorum anneye. başı sonu belli olmayan bir koca
gün sanki yıllar, gelip geçiyor, büyük oğlun beş yaşını dolduracak
önümüzdeki yıl, küçüğün bir buçuk yaşında, o da bir sene sonra okullu
olmuş olacak, sistemin içinde büyüyecekler, sen de evinin içindeki ve
dışındaki bölünmüş sisteme dahil oluş biçiminden başka geniş kulvarlara
çıkacaksın anne, haydi topla kafanı, kendine zor zaman ayırırken, ders
vermeyi seviyorum ama tam zamanlı bir işim olmalı ve hatta yeniden okula
gideceğim, iş odaklı bir başka yüksek lisans derecesini yaşadığın
ülkeden alman kariyer hedeflerini daha yakın ve gerçekçi kılar diyor
rasyonalitem, bravo ona, mantığın tapılası sevildiği o an, ironi anı,
seviyorum. karşıtlıkları geride bırakmak mümkün. mümkün mü? ah benim
zıtlıklara bulana bu kışlık hallerim ah! yıllar sonra yeniden iletişim
halinde olduğum arkadaşımın sitesine yazacağım yazı gerçekçi olmalı,
gerçekçi olduğu kadar natürel akmalı, peki ya içimin karanlık duvarları?
işte bu karanlığı ışıklar saçarak çekilir kılacağım! oldu, zor. kopuk
kopuğum bu aralar. hatta köpük köpük kabarıyorum, yılların birikimi bu.
tüm zamanımla çocuklarıma, aileme odaklandığım yaşamıma, önümdeki bu
tabloya, kendi benliğimin dalgalarını fırça darbeleriyle sığdırmak zor.
bazı günler sabahın akşama vardığı tüm anları tek tek hücrelerce
musmutlu duyumsarken, bazı günler amerikan hayatının monoton
klişelerinde, "yapmam gerekenler"le pençeleşiyorum. daha fazla para
kazanmak, bağımsız olmak, kariyerist hedefler koymak gibi erkek egemen
dünyanın kadın olmaya dair hain saldırılarına kapılıveriyorum. hayır
canım, az kazansam da önemli değil, sevdiğim işi yapıyorum, kendi
ayakların üzerinde dur, annesin sen, yeri geldiğinde çocuklarının tam
sorumluluğunu alabilmelisin, nasıl bir yer o? ne olacak yani? peki şu
anda burası neresi? ben ne yapıyorum, sorumluluk almıyor muyum sanki?
doğduğum kültürün içime işlemiş kalıpları ile şu anda çoğu zaman özgür
düşünce ve özgürce varoluş hisleriyle aidiyet duyumsayabildiğim bu
kültür arasında sersem oluyorum. sersemim, evet. içgüdülerimin aksine
baskılarla zihnime basan saçmasapan kalıplara gıcığım, bu kalıplara
kanabilen kendime de gıcığım, anneliğimi doya doya yaşadım, oh be
dedirten içgüdülerime sırıtarak bakan kariyerist özgeçmişteki boşluk
tarayıcısı düzene gıcığım. kendimi, yeteneklerimi seviyorum, kendimi
yeniden yaratabilme, sıfırdan ilişkiler kurup geliştirebilme ve müthiş
adaptasyon becerisi gibi eşsiz vasıflarımla gururluyum, ama bu düzenin
yargılayıcı kalıplarına yenik düştüğüm hallerime gıcığım, gıcığım işte.
bu düzende insanlar kendilerini yeniden yaratabiliyorlar ve herşey
mümkün. öyleymiş, inanayım bugünlük, yarın yine sorgularım sil baştan.
sabahın umut ışığında bugünkü karamsarlığımı bırakıyorum. sana
söylüyorum, düzen kalıbı, zihnime basmayı bırak, o zihin ki
varolduğundan da öteye geçer, ürettiklerinden daha da yükseklere
uzanabilir. esnediğim kadar uzunum desem, kendimi uzun zamandır
görmediğim bir dostun sitesinde, bu hezeyanlarla ne işim olduğuna çok
özel bir anlamla inandırsam nasıl olur? güzel olur. zihnimin uzun
zamandır en içten esnediği an bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder