31 Aralık 2013 Salı

Yeni yıl dileklerim 2014

Yeni bir yıl geliyor. Yeni yıl demek yeni umutlar demek.
Umut... ne güzel kelime...

Kral Theoden gibi olasın, yüreğindeki gücü eline alasın güzel Türkiye'm.

Yüzüklerin Efendisi'ni hatırlar mısınız? İkinci bölüm: İKİ KULE

Rohan Kralı, güçlü, asil, büyük kral Theoden, Sarouman'ın, krallığının içine sızmış hafiye büyücüsü tarafından etkisiz hale getirilmiştir.

Güçlü Rohan Kralı Theoden'in gözlerinde ışık kalmamıştır.
Theoden'in kolunu kıpırdatacak hali kalmamıştır.
Theodon kafasının tepesinden ayrılmayan bu büyücüden kurtulamamaktadır.
Silkinip onu üstünden atamamaktadır. Eski gücüne kavuşamamaktadır.
İşin kötüsü, bu kötü kalpli büyücü ona ne derse sorgusuz süalsiz inanmaktadır.
Hatta Theoden'in iyiliğini isteyen, onu eski gücüne kavuşturmak isteyen insanlara karşı kralı dolduruşa getirmekte ve en yakınlarına karşı bile cephe almasını sağlamaktadır.
Güçlü kralın gücünü adeta emmiştir büyücü... Bir vampir gibi...
Kral Theoden çökmüştür, gözünün feri sönmüştür, ne yapsa da bu büyücüden kurtulsa bilememektedir.
Büyücü, güçlü kralın gücünü ondan almış ve kralın yerine krallığı yalan dolanla yönetmekte, ve mutlak surette Rohan krallığının iyiliğini, parlak geleceğini ve çıkarlarını gözetmemektedir.

Ancak... Ne demişler? Gün gelir, devran döner..
Döner...

Gün gelir kralın içindeki o durdurulamaz güç, ona inanan, ona koşulsuz yürekten bağlı insanların dirayeti sayesinde ortaya çıkar.
Rohan Krallığını kuşatmış, her birimini ele geçirmiş, ondan kurtulmanın mümkün olmadığı kötü kalpli büyücü gün gelmiş, krallığa ve krallarına sahip çıkan insanlar tarafından fes edilmiş. Ve orayı terk etmek zorunda kalmış.

Büyücü gidince kral Theoden'in yüzünün nasıl değiştiğini, yüzüne nasıl KAN geldiğini hatırlıyor musunuz?
Büyücü gider gitmez kral en az 30 yaş gençleşir. Pörsümekte olan cildi adeta yenilenir.
Mavi gözlerindeki ışık yeniden yanar. Gözlerindeki yenilmez güç yerine gelir.

Ve Rohan Kralı büyük Theoden eski gücünü kazanır ve kaldığı yerden devam eder...

İşte öyle bir mutlu son dilerim.

Zaman akıp gitmiyor. Akıp giden biziz...

Bir yıl daha sona erdi....
Bu yılda neler öğrendim, hangilerini hayata geçirebildim?
Kimlerin kalbini kırdım, kimlerin ömrüne ömür kattım?
Yerinde sayan neleri yerinden oynattım?
Miyadını doldurmuş neleri başka birşeye dönüştürdüm?
Hangi fikirle coştum, hangi amacın peşinden yorulmadan koştum?
Tanımadığım kaç kişinin yüzüne bir tebessüm kondurdum?
Kimlere iyi geldim, kimlerin hayatına, kalbine sımsıcak dokundum?

Yeni yılda hepimize,

Hayattan beklediklerimizle, gerçekleştirebildiklerimiz arasında minimum düzeyde fark,
Egomuzla anlaşıp onunla barışık yaşadığımız, hırs ve kibiri ruhumuzdan savuşturduğumuz bir duruş,
İstemediğimiz her ne varsa, kalp kırmadan, hor görmeden, iz bırakacak söz söylemeden halledebilme erdemi,
Hayatta her ne oluyorsa şu anda burada oluyor, onu yaşadın yaşadın, çok düşünüp yaşayamadın geçti gitti... An denilen şeyin içeriğini sahiden kavrayabilme bilgeliği...
Su gibi akma yetisi,
Zenginliğin ne kadar sahip olduğunla değil ne kadar verebildiğinle alakalı olduğunu anlama deneyimi,
O anda en doğru sözü bulamayıp söyleyemediysen iş işten geçtikten sonra birşey söylememe, susma metaneti,
Sevdiklerimize daha sıkı sıkı sarılmak, her gün en az iki kişiyi mutlu etme becerisi,


Tutuyla bizi ele geçirecek ve derhal harekete geçirecek yeni fikirler,
Heyecanlandan ayağımızı yerden kesen olaylar, kişiler, deneyimler, 
Baştan çıkartan yeni hedefler, dönüşümler, yepyeni bilgiler,
İçimizde büyük bir şeyi yerinden oynatan tesadüfen duyduğumuz bir söz,
Görür görmez hayatımızda değerli bir yeri kaplayacağını hissettiğimiz yeni tanıştığımız bir kişi,
Hem her gün olan, ama her gün aynı olmayan hayatın her anına dair farkındalık,
Sevmek ve üretmek ile beslenen mutlak pozitif bir yürek...

Ve umut...
Ve sevgi...
Ve aşk...
Ve tutku...
Ve mutluluk...
Ve bitmeyen bir yaşam enerjisi...

Ve hiçbir koşulda sarsılmayan bir yaşama sevinci dilerim.


29 Aralık 2013 Pazar

CIRQUE PINDER: Sirk müptelasıyım...

Dedim ya, Noel hemencik bitmez bizim buralarda.
Hadi 24'ünü, 25'ini geçirdik diyelim, eh sonra ocak ortasına kadar sarkan hediyeleri var bunun.

Her hediye öyle hediye paketinde gelmez.
Bazen süslü püslü güzel bir karta yazılmış bir davetiye şeklinde gelir.
Ya da direk adı konur.
Noel ağacının dallarına asılı, adınıza alınmış bir sirk bileti sallanır mesela...

Sirk benim için Fransa'da, Noel ve yeniyila girişle çok özdeşleşmiş, bağdağmış bir şeydir.
Zaten sirkçiler de bunu biliyor. En büyük sirkler aralık, ocak ayında konuşlanıyor Paris'e.
Cirque du Pekin , Cirque du Moscou, Cirque du Soleil...



CİRQUE PİNDER

Kuzen Caroline'in bu yılki şahane Noel hediyesi.

İzmir'de doğmuş, büyümüş ve Ankara'da okumuş biri olarak, ilk sirk deneyimimi Paris'e geldiğim yıl edindim.

Ki, o da bir Noel hediyesiydi... PEKİN Sirki.
Gösteriden o kadar büyülenmiştim ki, gözlerim yerlerinden fırlıyordu izlerken.
Çıkışta, tamam, dedim. Bugün, burada, ilk sirk deneyimimin ardından itiraf ediyorum:

BEN BİR SİRK MÜPTELASIYIM!

Pekin Sirki ertesi yıl Paris'e yeniden geldi; gidip kendi ellerimle aldım biletleri.
Pekin sirkini en son 3 yıl once tekrar izledim. Dördüncü kez ne zaman gideceğim diye bakıyorum.

İki yıl arayla iki kez Las Vegas'a gitme fırsatım oldu.
Ve orada evet insana küçük dilini yutturacak gösterileriyle dünyanın 1 numaralı sirki Cirque du Soleil ile tanıştım. Cirque du Soleil çıtanın boyunu belirlemişti benim için. Muhteşemdi, soylenecek soz yoktu.
Ne mutlu bana ki; Cirque du Soleil'in birbirinden etkileyici 4-5 gösterisini izleyebilme fırsatı buldum. Gösterilerin yazıları da var blogta.

Sonra yine geçen kış, yine hemen Noel ertesi sevgilimin Noel hediyelerinden birisi ozel bir sirkti.

Bu gösteri hem dudak uçuklatan bir show, hem de dünyanın en iyilerinin seçildiği bir gösteriydi.
Okullarından daha yeni mezun olmuş yeni yetenekler çeşitli dallarda tek, duo veya grup bir sirk gösterisi sunuyorlardı.
Ve dünyanın en büyük sirk yöneticileri jüri koltuğunda onları izliyor, ve ilk üçe imzalanacak kontratlar ve ödenecek rakamlar yarışmanın ödülünü oluşturuyordu.
Dünyanın çeşitli metropollerinde yapılan bu yarışmanın finali geçen sene Paris'te olmuştu ve tabi ki kaçırmamıştık.

Diyeceğim odur ki; 10 yılda kendime bir hayli sağlam bir sirk deneyimi yaptım.

Bir sirki diğeriyle karşılaştırabilecek, artı veya eksik yanlarını söyleyebilecek,
hedeflediği seyirci kitlesini analiz edebilecek,
bazi olmazsa olmaz numaraların hangi sirkte daha iyiydi diye bir "ranking" oluşturabilecek kadar deneyimli bir sirk izleyisine dönüştüm.

Ancak Pinder Sirki, "sirk izleyicisi deneyimi"mde bir ilke imza atmamı sağladı.

Diğer sirklerden farklı olarak bu sirkte ilk kez hayvanlar da vardı, gösterinin neredeyse yarısını oluşturan hayvan terbiyecilerinin vahşi sayılan hayvanlarla showunu izledim ilk kez.


PİNDER SİRKİ / Cirque du Pinder

En son söylenecek şeyi en önce söylemiş gibi olacağım ama bu yazıda bunu en başta söylemek uygun düşecek gibi...

Kuzen Caroline'in 5 ve 3 yaşlarındaki çocuklarıyla, hep beraber gideceğimiz bu sirkte hayvanların da olduğunu duyduğumda açıkçası biraz şüpheci yaklaştım olaya.

Benim sirkten anladığım bir takım insanların çıkıp, insan bedeninin güç, hareket, denge ve esneklik kapasitesine meydan okumasıdır...

Hayvani mayvanı karıştırmasaydınız keşke diye aklımdan geçirdim, ne yalan söyliyim, sonra da neyse dedim, bir de böylesini görelim. Eski usül sirk yani hayvan terbiyecili.. Artık böyle sirk anlayışı kalmadı, herkes gösteri izlemeye gidiyor.

Bence sirke hayvanları da dahil ederek izleyici kitlesini genişletmeyi, içine çocuklari ve çocuklu aileleri de almayı hedeflemişler. Başarılı da olmuşlar.
Bu kadar çocuğu aynı anda bir tek sirkte görebilirsiniz. Hani "Bu ne ya? Sirk mi burası?" boş bir laf değil.

En son söyleyeceğimi ilk önce söylüyorum:

Pinder sirki, hem de hayvanlı mayvanlı, aslanlı filli, develi, sihirbazlı, jonglörlü, strapezlerde uçuşanlı, akrobasinin dibine vuranlı tek kelimeyle harikulade...

Meğer bu Cirque Pinder, Cirque du Soleil'den bile daha çok bilinirmiş Fransa'da.
Meğer Pinder sirkine hayatında bir kere olsun gitmemiş biri bulunmazmış. Her çocuğun bir Pinder sirk deneyimi muhakkak varmış Fransa'da.
Pekin sirkine dördüncü kere gitmeyi hayal edinceye kadar burnumun dibindeki Pinder sirkine daha önce neden hiç gitmemişim ki acaba diye düşündüm birden...

1854 yılında William ve Georges PİNDER kardeşlerin İngiltere'de kurdukları Pinder sirki 1983'ten bu yana EDELSTEIN ailesinin.

Babalarının yanında yaz tatillerinde çalışarak sirk dünyasına girmiş olan Sophie ve Frédéric EDELSTEIN kardeşler bugün Pinder sirkini her yönüyle taşıyorlar.
En çok ta sahnede...

Show başlasın...

Sirk çadırına girip yerimizi buluyoruz.
Bu sirk çadırlarını nasıl yapıyorlar böyle devasa, içinde herşey düşünülmüş, herşey var ama portatif...
Bugün burda yarın başka yerde...
Tüm artistler sirk karavanlarında yaşıyorlar. Hem bize hayal kurduruyorlar, hem kendileri de gerçekliğin dışında yaşıyorlar.

Bir rüyada yaşamak ve bir rüya yaşatmak işiniz olsun ister miydiniz?

O aslanlar nasıl sus pus öyle ! Pes!!!

Aslanı nasıl biliriz?
Efendim oturduğu yerden oynamaz, keyfine düşkündür, vahşidir, isterse atiktir, yırtıcıdır ama göstermez. Oturduğu yerden mecbur değilse kımıldamaz.

Pavlov'un köpeğinden tut klasik koşullanmanın bütün halleri gözümüzün önünde.

İlk show 12 aslanı maymun eden, sirkin sahiplerinden Frederic Edelstein'ın.
En başta, işte hayvanlar çıktı aman ne olcak onu yap bunu yap sonra da kap et parçasını dedim.
Ama yok adama bak bir kafesin içine girmiş, 12 tane aslana ayağını oraya koy, buraya koyma, şimdi sen gel üzerimden geç, elini ver falan diyor.
Bu aslancıklar da hem de vahşi hallerini koruyarak, bunu da arada sırada göstererek yapıyorlar.
Aslanların boyun eğmedikleri zamanlar oluyor, işte adamın nasıl iyi bir aslan terbiyecisi olduğunu asıl bu zamanlardaki kriz yönetiminden anlıyoruz.
Onları sakinleştirirken showuna devam ediyor. Turunu atıyor. Eti bütün aslanlar değil, sakinleştirdiği aslan kapıyor.

Bir numara vardi ki çok etkileyici. Bu aslan terbiyecisi yere uzanıyor tamamen.
Ayaktayken, kullanmasa da elindeki kırbaçlarıyla pek bir güçlü görünüyordu. Ama yere uzanınca bir zayıflık haline girmiş oluyor ve tüm aslanlar hareketleniyor. Ancak, ne yapsalar beğenirsiniz? 3 aslan tüm cüssesiyle adamın üzerinde uzanıyor. İnanılmaz !!!

Aslanların biri saldırmaya kalksa diye bir grup kişi hamleye hazır kapının önünde bekliyor.
Ancak olası hamleleri aslancıkları öldürmek değil. Tazyikli su sıkıp etkisizleştirmek. Gezi işi yani.

O develer nasıl ermiş, nasıl olgun bir yüz ifadesi olan, ne güzel hayvanlar öyle.

Aslanlardan sonra sırada ortaya karışık var.
İşte her türlü hayvanla bir takım numaralar yapıyorlar. Zebralar, lamalar, develer, efendim o bu şu...
Ama ben develere hayran kaldım. En iyi arkadaşım olsun istedim birden.
Hiç develeri düşündünüz mü? Kanlı canlı deve gördünüz mü hiç?
Çocukken gittiğimiz hayvanat bahçelerini demiyorum. Daha iyi koşullarda ve mümkünse yakından hangi hayvanları gördünüz?
İçinde bulunduğunuz tünelin tepesinden bir aslan gelip uzandı mı mesela?
Avrupa'da yaşayan arkadaşlar bilirler, hayvanlarla içiçe bir sürü aktivite var burada.
Gören bilir, hayvanları bir belgeselde görmekle gerçeğini görmek aynı değil
Gördüğüm her hayvandan sonra bunu söyledim hep kendi kendime.

Develer çözmüş bu alemi...

Develer... Bir devenin o çirkin vücudunu, hörgücünü yakından gördünüz mü mesela?
Yüz ifadesini yakından incelediniz mi? Ben gözlerimi alamadım.
Hayvan sanki sürekli gülüyor. Hep mutlu, hep iyimser. Hayvan kibirsiz, sıfır ego.
Hayvanda ben neler yaşadım, neler gördüm geçirdim bir bilsen halleri...
Beni bir dinlesen bendeki hikayeler dipsiz kuyu tavırları. Deve aşmış. O çözmüş bu dünyanın hallerini, insanlığın kehanetini, nereden geldik nereye gidiyoruz, sanki develer biliyor...

Jonglör Seteven MUNOZ: Sopaları düşürdün diye bırakıp gitmek var mı?

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, o kadar iyi değildin.
Başta bir iki şak şak aldın, bir iki sopayı yere düşürdün sonra konsantrasyonun dağıldı sopaları her numarada düşürmeye başladın.
Üstünde ateş yanan sopaları çevirmeye başladın, elin yandı acısından gidip suya bastın.
Esas büyük numaran, ateş yanan sopaları çevirirken havada salto atmayı başaramadın. Sahneyi bırakıp gittin. Ayıp olmasın diye o kadar alkışladılar ki seni geri dönüp saltolu numaranı tamamladın.
Pinder sirki eminim seni böyle de seviyor ama ben sevmedim.

Şu jonglör olayı dedin mi Dünya Turumuzun Bahamas Adaları bölümünde, gemideki o Jonglör çocuğu tek geçerim.
20'li yaşlarının başında olup sirk tecrübesi olmamasına rağmen nasıl yetenekli, nasıl başarılı ve yaratıcı bir gösteri sunmuştu bize...
En az 6 farklı objeyle jongling yapmıştı. Bunlardan biri ateş çıkartan sopalar değil kesiciliğini izleyicilere test ettirdiği bıçaklardı.

Üzülme Steven. Benim için jongling çıtasının boyu zaten çok yüksek. Şu ana kadar, gemideki o Amerikalı genç jonglörü geçen olmadı...

Magnifique Sophie EDELSTEIN ve Spartacus'ün klonlanmış 5 hali...

Sahneye bir takım adamlar çıkıp dans etmeye başlıyor.
Hayır onlar nasıl vücut öyle !!! Hani nasıl eski çaağlarda Afrodit'in güzelliğini görmeye giden halk bu güzelliği görebilmek için Afrodit'e hediyeler bırakırmış tapınağına, bu adamlar da öyle olabilir.
O nasıl bir cazibedir öyle... Tüm kasları tak tak tak çizilmiş gibi, hepsi gözüküyor.
Sırt kasları paramparça, harikulade. Ama ben size birşey diyeyim mi bunlar çikolata veya bir dondurmayı en son lise yıllarında yemişlerdir, yoksa nasıl korursun o kasları, definition kolay mı öyle?

Sophie Edelstein yukarıda da söylediğim gibi hem sirkin sahibi ailenin kızı, hem dünyaca ünlü bir sanatçı, hem de Pinder sirkinin Artistik Direktörü.
Aynı zamanda da bir femme fatale. Şahane bir kadın. Çok güzel.

Ben showunu da çok başarılı buldum. Çok beğendim. Bir illüzyon. Ancak sıradan bir illüzyon değil. O Spartacüsün klonları adamlar sürekli dans ediyorlar. Onlar zaten birer dansçı.
Sihirbazlık gösterisinde bazı numaralar var, sahiden şaşkın şaşkın bakıyor insan.

Sevgilim çıkışta sordu. Las Vegas'taki David Copperfield'ın gösterisi mi bu mu dedi?
Valla ne yalan söyliyim, David Copperfield'ın o trene insanları bindirip kaybettirme numarasından başka herşey artık adının şöhreti üzerinden gidiyor.

Ben Sophie'nin performansını çok beğendim.
Hayır yanındaki Spartacüslerle hiç ilgisi yok bu değerlendirmemin.



Akrobatie olmazsa ben ona sirk demem...

Evet şimdi gelelim ciddi meselelere...
Benim en beğendiğim gösteriler genelde bir klasik olan TWO MEN SHOW.
Yani iki adamın birbirini taşıyarak yerde ya iplerle ya halatlarla çekilerek havada bir takım akıl almaz denge, güç ve esneklik gösterileri yapması...
Genelde biraz daha yapılı olanın daha az hacimliyi tek eliyle hem kendini hem üzerinde taşıdığı diğer vücudu yerden havalandırması mesela...
Birbirlerine sadece omuzları değerek havada dengede kalmaları...
Bacaklarını zıt yönlere doğru paralel açarak tek birinin kolunun üzerinde taşınmaları mesela...
Üstün...
Bu Two Men Show için bu iki Ukraynalı adam sadece bu sezon için sirke alınmış. Umarım gelecek senelerde de kendilerini izleyebiliriz.

Bu hususta yine inanılmaz etkilenmiş olduğum Cirque du Soleil'in MYSTERE isimli gösterisindeki iki adamın aynı temalı showuydu. Burada ikisine de tam not veriyorum.
Daha mı iyi çalışıyorlar bilmem, iki adam showlarında hata payı çok zayıf oluyor. Her yaptıkları hayranlıkla izleniyor.

Kırmızı kordona dolanmış Valeri

Bir de böyle perde gibi birşeye kendini dolayarak, yere çakılacakmış gibi akrobatik hareketler yapılan bölüm var.
Ben buna düğüm atma sanatı diyorum.
Zira bu sanatçılara ilk önce iyi düğüm atması öğretiliyor bence, nasıl çat diye asılı kalacaksın havada tek ayağın perdeye düğümlü kalarak...

İşin şakası bir yana en sevdiğim gösteriler arasında da bu bölüm de vardır.
İnsan vücudunun ne haller alabileceğini en güzel görebileceğimiz durumlardan biri de budur.
Zaten bir klasiktir. Her sirk gösterisinde mutlaka vardır.
Sirk olmayan gösterilerde de vardır. Olmazsa olmazlardan.

Ölüm çarkında Crazy Wilson

Sirklerdeki en büyük kazalar en sona saklanan genelde bu ölüm çarkı denilen yerde çıkıyormus.
Hani şu büyük bir çark var, o döndükçe siz dönüyorsunuz, kolay görünüyor. İçeride herkes yapabilir sanıyorsunuz.
Ya dışarısında?
Çığlık çığlığa izlediğimiz bir gösteri oldu. Adam deli, taklalar atıyor, koşturuyor, ayağa bir kaysa bitti yerde, büyük ihtimalle ölür ya da ciddi bir yeri kırılır.
Bütun salonun adrenalinini tepeye fırlatan herkesin gözlerini kapayarak izlediği bir gösteri oldu bu.
Bayıldım...
En son Vegas'ta Cirque du Soleil'in Beatles gösterisi içinde izlemiştim. Ambians ve adrenalin düzeyi bu kadar yüksek olmamıştı. Zaten bu makina tepesinde fazla yaratıcı olamıyorsun.
Düşme yeter.



























Pinder Sirki'ni Fransa'da yaşayan, buralardan yolu geçen herkese tavsiye ederim.
Mesela seneye birilerine bir Noel hediyesi olarak düşünün. Bence harika bir hediye olur...

Ben Pinder sirkine artık her sene giderim.
Pekinler'de Canada'larda aradığımız olağanüstü şeyler bazen bir de bakmışız burnumuzun dibindeymiş...

Bu sene, Noel'de almış olduğum iki gösteri hediyesi daha var.

Dedim ya, bizim buralarda ocak ortasına kadar Noel...


THE DREAM


Cirque du Soleil: ZUMANITY

25 Aralık 2013 Çarşamba

Noel çocuğuyum.

Noel çocuğuyum.

Ülke yolsuzluk skandalıyla sallanıyor, hepimiz takipteyiz ama...

Noel çocuğuyum.

İstifalar peşpeşe geliyor, soluksuz izliyoruz adım adım parçalanmalarını, can çekişe çekişe yok olmalarını, ama...

Noel çocuğuyum.

Bazıları diyor ki gör bak birşey çıkmayacak bundan da, örtbas edecekler, yok, bu sefer biraz zor, güneş balçıkla sıvanmaz, bu sefer açığa çıkacak birçok şeyin karanlık yüzü, buna inanıyorum...

Noel çocuğuyum.
Malumunuz, dün Noel gecesiydi. 24 Aralık aileye adanmış narin, naçizane ve özel bir gece.

Ben bayılıyorum Noel gecelerine, sofranın bir ziyafete dönüşmesine, tabakların birinin gidip diğerinin gelmesine, Lunapark gibi oyuncaklı eğlenceli sofra düzenine, Noel ağacının eteğine bırakılan hediyelere, sizi koşulsuz ve çıkarsız seven, sizi mutlu etmek isteyen insanlarla çevrili olmaya, bayılıyorum her yıl ardı ardına patlayan şampanya şişelerine, ardı arkası kesilmeyen doyumsuz sohbetlere ve kahkahalara...

Bayılıyorum çünkü Noel çocuğuyum...



Bizim Noel geceleri erken başlıyor. Zira ailede 4 çocuk var, erken yatıyorlar, ya da oyuncaklarıyla erkenden oynamak istiyorlar. Noel Baba gece yarısı geçmiyor bu evden. En geç 19 dedin mi dağıtılıyor hediyeler.


Sohbet, muhabbet, şampanya, aperitif, hediye faslı derken.... Sofraya çağrılıyoruz.
Yer düzeni önceden yapılmış. Bu Fransızlar'da bir kadın bir erkek oturtmak gibi bir prensip var. Daha önce de çeşitli gecelerde rast geldim. Sevgilimle yanyana oturamadım. Oluyor. Olsun...



Her zamanki gibi yemeğe foie gras yani kaz ciğeriyle başlıyoruz. Yanında da muhakkak hafif tatlı bır beyaz şarap.
Benim favorim SAUTERNES.
Daha önceki yıllarda çok içtik. Bu sene sofraya konulan  Coteaux du Layon.
O da güzel. Ben seviyorum. Ancak bu tatlı şaraplar biraz özel. Yani sahiden sadece belli başlı yiyeceklerle yenerek içildiğinde bir anlam ifade ediyolar. Yoksa tek başına alıp içmeye kalkmayın, hayalkırıklığına uğrayabilirsiniz.


Veeee ana yemek geliyor. Chapon aux marrons

Aynen Beste'nin Noel Yemeği yazısında yazdığı gibi Roti de Chapon geliyor.
Yani kısırlaştırılmış horoz...
Beste, senin bildiğinden hiç şüphem yok ama söylememişsin yazında bu horoz neden kısırlaştırılıyor diye amaaa. Ben de Zouzou'ya yani yemeği yapana sordum.
Dedi ki: Horozlar kısırlaştıktan sonra inanılmaz kilo alıyorlar. dolayısıyla Noel için bize yiyecek daha çok et çıkıyor... Yani menapoza uğramış tavuk gibi kısırlaştırılmış horoz...

Ama chapon yanında fırında pişirilmiş kestaneyle nasıl bir yemekti öyle, aman aman yeme de yanında yat yemin ederim üçüncü kez servis yapmaya utandım, yediğimle yetindim, tadı öylesine damağımda kaldı. İlk fırsatta deneyeceğim. Kestaneyi yapmayı en azından.


Ardından peynir tabağı izliyor bu ziyafeti.
Anında bertaraf edilmiş. Ve en sevdiğim peynirler var içinde.
Bir kere Beaufort oldu mu, olay bitmiştir benim için...
Sonra fromage du chevre dediğimiz keçi peynirini de severim, compte biraz fazla tuzlu olsa da onu da severim, yine de favorim her zaman Beaufort...

Beynir tabağının ardından bir sindirim molası verilir. En sert içkiler indirilir.
Cognac, whisky, armagnac, calvados, poire williams ne varsa iner. Maksat sindirim kolaylaşsın.

Ardından, Buche de Noel dediğimiz Noel Kütüğü denilen tatlıya geçilir. Bu, sadece Noel'de yenir.
Zouzou bizlere hem çikolatalı, hem de kestaneli noel kütüğü hazırlamış elleriyle.
Gerçekten parmaklarınızı yersiniz yemesine de.... o kadar tokuz ki yine de çikolatalı bir Noel kütüğüne nasıl hayır diyebiliriz ki?
Demiyoruz.
Hatta her ikisinden de birer dilim alıyoruz.

Noel kütüğüyle beraber tabi ki yine şampanya...



Aaaa Amelie'nin kahve faslında yenmek üzere yaptığı "financier" ve "canelé" var daha.
Nasıl desek, badem ezmesi gibi, hafid bir pandispanya kek gibi. Ama yer kalmadı midede.
Kahveler geliyor. Yer buluyoruz. Amelie'yi mi kıralım?



Gece bitiyor, da bitmiyor.
Tam bayıldığım gibi işte uzayıp giden bitmek bilmeyen keyiflerden...
Kuzen Caro'da kalacağız gece.
Eve varır varmaz ne yapıyoruz? Bir şampanya daha patlatıyoruz sabahın 4'ünde. Muhabbetin dibine vuruyoruz. Pek keyifliyiz. Rahatız. Mutluyuz. Gülüyoruz.
Heyyy bugün Noel. Karışmayın şampanyamıza...
Annem diyor ki kızım yazılarında bir şampanyadır gidiyor, gören de seni her gün içiyor sanacak.
Merak etme anneciğim her gün şampanya içecek kadar zengin değilim...

Efendim, Noel Baba'nın da pek bir cömert davrandığı bir Noel bu.
Hediyelerin ardı arkası kesilmiyor.
Artçı depremler gibi habire bir yerlerden hediyeler çıkıyor. Biri bitiyor, biri açılıyor paketlerin...

En basitinden, KERASTES saç ürünlerine olan düşkünlüğümü biliyor Noel Baba.
Bakmış şampuanım bitmiş. Besleyici saç kremim hepten yokmuş.
Araya bir de maske de sıkıştırayım demiş...

Normal ölçülerde gelmemiş Kerastes ürünlerim, resmen kazanla getirmiş Noel Baba...


Şimdiii

Bu Noel gecesinden kazançlı çıkmayan tek şey hiç şüphesiz formumuz.
Yani neredeyse bir haftalık yemek yedik.
Önümüzdeki hafta beni arayan nerede bulacağını biliyor. Tabi ki spor salonunda...

Sevgili plankçı hanımlar,
Şu anda kendimi o kadar ağır hissediyorum ki, vücudumu 5 dakika plankte taşıyabilir miyim hiç bilmiyorum.
Neyse artık.. Noel ertesi 3 dakika da olur.

Yetmez ama evet.


Noel babanın var olduğuna ben hâlâ inanıyorum...

Görkemli bir Noel, Lunapark gibi sofralar...

22 Aralık 2013 Pazar

Noel Baba'nın var olduğuna ben hâlâ inanıyorum...

Noel erken geldi bu sene bizim buralara...
Ben çok seviyorum tarihi belli günlerin, gecelerin birkaç gün öncesinden başlamasını, öncesiyle sonrasıyla kuyruklu bir keyfe dönüşmesini...

Dali'nin akip giden saatleri gibi...

Kuyruklu bir keyif evet...
Keyif zaten var, peşinden gelen, zart diye bitmeyen uzayıp giden, kesilmeyen bir de kuyruğu var.

Cuma akşamı basladı bizim Noel sezonu.
Bir Noel Özel Poker gecesiyle...
Arkadaşlarımızın evinde oldu bu ilk Noel, Clara'nın Noel'e özel yiyeceklerle hazırladığı bir sofrayla.
Noel dedin mi illaki yenilecek yiyecekler vardır, bir Noel sofrasının olmazsa olmazı yiyecekleri vardır.

Başlamak için tabi ki şampanya...

Saumon fume vardır girişte ve kaz ciğeri... Demi sec veya moelleux yani hafif tatlı şarapla yenir bunlar. Claire Gewurztraimener'i tercih etmiş Alsace Bolgesi şarabı. Aslında severim ama bu sefer biraz fazla tatlı geldi nedense. Sonra şahane bir peynir tabağı ve çok özel bir Bordeaux kırmızı şarabıyla devam ettik. Şarap Chasse Spleen imiş. Şarabın şişesi inanılmaz pahalı ama yine de beğenmedim ben. Bordeaux şarapları çok sert geliyor bana. Şaraptan az çok anlayan ve şarabı seven biri olarak hala Bordeaux şaraplarını içmekte zorlanıyorum.
Benim favorim Bourgogne şarapları.
Son günlerde Chateau de Jacques şaraplarına taktım. Morgon'u çok beğendim. Bu gece için de Moulin a Vent aldım ama içmek nasip olmadı. Bourgogne zevki bir dahaki sefere kaldı...


İkinci Noel dalgası bu pazar günü yaşandı. Alienin bir bölümüyle öğlen 12'lerde başlayan ve akşam 19'lara kadar süren, bitmek bilmeyen bir öğle yemeğiyle devam etti.

Ben Noel Baba'ya hâlâ inanıyorum... Çünkü benim de Noel Baba hikayem var.

Bir Noel Baba hikayesiyle büyümedim sanıyorlar. Yanılıyorlar.
Noel ağacımız yoktu hediyelerini etrafına bırakacak, bu yüzden Noel Baba'nın kendisinin geçmesi gerekiyordu...

Her sene 31 Aralık gecesi saat 12'de babam ortalıktan kaybolurdu annem de bizi güle oynaya oyalardı ki babamın ortadan kaybolduğunu fark etmeyelim.
Babam içerideki odada hazırlanırdı.
Kırmızı bir beresi vardı, sırf 31 Aralık gecesi kullanmak için almış olduğu ve kendisine pamuktan bir sakal yapardı. Çenesini ve yüzünün burundan altını öylesine kaplardı ki pamuktan sakalıyla, sadece gözlerinden babamı tanımak mümkün olmazdi benim için.
Zaten...
Soylemesi ayıptır, ben korkardım Noel Baba'dan.
Kardeşim zaten çok küçüktü (ya da daha hayatta bile yoktu), bu show daha çok benim için yaplılırdı.
Gece 12 gibi annem balkona doğru götürürdü bizi. 1. katta oturuyorduk. Biz oyle bakınırken birden çok yaşlı bir adam sesi çıkartarak balkona birisi yanaşırdı. Ben o anda çığlık çığlığa annemin eteğine saklanırdım. Bazen ağlardım. "Git, git" diye bağırırdım.
Ama hediyeleri bırak öyle git haaaa... Annemim eteğinin arkadasından teker teker balkona bırakılan hediyeleri izlerdim.
Anlayacağınız hem heyecanla beklerdim hediyelerimi, hem korkardım Noel Baba'dan.

Noel Baba'nın babam olduğunu anlamam 6 yaşıma tekavül ediyor sanırım.
Babamın her sene aynı saatlerde ortalıktan kaybolması bilgisine birden erişip bunu anlamlandırmış olmalıyım.
Zira düşünsenize, Avrupa'daki çocuklar gibi Noel Baba muhabbeti yapabileceğim bir ortam yok. Kendi kendime anlayacaktım, keşfedecektim bunu.
Keşfettiğim gün hiç mi hiç hayalkırıklığına uğramadım, hatta büyük bir sırrı tek başıma çözmüşüm gibi gurur duydum kendimle.

Canım babacığım, Noel Baba olma eforunu sarfedip, çocuk yaşımda hayalgücümü zenginleştirme fırsatını sunduğun için sana çok teşekkür ediyorum.
Beyaz sakalından çektim. Yüzünü gördüğüm gün daha bir bağlandım ben Noel Baba'ya.

Büyüdüm. Kocaman oldum...
Noel Baba yok sanıyorlar ama var. Ben inanıyorum olduğuna.

Duyuyor o sesimizi, biliyor hayattan ne istediğimizi.
Ve her yıl getiriyor bize tum hayallerimizi...

Noel Baba'nın bu seneki ilk hediyesi Türkçe klavye.
Bakmış ben yazıyorum. Yazdıkça yazıyorum...
Bakmış yazdığım dilin harflerini tam kullanmıyorum.
O biliyor açığımızı yamamayı, bizi şaşırtmayı, gözlerimize mutluluk ışığı kondurmayı.
Hayallerimizi bir hediye paketine sığdırmayı...

O biliyor.

İyi ki varsın Noel Baba...





Görkemli bir Noel, Lunapark gibi sofralar...

15 Aralık 2013 Pazar

Noel Yemegi

Okuldayken en sevdigim dersler "sunum" yapilan derslerdi. Birileri bir konu uzerinde kafa yoracak, çalisacak, onu hazirlayacak ve karsimizda filtre edecek...
Hakiki tadi ve ozu çikmis, filtre edilmis kahve gibi...

Birbirini gelistiren iliskileri seviyorum. Presentation geceleri duzenlemek gibi bir fikir var aklimda.
Her hafta biri bir konuyla gelecek. Duvarda projektorle de olur, isteyen maç ta anlatabilir, konuda sinirlama yok. Guzel saraplar ve yemekler esliginde hem ogrenecegiz, hem eglenecegiz, hem tartisacagiz.

Noel yaklasiyor, malum, hepimizde ufak tatli bir telas. Ne alsak, ne hazirlasak, ne giysek...
Noel dedin mi uç sey geliyor aklima: Aile (ve sevgi), Noel agaci (ve hediyeler), Noel sofrasi (ve yemekler)

Noel sofrasi çok ozeldir... Sasali, suslu puslu, zengin, ozel ve rafinedir.
Hatta çok begenerek, severek ve çok yiyerek kalktigimiz bir sofradan "Noel yemegi gibi bir yemekti." deriz.
Her turlu yemege, sofraya referanstir Noel yemegi. Citanin boyu Noel sofrasidir.

Noel yaklasirken kendi kendime dedim ki; bloga soyle guzel bir Noel yemegi yazisi koysam...
Geçirmis oldugum bir deste Noel'in her karesi, her detayi aklimda aklimda olmasina ama; kendim hiç Noel yemegi hazirlamadim ki...

Dusundum, tasindim. Bir bilene sordum. Bir Noel yemegi yazisi yazsa yazsa en iyi Beste yazar dedim. Beste PEKOZ BONNARD

Beste'yle çok muhim ortak bir yanimiz var, o da ikimizin de Cifte Kavrulmus olusumuz.
Cifte Kavrulmus ne mi demek?
Ehh bilen bilir... Bilmeyen de zaten anlatsak ta bilemez. Hani yalnizca yasanildiginda bilinen seylerden...

Beste Paris'te yasamiyor ama Paris'i çok iyi biliyor. Iddia ediyorum Paris'te yasayan birine bile rehberlik edebilir, yeni yerler ogretebilir. Sergisi, muzesi, en iyi kahvecisi, pastacisi nerde, Beste biliyor. Paris'i gezmek istiyorsaniz Beste'ye danisin, pisman olmayacaksiniz.

Bunun yaninda, Beste'nin esas uzmanlik alani gastronomie...

Tanitima hiç ihtiyaci yok, zaten binlerce kisi blogunu takip ediyor. Benimkisi benim okuyucularima da bir guzellikte bulunma çabasi.

Bir tarifler var, akliniz durur. Akliniz kalir. Kalmasin diye oturur yaparsiniz, benim gibi.
Hem de oyle sirf yemek tarifi degil, reçelinden, pastasina, likorune, kurabiyesine, uzak dogu mutfagina kadar her telden tarif var... Muthis resimlerle gorsel zenginlige de sahip. Mukemmel...

Adina Uluslararasi 3. Portakalli Kahveli Likor hareketi dedi. Yeni yil oncesi hepimize portakalli kahve likoru yaptirdi. Portakallari deldik, içine kahve tohumlarini yerlestirdik, dibi kara sekerli kavanozlara portakallari koyduk ve 3 hafta uyumaya yatirdik.

30 Aralik'ta hepimiz, her birlikte, Beste'nin harika tarifiyle su anda kavanozlarda uyuyarak bekleyen likorlerimizi kaldirip birbirimizin sagligina içecegiz.

Benim likorum, portakallara hasin davrandigimdan pek presentable olamadi, o yuzden foto koyamiyorum, çok mahcubum; fotograflar Beste'nin kolajina bile giremedi. Bak bak bak, kikirdamalarini taaa buradan duyuyorum; ismi lazim degil BB'nin.
Likorumle dalga geçmeyin. Tadi cok guzel olacak benim likorumun. Paris'e gelip bir tatsin isteyen...

Hizimi alamadim. Noel'de, Beste'nin "mutlu eden yilbasi kurabiyeleri"nden yapacagim, tadan herkesi mutlu, mesut, mest edecegim...
 
Mutlu eden yilbasi kurabiyeleri

Portakalli kahve likoru ve diger butun tarifler için blogunu gezmenizi siddetle tavsiye ederim.

Beste'nin Naneleri :
www.bestebonnard.blogspot.fr

Beste bir Noel yazisi yazmis, okudukça donup tekrar okuyasiniz gelir. Sahane... Artik Noel yemegi hazirlayacak hiç kimsenin korkmasina gerek yok. Beste burada...

Dikkatimi çekti; blogunda da noel sofralarina dair butun yazilar; ask, Noel, aile, ziyafet diye basliyor.

Dusundum de... mutlulugun tarifi bu olabilir mi acaba?


                                             **************************
NOEL


Yilbasi gecesinin en guzel yani; sevdiklerimizle bir araya gelip kocaman bir sofra etrafinda, ozenle pisirilmis yemeklerin tadina bakarken bol kahkahali hos sohbetler etmek olmali. Boyle gecelerde kucuk evimiz, dunyanin merkezi olur, arasira aramizda olamayanlar icin huzunlensek te keyifli bir gece geciririz..
Fransizlar için yilbasindan ziyade Noel, aileyle bir arada olunan ve en guzel yemeklerin yendigi bir kutlamadir. Geçen sene yapilan bir arastirmada yuzde yetmis Noel’i gelenek olarak kutluyormus, o yuzden rahat olun, dini bayram diye kasmayin. 

Yilbasinda aile bireyleri, kendi arkadas gruplariyla bir araya gelirler, ancak Noel ailenin bir araya gelmesine vesiledir. Boudin blanc (beyaz et, sut, yumurta, ekmek kirintisi ile hazirlanan icinde truf mantari olan bir kalin sosis) yanina elma puresi, somon fume ve çesitli kuruyemis ve kuru meyvelerden olusan bir tabak tatli olarak  noel oncesi gece yenir. 

Fransiz yemek geleneginde sofraya oturmadan once açilan sampanya yanina tuzlu krakerler, cesitli yiyeceklerle ozellikle fois gras (kazcigeri)'yle yapilan kanapeler, ya da, peynir puflari gujer (tarif icin bloga) ile yenir. Bu bolum en az kirkbes dakika ile bir saat arasi degisir. Istah iyice açilir. Sonra sofraya geçilir. 

Yemekleri pisiren evin hanim ya da beyinin sofrada uzun zaman geçirmesi onemlidir; o yuzden yiyecekler dogal haline yakin, fazla ugrasilmadan sofraya gelir. Sadece bir kisinin servis ettigi ve caninin çiktigi, digerlerinin oturdugu bir sofra bulamazsiniz, herkes birseyin ucundan tutar. Oglen yenen uzun Noel yemeginde antreler ; istiridyeler, foie gras, salyangoz dolmasi, istakoz, buyuk tarak, Coqille St Jacques, deniz kestanesi, kurbaga bacagi olabilir. Genellikle beyaz sarap eslik eder. Ana yemek daha çok chapon (kisirlastirilmis horoz), geyik veya ceylan eti, bildircin, sulun, keklik vs, hindi ile garnitur olarak tatli, buruk tatlarin biraraya getirildigi kestaneli elma, uzumlu kirmizi lahana, kestaneli bruksel lahanasi ve kirmizi sarap eslik eder. Ardindan bogazi temizlemek icin biraz salata yenir ve nihayet su içilir! 

Sira çesitli peynirlere gelmistir, yanina tanen orani yuksek iyi cins bir kirmizi sarap acilir. Peynir faslini tatli fasli izler. 

Buche de noel (kutuk pasta) geleneksel pastadir. Tatli yanina tatli bir sarap içilir. Burada Sauterne' i anmaliyim, ustune yok, o bir hayat iksiri.  


Kahve, tatlidan sonra, yaninda çikolata Noelde ozellikle ev yapimi trufler ile servis edilir. Tum bu fasil yaklasik 3/4 saat surer. 

Ardindan sofradan kalkilir, bir hazmettirici sert içki alinir ya da bitki çaylari icilir. Bu sarap kisimlarina deginmeliyim, bardaklara servis iki parmak yapilir. Aslinda sayi çokça gibi gozukse de miktar azdir ve uzun surede yemek esliginde oldugu icin ancak keyiflenirsiniz ve asla sarhos olmazsiniz. Sarhos olmak ayiptir ona gore. Guzel saraplari buldum diye lup lup icip sakin kafayi bulmayin.

Bugun size et yanina eslikçi karamelize havuç tarifi verecegim; evet ama bir havuc bu kadar lezzetli olabilir mi bakalim ? dediginiz duyar gibiyim...

Balli karamelize havuç:

500 gr havuç
4 dis sarimsak
1 yemek kasigi zeytinyagi
1 yemek kasigi tereyagi
2 yemek kasigi bal
1 buyukçe  portakal suyu
Bir çay kasigi kimyon
Tuz, karabiber
Havuçlari yikayip bicakla kabugunu tirtiklayin. Sekli bozulmasin havuçlarin. Boydan ikiye kesin. Bir firin kabina firin kagidi yerlestirip icine ikiye kestiginiz havuclari yerlestirin. Uzerine zeytinyagi ve bali gezdirin, kimyonu, tuz, karabiberi ve tereyagini minik minik kesip serpistirin. Portakal suyunu ekleyin. Firin kagidini bohça gibi kapatin ve onceden 180 dereceye isitilmis firinda 30 dk pisirin. Firindan alip kagidi cikarip iyice harmanlayip tekrar firin kabina koyun. 20/30 dk daha pisirin havuçlar iyice karamelize olacak. Servis tabagina alin ozellikle tavuk, ordek, hindi vs yanina çok iyi gider.

“Il me coute autant de soin pour faire une poêlée de légumes qu’un plat en sauce” diyen Caravage’i da unutmayin."


11 Aralık 2013 Çarşamba

Napoli'ye dair son lakirdilar...

Pompei harabelerinin ardindan bilgilerimizi tamamlamak uzere ertesi sabah Napoli Arkeoloji Muzesi'ne gidiyoruz.

"Gunaydin. Pompei'den çikan cesetler burada mi acaba?"

Gorevli kadin tuhaf tuhaf suratima bakiyor. Kadin, manyak misin nesin, Tarantino filminden mi çiktin, kadin sabah sabah gelmis ceset soruyor...

Hemen soyleyeyim; muzede Pompei'den çikan ceset yok arkadaslar. Zaten topu topu 15 civari ceset bulunmus taslasmis sekilde, onlar da Pompei'nin çikisinda sergilenenler.
Muzede de evlerden çikan antik esyalar, resimler, tablolar, heykeller var.

Muzede beni esas etkileyen bolum Hellenistik donemi, Roma ve Yunan eserleri oldu.

Oyle eserler var ki; bir daha boyle bir sey yapilabilir mi, bu seviye ulasilabilir mi, merak ediyorum.

Mesela su heykeller. Dikkatinizi çekerim. Bu, kalip buyuk bir mermermis ve sanatçi onu yonta yonta, tastan bir saheser meydana getirmis. "Kisilerin yontulmasi" argosu çok yerinde bir tabir, dumduz tastan çok farkli birsey çikartilabilir. Bunun bir zamanlar kalip bir mermer olduguna inanasi gelmiyor insanin.


Su heykelin detaylarina bir bakin. Kadinin eteginin pilesi tul sekline nasil getirilebilinir sadece bir mermeri yontarak? Bu nasil bir hayalgucu, nasil bir beceridir?


Malum Herkul'suz olmazzz...


Misir yazilarimda bahsetmistim, okumus olan hatirlayacaktir.
Bizim Napoleon ve ekibi Misir'daki firavun mezarlarinin ve butun zenginliklerin haritasini çikarttiginda yola ilk çikan Italyan'lar olmus. Dolayisiyla muzede çok onemli bir Misir kolleksiyonu bulunmakta.

Bu koleksiyona dair ben en çok, Kuzey Misir'a adini da veren Iskenderiye bolgesindeki Buyuk Iskender'in Pers Imparatoru Darius'u maglup ettigi savasin tablosunu begendim.



























Bu da muzeye dair ilginç bir parça. Mesela evinizin duvarinda boyle bir eser olsun ister miydiniz?



























Adamlar cinsel organlariyla bir hayli kafayi bozmuslar ve hayal guçlerini zorlamislar...




























Bu 2.5 gunluk Napoli haftasonumuzda bizi agirlayan sahane otelimiz Palazzo Documani'ye tesekkuru bir borç bilirim.

Dogumgunu haftasonumuz oldugunu duyunca bizi upgrade edip dergilerdeki gibi bir odaya yerlestirdiler.
Otel'in ekibi ilgi ve alakayi eksik etmezken, ilk aksam otel tarafindan sampanya ikramiyla karsilandik.
Cok tesekkurler...

2.5 gune bunlar sigdi. Capri Adasi, Sorrento ve Amalfi kiyilari için yazin tekrar gelecegiz...
































Special Dedicace: Rengin Altunlu Natale

Napoli programimizi hazirlarken verdigin tum bilgiler için ve son derece içten ve comertçe teklif etmis oldugun sehir turu teklifi için çok tesekkurler...

Sen bir basina, ben bir basima olsaydi eminim çok farkli olurdu.

Ancak...

Bu kadar dar zamana sikisip kalmisken,
Bir cumartesiye tasiyabileceginden fazlasini yuklemisken,
Bagli, bagimli ve sorumlu oldugumuz kisiler hareket alanimizi sinirlamisken...
Birbirimizi teget geçtik...

Bir gun bir yerde karsilasabilmek dilegiyle...


Pompei'nin Son Gunleri

Teatro Di San Carlo: Anlatacak hikayelerim var

Ve Napoli buram buram tarih kokuyordu

NAPOLI: Italya'nin asi çocugu...

9 Aralık 2013 Pazartesi

Pompei'nin Son Günleri

Ben küçükken bir dizi vardi, çok severek izlerdim: Pompei'nin Son Gunleri

Birkaç gün sonra yeryüzünden tamamen silinecek bir sehrin, herseyden habersiz, hayati normal akisi içinde nasil yasadigini anlatan, o döneme ait tum imgelerin gösterildigi şahane bir diziydi.

Sessiz sakin öylece butun hasmetiyle duran Vezuv Dagi'nin eteklerindeki, Buyuk Roma Imparatorluğu'nun parçası, sevimli ve talihsiz bir kent burası: POMPEI

Sır küpü gibi yillardir tum sessizligini koruyan bu dağın, bir volkan, bir yanardag oldugunun farkinda bile degil insanlari. Depreme benzeyen ufak sarsintilar oluyor ancak kimse fark etmiyor bu isaretleri. Ve algilayamiyor o dönemin en büyük doğal felaketinin kapilarinda olduğunu...

Latince'de yanardagin karsılığı yok. Pompei bugüne dek böyle birşey görmemis. Ve nasıl birsey olduğuna dair en ufak fikirleri bile yok.

Birazdan sehir küllere dönecek, herkes bulundugu yerde ve o sekilde ölecek.
Yasam birazdan sonsuza dek değişecek.
Kimse bilmiyor, ve hayat su anda tüm normalligiyle devam ediyor.

Çocuklugumda bu yanardagi ve Pompei sehrini hayalimde o kadar çok canlandirmistim ki, bugün, puslu ve gri bir havada, aralik ayinin bu ilk gününde Napoli'den Pompei'ye doğru gitmekte olan bir trende olmak beni çok heyecanladırıyor.

Yazın günde 10.000 kisinin ziyaret ettigi bu Antik sehirde bugun havanin da çok parlak olmayisiyla 500 kisi ya var ya yok...

Muhakkak audio-guide almanızı tavsiye ediyorum.
Ben hemen kulağıma takıyorum ve Pompei'de geçtigim her yerin hikayesini dinlemek istiyorum.

Tarihin içine giriyorum, ve orayi aynen yaşıyorum.





















































Milattan once 24 Agustos 79Vezuv kukreyerek uykusundan uyanir. Ofkesinden kopuk kopuk kabarir.
Yeryuzunun taaaa en derinliklerinden kabuga dogru, zayif bir yerinden erimis magma sizmaya baslar. Gokten sunger gibi çakiltasi tasi yagar. Soguk ve yogun kayalar yanardagin kalbinden kopup gelmisler.

Daga birseyler oluyor ama ne?

Lavlar sehri daglayaip geçecek. Hiçbir yere kaçmak mumkun olmayacak.
Bu felaketi tarih bile yazamayacak. Cunku Vezuv yazacak kime birakmayacak.
1500 yil boyunca Pompei'yi kimse konusmayacak... Uzerine baska sehirler kurulacak, baska hayatlar yasanacak ve Pompei sirlara karisacak...

Saatte 80 km hizla 5-6 metre yuksekligindeki lavlar, saril saril sehre dogru akiyor.
Ve 24 saat içinde bir sehir yeryuzunden siliniyor.

Taaaaa ki 1594 senesinde, tesadufen bir kuyu kazimi, ve su kemeri yapimi sirasinda sehrin yeniden bulunmasina kadar... Ortaya çikartilan yerler, bu medeniyet tum dunyayi hayrete dusuruyor. Kazı çalışmaları yüzlerce yil sürüyor.

1974 senesinde Pink Floyd Pompeii'de konser bile veriyor.

Küller kenti oyle mühürlemis ki; bir zamanlarin dükkanlari, sokaklari, evleri dondurulmus ürünler gibi koruma altina alinmis sanki. Üzerine sağlam bir tabaka sermiş bir şeycecik olmamış.
















































































Pompei harabelerinin en fazla ziyaretçi alan, yuksek sezonda kapisinda kuyruk olunan en popüler yerlerinden biri hiç suphesiz Antik Tiyatro, gladyatörlerin dövüştüğü Arenalar ve LUPANARE.

Lupanare yani genelevler.
Eski Yunanlilar'in cinsellige ne kadar düşkün oldugu tum tarihi belgelerden biliniyor. Pompei sehrinin en çok uğranılan, şehrin merkezinden biraz uzak bir genelevi.
Duvarlarindaki cinsel yaşam resimleri bugün bile Napoli Arkeoloji müzesinde sergileniyor.




Eski Yunan ve Roma filmlerindeki büyük evlerde gördüğüm bir ayrinti vardi, hani konaklarda tam ortada havuz gibi bir yer oluyor, orasi nedir? Spartacus dizisini izleyenler hatirlayacaktir, hani Lucretia'yla Spartacus'un maskeli sevisme gecesinde, Lucretia ortada bir havuza basar geçer Spartacus'e ulasmak için. Iste Pompei'de gorduk. Bu havuzlarin tavanlari açik, yagmur yagdiginda burasi su aliyor. Ve ortasi doluyor. Bu suyu genelde temizlik ve özellikle çamasir yikamak için kullaniyorlar.


Ya kölelerin isledigi bu incecik tastan yerler ve duvarlar? Tam bir sanat harikasi...


























Sehrin taaaa öteki ucundaki, sadece Napoli ve Pompei'nin degil, tüm Italya'nin dahi en iyi korunmus arenalarindan birine gidiyoruz.

Tum Spartacus dizisi gözlerimin önünde. Gladyatör okullari açan, gladyatörleri dövüştürmek üzere hayvanlar besleyen zengin tüccarlar, gladyatörlerin girdigi yer, ölüm kalım kararı verilen loca..

Vardik ama... yukari çikmak yasak yaziyor. Ancak asağıdan görebiliriz yani bu güzelligi. Ama öyle olmaz ki, tepeden bakmadan giremem ki bir arenanin bendeki izdüşümüne...
Hoş bu gördüğüm ilk arena degil. Roma'daki Colosseum'u rehber öncülüğünde görmüştüm ve dinlemistim ki hâlâ hafizama kayitlı.

Yasakmis !!! Hani 10.000 kisi olsa belki cesaret edemezdik ama ortalikta kimsecikler yok.
Kim takar yasagi?
Biz çikiyoruz yukariya, kusura bakmayin, çikista bir ceza öderiz en fazla. 

Yasaklari yorumlamak iyi geliyor insana. Offf be, işte yukarıdayız. Buna değmez mi?
İşte koskoca Pink Floyd'un 1974'te konser verdigi yer burasi.


























Pompei herseyiyle, sehir planiyla, tapinaklari, sokaklari, tiyatrolari, evleri, bahçeleri, duvar süsleri, duvar yazilari, kavanozlari, ve hatta insanlari, cesetleri ve özel esyaları ile yüzyıllar boyu kalın bir perde altinda saklanmıştı.

Pompei'den çikan tüm buluntular bugün Napoli Arkeoloji müzesinde sergileniyor.
Renkli duvar resimleri o günün yaşantısını anlatıyor.



























Hepsinden can alıcı olan insan kalıpları.
Vezuv'un saldigi zehirli gazı soluyan ve öldürücü sıcaklıktaki lavla karşılaşan Pompei'lilerin bedeni o anda ne yapıyorlarsa o şekliyle taşlaşmış kalmış.

Vezuv'un lavlari bedenlerini öldürürken, son anlarını ölümsüzleştirmistir.

O anda nerede ne yapiyorlarsa o şekilde can vermiş Pompei'liler. 
Ve bu bedenler taşlaşmış halde çıkıştaki Pompei'nin buluntular deposunda sergilenmektedir ...


Bugün hâlâ Vezüv'ün yakınlarında tam 3.5 milyon kisi yaşıyor.

Vezüv, 2000 yıl önceki kıyamet haliyle bir daha hiç püskürmedi. O biçim bir felakete yol açmadi.

Ancak, uzmanlara göre bu çapta yıkıcı bir yanardağ patlaması 2000 yılda bir meydana gelirmis.

Yani...

Sıradakinin vadesi gelmiş durumda...

Pompei'nin Son Gunleri

Teatro Di San Carlo: Anlatacak hikayelerim var

Ve Napoli buram buram tarih kokuyordu

NAPOLI: Italya'nin asi çocugu...