Her sene ekim sonunda Bercy'de gerçeklesen BNP'nin bu turnuvasi için elime bir davetiye geçti.
Aslinda gidemem; ama gitmemezlik hiç edemem... Derken şartları zorladik, düştük yola.
Bercy'ye daha önce konser ve dans gösterileri için gitmistim. Burada ilk defa bir tenis turnuvasi izleyeceğim. Tabiki bir Grand Chelem değil; ambiansın çapı da ona göre.
Tabi ki Roland Garros gibi günes enerjisinden de beslenmiyor seyirci. Yine de mevz-u bahis Nadal oldu mu, yıkılıyor ortalık.
Tabi ki Roland Garros gibi günes enerjisinden de beslenmiyor seyirci. Yine de mevz-u bahis Nadal oldu mu, yıkılıyor ortalık.
İlk maç David Ferrer'in.
Ben Ferrer'i daha önce de canlı izlemistim. Hatırlarsanız; futbolcu gibi bir yürüyüşü var, söylemesi ayıptır biraz amele bir havası var demiştim.
Efendim, fantastik dörtlüden bir ya da birkaçının sakatlığından, yokluğundan faydalanıp çıktığı yarı finaller, ve hatta özellikle Nadal'la oynadığı son Roland Garros finali çok iyi gelmiş Ferrer'e. Büyütmüş onu, biraz daha tepeye taşımış. Tenis klasmanlarında değil, kendi kafasında...
Yürüyüşü, havası, raketi tutuşu, topa vuruşu değişmiş. Devleşmemis ama, büyük oyunculara has tavırlardan bir parça gelmiş üzerine.
Veeeeeee
Her taraf kararıyor, bütün kort, tribünler, her yer kapkaranlık...
Ve müzik başlıyor, bangır bangır, ve discolarda bulunan rengarenk spot ışıkları yanıp sönüyor.
Bir tenis maçında değiliz de resmen bir gece klubündeyiz. Öyle bir ortam var.
Gece klubünden box ringine dönen bir havaya geçiyoruz. Sanki bir boxör anons ediliyor. Öndeki dev ekranda sayılar, her taraf kapkaranlık, geri sayım başlıyor.
O çağrılıyor....
NADAL
Şüphesiz, Fransiz seyircinin gönlünde ayrı bir yeri var Nadal'in.
Roland Garros şampiyonluğuna tekelini koymuş, 8 kez kupayı evine götürmüş bir dev o.
Sadece Roland Garros mu? Dünyanin 1 numarası, her Grand Chelem şampiyonluğuna bir rezervasyon yapan bütün tenisçilerin korkulu rüyası.
Bir o kadar da sempatik. Servis kullanırkenki o ürkütücü bakışı, maçı kazandıktan sonra verdiği röportajlarda usul, sevimli, kırılgan, (rakibine göre) maçı kazandığı için neredeyse mahçup bakışlara dönüşüyor.
Ne renk giyse yakışıyor.
Bu sefer turkuaz gibi açık bir maviyi tecih etmiş Nadal ve ekibi. Zaten fark etmez. Tam bir Ispanyol erkegi Nadal. Renklerin gücünü seviyor. Çok canlı, capcanlı, cafcafli renkler kullanmakta tereddüt etmiyor, ve doğruya doğru, başkasının üzerinde sakil durabilecek her renk ona şahane gidiyor.
Bir turnuvada fosforlu yeşil kullanmıştı, o dönem Nike reklamlarinin da afişi olmuştu. Mükemmel bir seçimdi.
Düşünsenize fosforlu yeşili Federer'in üzerinde... Yok olmaz. Federer siyaha, beyaza, kırmızıya taş çatlasın laciverte abone... Fosforlu yesil anca Federer'in bebeklerinin pardesüsünün ponponları olabilir.
Nadal'in seçimi bu sefer canli, açik, güzel bir mavi. Her zamanki gibi, spor ayakkabisinin kenarlari, bağcığı, kolundaki bantlar, kafasındaki bant hep ayni renk. Çok yakışmış.
30 Ekim Fransa'da çocuk bayramı falan mi acaba?
Efendim dikkatimi çeken bir diger husus ta maçtaki çocuk nüfusunun çok fazla olması.
Yani bugün burda bir yaş ortalaması hesaplansa, 22 falan çıkar herhalde, düşünün 13-15 yas civarı ve hatta altı genç kardeşlerimizin ne kadar çok olduğunu. Hayir, merak ediyorum, bu çocuklarin okulu, antrenmani, bilmem nesi yok mu acaba? Yoksa 30 Ekim Fransa'da bizim 23 Nisan gibi bir gün de benim mi haberim yok?
Ve maç bitiyor, Nadal kazaniyor ve t-shortunu çıkarıyorrrrr....
Arkadaslar, Roland Garros yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Nadal'in t-shirtünü değiştirirken bütün tribünlerin nasıl yıkıldığını, nefesini tutarak bu kusursuz, muhteşem sırtı izlediğini, ve birçok kadının benim gibi Nadal'in sırtına dair fantezilere daldığını ve yeni, temiz t-shirtunu giydiginde bütün tribünlerin nasıl sesler çıkardığını yazmıştım.
Roland Garros 2012 / Nadal
Bercy'deki maçi kazandiktan sonra Nadal'in herkesin önünde yine t-shörtünü değiştirdiği sahne var. Ben yine nefesimi tutarak izledim ama bu sefer o kadar gürültü yapmadı seyirci. Malum...
Dedim ya, seyirci kitlesi bugun 13-15 yaşlarında...
Daha bir erkeğin sırtında nasil vakit geçirilir, neler yapılır keşfedecek vakitleri olmamış. Olur...
Daha çok zamanınız var. Aceleye gerek yok.
Bir Nadal maçi daha, dünya gözüyle böylece sona eriyor.
Haziran'da Roland Garros'ta yeni bir yazıyla buluşmak üzere...
Roland Garros 2012 / Nadal
Ben Ferrer'i daha önce de canlı izlemistim. Hatırlarsanız; futbolcu gibi bir yürüyüşü var, söylemesi ayıptır biraz amele bir havası var demiştim.
Efendim, fantastik dörtlüden bir ya da birkaçının sakatlığından, yokluğundan faydalanıp çıktığı yarı finaller, ve hatta özellikle Nadal'la oynadığı son Roland Garros finali çok iyi gelmiş Ferrer'e. Büyütmüş onu, biraz daha tepeye taşımış. Tenis klasmanlarında değil, kendi kafasında...
Yürüyüşü, havası, raketi tutuşu, topa vuruşu değişmiş. Devleşmemis ama, büyük oyunculara has tavırlardan bir parça gelmiş üzerine.
Veeeeeee
Her taraf kararıyor, bütün kort, tribünler, her yer kapkaranlık...
Ve müzik başlıyor, bangır bangır, ve discolarda bulunan rengarenk spot ışıkları yanıp sönüyor.
Bir tenis maçında değiliz de resmen bir gece klubündeyiz. Öyle bir ortam var.
Gece klubünden box ringine dönen bir havaya geçiyoruz. Sanki bir boxör anons ediliyor. Öndeki dev ekranda sayılar, her taraf kapkaranlık, geri sayım başlıyor.
O çağrılıyor....
NADAL
Şüphesiz, Fransiz seyircinin gönlünde ayrı bir yeri var Nadal'in.
Roland Garros şampiyonluğuna tekelini koymuş, 8 kez kupayı evine götürmüş bir dev o.
Sadece Roland Garros mu? Dünyanin 1 numarası, her Grand Chelem şampiyonluğuna bir rezervasyon yapan bütün tenisçilerin korkulu rüyası.
Bir o kadar da sempatik. Servis kullanırkenki o ürkütücü bakışı, maçı kazandıktan sonra verdiği röportajlarda usul, sevimli, kırılgan, (rakibine göre) maçı kazandığı için neredeyse mahçup bakışlara dönüşüyor.
Ne renk giyse yakışıyor.
Bu sefer turkuaz gibi açık bir maviyi tecih etmiş Nadal ve ekibi. Zaten fark etmez. Tam bir Ispanyol erkegi Nadal. Renklerin gücünü seviyor. Çok canlı, capcanlı, cafcafli renkler kullanmakta tereddüt etmiyor, ve doğruya doğru, başkasının üzerinde sakil durabilecek her renk ona şahane gidiyor.
Bir turnuvada fosforlu yeşil kullanmıştı, o dönem Nike reklamlarinin da afişi olmuştu. Mükemmel bir seçimdi.
Düşünsenize fosforlu yeşili Federer'in üzerinde... Yok olmaz. Federer siyaha, beyaza, kırmızıya taş çatlasın laciverte abone... Fosforlu yesil anca Federer'in bebeklerinin pardesüsünün ponponları olabilir.
Nadal'in seçimi bu sefer canli, açik, güzel bir mavi. Her zamanki gibi, spor ayakkabisinin kenarlari, bağcığı, kolundaki bantlar, kafasındaki bant hep ayni renk. Çok yakışmış.
30 Ekim Fransa'da çocuk bayramı falan mi acaba?
Efendim dikkatimi çeken bir diger husus ta maçtaki çocuk nüfusunun çok fazla olması.
Yani bugün burda bir yaş ortalaması hesaplansa, 22 falan çıkar herhalde, düşünün 13-15 yas civarı ve hatta altı genç kardeşlerimizin ne kadar çok olduğunu. Hayir, merak ediyorum, bu çocuklarin okulu, antrenmani, bilmem nesi yok mu acaba? Yoksa 30 Ekim Fransa'da bizim 23 Nisan gibi bir gün de benim mi haberim yok?
Ve maç bitiyor, Nadal kazaniyor ve t-shortunu çıkarıyorrrrr....
Arkadaslar, Roland Garros yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Nadal'in t-shirtünü değiştirirken bütün tribünlerin nasıl yıkıldığını, nefesini tutarak bu kusursuz, muhteşem sırtı izlediğini, ve birçok kadının benim gibi Nadal'in sırtına dair fantezilere daldığını ve yeni, temiz t-shirtunu giydiginde bütün tribünlerin nasıl sesler çıkardığını yazmıştım.
Roland Garros 2012 / Nadal
Bercy'deki maçi kazandiktan sonra Nadal'in herkesin önünde yine t-shörtünü değiştirdiği sahne var. Ben yine nefesimi tutarak izledim ama bu sefer o kadar gürültü yapmadı seyirci. Malum...
Dedim ya, seyirci kitlesi bugun 13-15 yaşlarında...
Daha bir erkeğin sırtında nasil vakit geçirilir, neler yapılır keşfedecek vakitleri olmamış. Olur...
Daha çok zamanınız var. Aceleye gerek yok.
Bir Nadal maçi daha, dünya gözüyle böylece sona eriyor.
Haziran'da Roland Garros'ta yeni bir yazıyla buluşmak üzere...
Roland Garros 2012 / Nadal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder