31 Ekim 2012 Çarşamba

"An" lar anı olur

Anlar zaman olur...

Zamanlarin içi dolar, ani olur.

Bir de bakarsin....

"An"lar ani olur...

Bizim eve giren çikamiyor.

Oyle bir havasi var bizim evin. Gelen, evden çikamiyor.
Duvarlarin metalik koyu-kizil pembe renginden mi, degeri yuksek misafir geldiginde Bree Van de Camp'a donusup mutfak atolyelerine girmeye kalkismamdan mi, televizyon ekraninda durmaksizin defile eden dunya turu fotograflarimiza kaptirip gitmelerden mi, home cinema modunda o bu su izlemeler, play stationa kapilmalardan mi...
Yoksa yoksa, hiç eksik olmayan espriler, kahkahalar, derin, yuzeysel, kisisel, genel, ama hep eglenceli, bol gulmeli sohbetlerden mi? Bilemiyorum.

Ancak, bizim eve giren çikamiyor. Huzur var sanki duvarlarda. Bir rehavet çokuyor insana burada, bir rahatlik yerlesiyor. Bir bana dokunmayin, ben burda iyiyim hali geliyor. Valla oyle.

Sabah gelsin çaylar, kahveler, her muhabbette yenilensin fincanlar.
Aksam oldu mu, insin sarap kadehleri...

Biz Paris'te yasayan arkadaslarimizi bile gece 3'te zorla çikariyoruz evden, gidin artik biz uyuycaz diyerek, ya da çikaramiyoruz. Ben direk yukari çikip yatiyorum artik birsey demeden.

Hansel ve Gratel'in evi misali çikolatadan bizim evimiz. Cazibeli... Ceker...
Gunlerce çikmazsin, yine de hiç sikilmazsin bizim evde.
Sohbet olmasa bile sessizligi de bir baska guzeldir bizim evin. Herkes kendi aleminde, herkes kendi dunyasinda, herkes kendi hulyasinda, yine de beraber...
Sevgi ve keyif bulutlari dolasir bizim evde. Icleri her zaman doludur ve her daim uzerine yagar insanin, kim varsa evde.... Islatmaz, kaçirmaz, usutmez bu bulutlar. Aksine, fark ettirmeden yagar insanin uzerine, usul usul, mutlulugu disarilarda aramayasin diye.

Hele hele disarisi soguksa, yagmurluysa, bir de gunlerden pazarsa....
Aman aman degmeyin keyfimize... Krepler yapilir, kekler, pastalar, bir kahveyle geçilir dev ekran televizyonun karsisina, filmler indirilir. Bazen de elimizde bir kitap, uzun uzun sessizlige gomulunur.
Miknatis var duvarlarda. Kazik çakariz biz eve. Cok ta severiz...
Ritmi yavastir bizim evin, telas yoktur, acele yoktur, bir seye yetismek, yetisememek kaygisi, gayesi yoktur.
Su gibidir. Akar gider bu evde dolu dolu an.... zaman...
Boyledir bizim ev. Giren çikamaz.
Ne guzel...

Cocuklar da çikamadi...
Her gun 14h30'tan once kendilerini disariya atamadi...
Hatta son iki gun onlar da kazik çakti, tipki bizim gibi...

Ama çiktiklari zaman da hakkini vermisler, Paris'te bir o yana bir bu yana savrulmalarin, orayi burayi gezmelerin, kesiflerin, bilinmeyene dalmalarin, eklenmelerin, katlanmalarin, her yeni deneyimle baska birisi olmalarin, dunyanin en guzel sehrine kendini teslim etmelerin...

Bu, beraber ilk tatilleri degil, suphesiz son da olmayacak. Ancak, deniz asiri ilk tatilleri beraber ve ben de bir parçasi oldum bu deneyimin. Sansliyim. Mutluyum...

Bu aksam gittiler, kardesim ve kardesleri.
Içim buruldu, bir tuhaf oldum.
Alismistik.... Guzelliklere hemen alisiveriyor insan.
Aliskanliklarindan ayri dusmek huzun veriyor insana.
Yarin sabah kapiyi çalip geliverecekler sanki, saatler suren bir kahvaltiyla beraber baslayacagiz gune...
Ama oyle degil...
Gitmisler....
Eve girdim, baktim kimse yok. Huzunlendim...

Insanoglu kus misali derler ya; bugun orda, yarin burda, obur gun Kuzey Irak'ta...

Simdi herkes kendi duzenine isik hiziyla adapte olacak, biraktigi yerden devam edecek.
Ama...
Geyik yutmus yilan misali...
Yilan artik ayni yilan degil, olamaz.
Zira geyigin cussesi, boynuzlari ona baska bir sekil vermis. O eski ince, uzun, surungen yilan degil.
Yuttugu geyigin boynuzlariyla sekillenmis baska bir yilan artik o...

Anlar ani olmus. Bizi baska birisi yapmis.

Sen farkinda degilsen, âlem farkinda...


21 Ekim 2012 Pazar

Cocuk ta yapmadim, kariyer de...

Cocuk yapman lazim diyor annem.
Yapmam lazim mi sahiden de?

Annelik içgudusu diye birsey varmis. Biolojikmis, benden oteymis, toplumsal bir kurgu oldugunu dusunuyorum ama degilmis, kadinca bir meseleymis. Hani boyle gumbur gumbur gelirmis içinden dogurmak... Benim neden gelmiyor?

Baska bir sey koymak için yerine degistigim birsey de yok.
Bir kariyer yapiyor degilim, hayatimda radikal degisiklikler yapacak degilim, oraya buraya kosturuyor, hiçbir seye vakit bulamiyor, aman aman isler yetismiyor modunda yasiyor degilim.

Yine de, reddediyorum o statuyu, nedensiz, bilinçsiz, hatta belki de kifayetsiz. "Anne"olarak goremiyorum kendimi.

Anne olmadan, kadinin anne olanina atfedilen sifatlardan yoksun yasasam, sadece kadin olarak kalsam, hiçbir yere ait olmasam...
Kok salmasam...

Her an basimi alip gidebilecek, kafama estiginde çantami alip çikabilecek, kimseye de hesap vermeyecek bir vaziyette olsam...

Bu serseri ruhumu hiç birakmasam, onumdeki butun kapilarin onunde dursam ve istedigim vakit istedigim kapiyi açabilecegim seçenegini hep cebimde bulundursam...

Bu mutlak ozgurlukten nasil vazgeçilir?

Ozgurluk bir yana, anne olmanin sorumluluklari bir yana...

Ozgurluk hâyâllere sahip olmaktir. Henuz sahip olmadigin, belki de hiç olmayacagin bir hayati kurgulamaktir kafanda.. Hâyâl dedigin, sahip oldugun ozgurlugun bile sinirlarini zorlar.
Hâyâl kurmaktan nasil vazgeçilir?

Hiçbirseyden vazgeçmek zorunda degilsin diyor babam.
Hersey bir arada olabilir. Yapabilirsin.

Kariyer de yaparim çocuk ta takimi gibi mi yani?
Oyleyse ben "çocuk ta yapmadim kariyer de..." Buyrun, boylesi de var.

Oyuncak bebek ailinirdi hemen kiz çocuklarina. Anne olmaya hazirlanirdik daha biz kuçuklukten.
Anne olmak ogretiliyor. Içten içten sinsice... Biliyor musunuz? Benim bir tane oyuncak bebegim oldu, çok iyi hatirliyorum adi da Zeynep'ti, siyah orgu saçlari vardi, kirmizi bir de elbisesi. Bir gun annemin anneannesini ziyarete Tire'ye gidiyorduk annemle, otobusteydik, inerken otobus koltuklarinin onunde unuttum bebegi. Indikten sonra bebegi kaybettigimi anladigimda uzulmedim, bir eksiklik hissetmedim, hatta Zeynep bebege hiç duskun olmadigimi fark ettim. bir daha da oyuncak bebegim olmadi. Hayatimda da hiçbir sey degismedi.

Cocuk dogurmaktan korkuyorum saniyorlar.
Sevgilim rusvet bile veriyor. Dogum kilolarimi verinceye kadar bana ozel coaching odeyecekmis.
Ben o kilolardan bir an bile korkmuyorum. 6 ay içinde eskisi gibi olacagimi, aha bunlar da karin kaslarim gorun diyecegimi biliyorum.

Cocuk dogurmak degil ki sorun, beni geren anne olmak.

Bagimli olmak... Artik birine bir soz vermis, bir sey vaadetmis olmak. Ben her zaman burdayim, seninleyim, yanindayim demis olmak.
Ya yerine getiremezsem?
Ya kendimi degersiz hissedersem?
Ya bosluga dusersem, hiçlik duygusu yasarsam?
Arkasinda duramayacagim, boyumu asan bir isin altina girmissem?
Ve çikamazsam?
Altindan kalkamazsam?...

Ne zor bir karar...ve hâlâ vermedim, veremedim...
Emin degilim ne istedigimden...
Ve emin de degilim emin olmak istedigimden.

Bu nedir? Bencillik midir? Iki kisilikli olmak midir? Dengesiz olmak midir? Ne istedigini bilmiyor olmak midir?
Yoksa hepsi birden ve bunlarin daha fazlasi midir?

Içimden gelmiyor diyorum ama, elimin terisiyle de itip, bu konu kapanmistir diyemiyorum.

Bir gun gelecek belki de...

Ben, ne kendi hayatima, ne kendi bedenime sigmayacgim.

"Anne" olmadan, anne olacagim. Gozumde buyutmeyecegim, degerleri fazla sisirmeyecegim, uydurma rollerin hiçbirini teker teker giymeyecegim.

"En iyi anne" madalyasina talip olmayacagim. Hersey amatorce. Hersey oldugu kadar...

Hersey kendimce...


















18 Ekim 2012 Perşembe

Dünya Turu (8) : HAWAII - Uzak diye bir yer yok -

1 Ekim 2011

Dünyanın tamamen öteki ucundayız...

Evimden hiç bu kadar çok uzaklaşmamıştım...

Hani küçükken annelerimiz: "çok uzağa gitme, evin önünde oyna" derlerdi ya..
Bu sözü ne zaman duysam, yaşım kaçsa, geri dönüş imkanlarim neyse, koşullar dahilinde evden en fazla ne kadar uzaklaşabileceğimin sınırlarını zorlardım.

Annem hatırlayacaktır daha anaokuluna giderken bir gün nasıl Izmir kazan bunlar kepçe, (hatta polisin bilgisi dahilinde) deli divane beni aradıklarını...

 
Dünyanin öteki ucundayız...
Zaman zaman geri dönemeyecekmişiz hissine kapılıyorum.
Kapılıyorum, ama hemen geçiyor. Geri dönemeyeceğimiz hissi değil, dönmesek n'olur ki, dünya şu anda burada dönüyor, nabız burada atıyor, buraya dahil olabiliriz, burada yaşayabiliriz, geri dönmek zorunda değiliz, yoksa zorunda mıyız, kaygısı geçiyor...
Ayak bastığımiz her yere mutlak bir adaptasyon, bir teslim oluş, bir dahil oluş yaşıyoruz.
Gittigimiz her yerde "burada yaşamak ister miydin?" sorusunu soruyoruz kendimize.

O kadar içsellestiriyoruz, özdeşleştiriyoruz, benimsiyoruz oraları, ordakı hayatı, ve oradaki kendimizi...

Tek zor olan; sevdiklerimden fersah fersah uzakta olmak.
Ama olsun, n'apalim. Onlar kalbimizde olduğu sürece...
Uzak diye bir yer yok...

"Thank you to serve our country"

Los Angeles - Honolulu uçağındayız.
Uçakta uniformali 2 ordu mensubu var; herkes gibi normal yolcular. Bir ilgi, bir itibar, bir dört dönme hakim. Amerikalılardan yine tam Amerikali bir hareket. Hostes microfonu alip şöyle bir anons yapıyor. "Aramizda US mensubu çok değerli 2 yolcu var."
"Thank you to survey our country."
Bravo hostes kadina, çok hosuma gidiyor. Bir taraftan da içim cız ediyor. Bizim gencecik çocuklarımızın kaçına bunu duymak nasip oluyor acaba?

Welcome to HONOLULU / O'HAU

Ben Hawaii'yi tek bir ada saniyordum, meğer takım adalar zinciriymiş.

O'HAU: Hawai Adalari'nin bas adasi. En kalabalik, en ugrak, en taninan, sosyal yerleskelerin en fazla bulundugu ada burasi. Tum Hawaii adalarinin baskenti Honolulu sehir burda bulunuyor.

MAUI: Hawaii Adalari'nin içinde O'hau'dan sonra en taninmis ve en turistik olani. (Bizim de birkaç gunluk O'hau maceramizdan sonra istikametimiz Maui)

KAWAI: Maui'yle beraber en fazla yabanci turist çeken guzel bir ada. biz de Maui ve Kavai arasinda gidip geldik ve Maui'yi seçtik.

MOLOKA'I: Turistik bir ada degil ama gerçek Hawaililer'in yasadigi bir ada.

LANA'I: Hawaii'nin çok turistik olmayan en kuçuk adasi ama havaalani var.

O'HAU ADASI  /  HONOLULU - Waikiki Plaji

Honolulu büyük bir şehir. O'hau'nun ve tüm Hawaii Adaları'nın başkenti. Tüm international uçuşlar buradan yapılıyor. Hatta yüksek yüksek binaları, gökdelenleri var, otobüsler geçiyor.
Honolulu'yu görüp hiç Hawaii'deyim demezsiniz, bayaa bildiğimiz büyük bir şehir burası.

Burada 3 gün kalıcaz sadece o da dünyaca ünlü Waikiki Plajı'nı görmek ve O'hau Adası'nın genel havasını bir solumuş olmak için.

O'hau Adasi'nın kuzey sahilinda esas Waimea Bay varmis. Güzelliği dillere destanmis ama bu sefer gidemeyecegiz. Honolulu civarinda, bize eşlik eden Twu bizi hangi koya götürürse oraya gideceğiz.  Waimea Bay için yine geliriz. Hayat uzun...

O'hau Adasi'ndaki koyların genel özelligi dalgalarin devasa boyutundan dolayı yapılan sörf. Zaten burda yüzülmez, mümkün değil yani. Bu dalgalar yer yutar adamı, bitirir.
Arabayla bir koy bulduk, böyle 15 metre dalgaları olan bir yer. Orda sevgilim body board yapmayı öğrendi.
Ben de kıyıda kendi kendime takıldım.


Zira o dalgalarda öyle bir alabora olmuş ki, yüzeye çıkamamış, beli yamulmus, sırtı yere çarpmış. Katil dalgalar bunlar, acımasızmış. Yapanları görürken içim gidiyordu ama, neyse, dünya turumuzun ortasında belim kırıldığı için eve gönderilmek hiç istemem doğrusu...


Waikiki Plaji

Ardindan Koholulu Bulvari'ndan asagi yuruyerek Waikiki Plaji'nin yolunu tutuyoruz.

Waikiki Plaji upuzun güzel bir plaj, ince kumdan. Plaji esas guzel kilan hiç suphesiz, sagli sollu dizilmis, onu giydiren palmiyeler. Sehrin her yerinde palmiyeler...
Izmir gibi, Nice gibi... Palmiye çok yakisiyor boyle deniz kenari sehirlere, daha bir guzellik katiyor, zerafet katiyor.

Waikiki de oyle. Yuzmelik degil yani. Herkesin elinde bir body board, denizde yuzen yok, herkes ileride oyle malak gibi durup dalga bekliyor. Bir dalga gelecek te, dalgayi yakalayip tepesine binip kiyiya kadar gidecekler... Boyle aksama kadar bekleyenler, bir dalgayla bulusamayanlar...

Köpekbalıklarının "Fok baligi" sandığı board takımı

Son gün bana da bir istek, bir cesaret geliyor.
1 günlüğüne kiraladığım body board'umu kaptığım gibi beni taşıyacak, hatta uçuracak dalga beklemeye açiliyorum. Bekliyorum. Usuyorum. Bir yandan da korkuyorum...
Bu arada, karada aslan parçası kesiliyorum da denizde biraz korkak bir halim var, onu fark ettim.
Özellikle, köpekbalığının olduğunu bildiğim bu okyanus sularında...

Zira öğrendiğime göre köpekbalıkları en çok bu body board yapan insanlara saldırıyormuş. Çünkü bedeni board'a yaslanmış, suyun üstünde duran, sadece bacakları hareket eden bu insanlari fok balığı olarak algılıyormuş. O yüzden saldırıyormuş. Sahiden de sahilden genel olarak bakıldığında herkeste bir fok balığı havası var.
Doğruya doğru, köpekbalıkları haklı.

Da o kervana şimdi ben de katıldım...
Kendime fok balığından başka bir hava vereyim diyorum. Olmuyor.
Fok balığıyım ben de, kaçarı yok. Alttan alttan sinsice gelip yakalayacak bir tane köpekbalığı bacağımı simdi... Ayyy nerden sardım bu işe, gidip plajda güneşlenseydim keşke. Yahu bu böyle olmuyor ama, ben simdi yukari bakip dalga mi kovalayacagim, köpekbalığı var mi yok mu diye ikide bir asağı bakıp dalgaları mı ıskalayacağım teker teker?...
Köpekbalığını unut kızım. Bak en açıkta yüzen sen değilsin, sana gelene kadar önce kimlerin bacaklarını yemesi lazım bu köpekbalıklarının...
Yok yok, bunlar kesin beni bulur. Kesin önce bana saldiracak bir tanesi buralara gelirse...
Diye hesaplara dalmisken, bir de bakiyorum sevgilim uzaktan bana bagiriyor.

"Bu dalga senin, haydi çabuk dön arkanı, var gücünle hızlanmaya çalış, çabuk çabuk..." 
Bir anda sersemleyip, düşünmeden dediğini yapıyorum.

Kaymak ne kelime uçuyorum adeta...

Bir de bakmışım bir dalga beni kapmış. Ama yutmamış.

Hani King Kong'ta gorilin kızı bir hamleyle alıp sırtına attığı bir sahne var ya, aynen onun gibi, dalga almış beni sırtına atmış. Omuzlarında oturmuşum. Kayıyorum. Waikiki Plaji'na tepeden bakıyorum.

Okyanus ayaklarımın altında ben en tepedeyim, kaymak ne kelime, uçuyorum adeta. Uçuyorum...

Kıyıya yaklaşırken dalgalarin o endamli bedenindeki güç azalıyor.
Her saniyede daha da azalmakta olduğunu hissediyorum. Yavaş yavaş inişe geçiyorum.
Ve az once bana inanılmaz büyük bir heyecan yaşatan o ihtişamlı dalga, nazik bir şekilde, hiçbir yerimi acıtmadan beni kıyıya bırakıveriyor.
Bırakır bırakmaz da kendisi köpük olup yok oluyor...
Görevi beni bu sahile sağ salim, bir de üstüne akıl almaz duygularla bırakmakmış ta görevini başarıyla tamamlamış gibi...

Bu nefis yolculuk için teşekkürler güzel dalga.
Belki bir daha karşılaşırız.
Ama...

Ne sen aynı, ne ben aynı...








Hawaii'den giderken...

Sevince zaman çabuk geçmez..

HULA Dansi

Ciplaklar plaji

Adada hayat bir baska guzel

Sadece ask var...

Cennet HAWAII olmali...

Honolulu Waikiki Plaji



Dunya Turu (11) BALI

Dunya Turu (10) HONG KONG

Dunya Turu (9) JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.

Dunya Turu (8) HAWAII

Dunya Turu (7) LOS ANGELES

Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi

13 Ekim 2012 Cumartesi

Mulhollland Drive'da Brad Pitt'i gorduk... (mu?)

30 Eylul 2011

Universal Studiolari mi? Mulholland Drive mi?

Los Angeles Amerika'nin 2. buyuk sehri. New York'tan farkli olarak gokdelenler yok burada. Sehir dikey degil yatay bir alana yayilmis. Cok buyuk bir alana...

Los Angeles'ta çok fazla zaman geçirmeyi planlamadik. Dunya turumuz içinde sadece 2 gun verdik buraya. Dolayisiyla seçim yapmak zorundayiz.

Film endustrisinin merkezi Los Angeles'ta bulunan Universal Studiolari'ni mi gezelim yoksa sehrin kendisini mi gezelim?

Dusunduk, tasindik, buraya daha once gelmis, gezip gormus arkadaslarimiza da sorduk. Kararimizi verdik.

Universal Studiolari dedigin Disneyland gibi bir yer olmali. Yani hersey yapay. Içine girip, bilmem ne filmi nasil çekiliyormus, hangi teknoloji ve effectler kullaniliyormus, wow diyecegimiz bir yer. Bir kere, Paris'teki Disneyland'a da bunun kuçuk bir versiyonunu yaptilar. Armegadon'u falan gorduk mesela nasil çekilmis. Oyle aman Allah'im olmadik. Kimse kusura bakmasin. Birinci neden bu.

Ikincisi, bu Universal Studiolar'in aynisindan bir de Florida 'da varmis.
Dunya Turumuzun ilk ayagi Miami ve Miami'den kalkan gemi seyahatiydi. Biz bu gemi seyahati isini çok sevdik. Tekrar gelmeye karar verdik. Bir sonraki gemi sayahatimizi Caraibes Adalari'na yapmayi dusunduk. Yani illa ki Miami'ye yeniden gelecegiz. Florida'daki Universal Studiolari da o zaman gezebiliriz, diye dusunduk.

Simdi Los Angeles'in kendisini gezelim, dedik. Kararimizi verdik.

MULHOLLAND DRIVE

Izmirli'ler bilir. Hatay'a giderken bir Varyant vardir. Boyle done done çikarsin tepeye. Iste aynen oyle. Dagin eteklerinde bir yol, done done çikiyorsun. Bir donemeçte goruyorsun Hollywood yazisini da.


Su meshur Mullholand Drive...
Ilk defa David Inch'in "Mulholland Drive" adli filminde duymustum adini yillar once.

Mulholland Drive o meshur Beverly Hills'e giden yol. Hani muhtesem evlerin, gorkemli malikanelerin yer aldigi bolge. Show Business'ten olmayanin, hatta olanin ama çok itibarli olmayanin bile parasi olsa dahi kolay kolay ev alma hakkinin bulunmadigi yer. Cevrenizdeki komsulardan oy almaniz, onay almaniz gerekiyor. Yok yok, valla oyle. Komsular oylamaya aliyorlar. bu kisi burda ev alsin mi almasin mi diye. Oyle onune gelen ev alamiyor yani Beverly Hill's oyle bir yer. Onunden geçtigimiz her malikane kim bilir kime ait? Mutlaka taniyoruz ama kim?

Mulholland Drive uzerinde Brad Pitt'i gorduk... (mu acaba?)

Mulholland Drive uzerinde arabayla giderken ister istemez insanin gozu arabalarin içindekilere takiliyor. Mutlaka bir dunya stari goruruz bu yolda, derken yanimizdan bir araba geçiyor, koyu yesil bir Range Rover. Araba geçtikten sonra sevgilim bana donup, Brad Pitt'i gordum yanimizdan geçen oydu diyor. Daha sonra arabaya internetten baktigimizda Angelina'nin altinda yesil bir Range Rover'la çocuklari gezdiren bir fotografini goruyoruz.
Gerçi... Brad Pitt'i gormus olsak n'olacak? Ayni saniyeler içinde onunla ayni yolu paylasmis olacagiz. Hepsi o kadar. So what? Bizimkisi de iste, dostlar alisveriste gorsun...

O meshur HOLLYWOOD yazisi...

Bazi seyler insanin zihnine, hafizasina o kadar yaziliyor ki, gerçek olabilecegini hayal edemiyor insan.
Tipki o Monument Valley'deki kayalar gibi...
Tipki o dagin yamacindaki Hollywood yazisi gibi...


Kirasi 12 milyon $ olan "Hollywood" yazili yamaci LA Belediyesi odeyemiyor.

Los Angeles Belediyesi artik bu Hollywood yazisinin bakimini yapamiyormus. Bunun da otesinde dagin bu yamacini 12 milyon$ 'a kiralayan sahibine odeme yapamiyormus. Cok pahaliya geliyormus ve artik yikmak istiyorlarmis. Belediye'nin odeyemedigi bu kirayi tam da adi ustunde Hollywood Starlari oduyor.

Bu efsane yazi yok olmasin, Hollywood'un sembolu bu dag yamaci ilelebet kalsin diye Mulholland Drive'da ve Beverly Hills'de yasayan butun unluler yillik bir aidat vererek bu 12 milyon $'i butunlestiriyorlar ve kendileri oduyorlarmis.

SANTA MONICA - Venice Beach

Los Angeles'a yapisik, sehrin daha batisinda bulunan bir deniz kenari sehri Sana Monica
Buaralara, Los Angeles'a normal sehir demek çok zor. Sanki bir tatil beldesi. Kimse çalismiyor, herkes tatilde gibi bir havasi var sehrin.


Venice Beach'in içindeki Muscle Beach sahiden etkileyici...
Miami'deki South Beach te ayni boyleydi. Demeki ki Amerikalilar'a ozel bir tatil anlayisi tarzi bu. Upuzun ve genis kristal gibi kum plajlar.
Spor, deniz ve plaj içiçe... Beraber...
Muscle Beach dedigin bayaa bildigimiz bir fitness center, aletlerin açik bir alanda spor yapanlara hizmet vermesi olayi. Herkes gunduz sporunu yapip, vucudunu sergileyip kendini denize atiyor.
Tabi bunun yaninda basketbol sahalari, tenis kortlari, squash, masa tenisi, plaj voleybolu, bir suru spor tesisi ama hepsi plajin yaninda, dibinde, hatta içinde...

Hatta ve hatta Venice Beach'in içinde alengirli, çukurlu, inisli çikisli, içi oyuk bir skating yani kaykay sahasi bile vardi. Denizin dibinde, çocuklarin yaptigi gosteriler izleyenleri hayranliga bogdu. Bizi de...


Sevgilim neden hep yagmura denk geliyoruz? 
Cunku senin karman kotu...

Venice Beach'ten Malibu'ya dogru hareket ederken yagmur çiseliyor.
Cok enteresan bir durumdur ki dunya turumuz boyunca her yerde, ama her yerde mutlaka bir aksam, bir sabah, bir ogleden sonra ama mutlaka bir kere yagmura denk geliyoruz.

Tamam belki Mimai'deki ilk askamimizdaki gibi, gokyuzu delirmis gibi, hatta gokyuzu çildirmis gibi yagmadi her yerde ama...

Las Vegas'ta bile... Varla yok arasi bir yagmur.
(Ancak Las Vegas'in Nevada bolgesinde oldugunu ve oralarin ne kadar kurak oldugunu dusunursek yilda sadece birkaç damla dusuyor, ilginçtir ki o da bizi buluyor.)

Sevgilime soruyorum:
"Sevgilim, fark ettin mi, bir aydir ayak bastigimiz her yerde mutlaka hava bir ara kapatiyor ve yagmur yagiyor. Neden dersin?"
"Bence senin karmanda bir sorun var. Karman kotu..."
"Himmm... Peki karmami degistirebilir miyim? Bunun için ne yapmam lazim?"
"Mesela... Cevrendeki insanlara iyi davranmakla baslayabilirsin."
"Himmm... O zaman yagmur duracak mi?"
"(?!!)"

MALIBU

Karmami degistirmek için gerekli davranis biçimlerini kafamdan geçirdigimi anlamis olmali ki, gokyuzu yagmuru kesiyor.
Biz de aninda solugu Malibu'da aliyoruz.

Sorfunu kapan gelmis.
Ruzgarli, dalgali, çetin ceviz bir deniz burasi... Yuzulmez.
Ama sorfçuler adeta show yapiyor.
Malibu denilen yer de iste gorkemli evler, sorfçuler, piyasa cafeler.
O kadar.

Aksam sevgilimin universiteden bir arkadasi ve karisiyla yemek yiyoruz. Los Angeles'ta is bulup buraya tasinmislar. Kendilerini çok sevdigimi soyleyemeyecegim.
Bir kere tipik Fransiz'lar. Kendini begenmis, kibirli, tevazudan uzak...
Devamli anlatmak ve kendileriyle ve hayatlariyla boburlenmek istiyorlar.  Her cumle "ben" "ben" "ben". Bakin biz ne kadar mukemmel insanlariz, ne isler basardik, çok farkliyiz'in derdi, savasi, kendi içlerinde didismesi ve gosterisi içindeler.
Bunu guzel bir uslupla soyleyebilen nice insanlar tanidim. O anlatirken hiç susmasin istedigim, aman araya girersem soyleyecegini unutur, birakayim anlatmaya devam etsin diye nefes almaya çekindigim insanlar...

Insanin kendini dev aynasinda gormeden, oyle bilir kisi gibi laflar etmeden, yasadiklarindan ve deneyimlerinden cevresindekileri beslemesi mumkun mudur? Bence mumkundur.
Dinlemenin anlatmaktan degerli oldugunu ne zaman ogreniriz?

Her neyse, yemekten sonra ne yapalim, ne yapalim diye dusunuyoruz...

Los Angeles'ta bir donem yasamis olan, çok yakin arkadaslarimdan Cédric'in tavsiyesi uzerine kendimizi gayet gay bir club'ta buluyoruz. The Abbey. Ben alisigim, malum Paris'teki çok yakin arkadaslarim arasinda 3 tane gay var. Da, eglenmek için pek havamizi bulamiyoruz bu ortamda. Evimize donuyoruz.

Los Angeles maceramizi da burada noktaliyoruz.


Los Angeles: The Oscar goes to...


Special Dedicace: Kasim 2012'de MALIBU Marathonu kosmak için buraya gelecek çok sevgili Italyan arkadaslarim Emilia ve Paolo'ya simdiden basarilar diliyorum.


11 Ekim 2012 Perşembe

Dünya Turu (7) : LOS ANGELES

29 Eylül 2011

Aynen San Francisco'daki gibi yapıyoruz. Otel yerine, ev tercih ediyoruz. Böylece hem ev havasına giriyoruz hem de yeni insanlar tanıyoruz. Nereden bakarsan bak kazançlıyız.

Yine çok seker bir Amerikali'nin evinde kalıyoruz. Paul. 48 yaşında olduğunu söylüyor ama yemin ederim 35'ten fazla göstermiyor.
İşin sırrı nedir diye soruyorum. Mesleğini anlatıyor. Meğer Paul, sağlık ve spa dergilerine makale yazan bir gazeteciymiş. Dolayısıyla sürekli olarak orda burda masaj, peeling, yüz bakımı, vücut bakımı ne varsa deniyor ve yazısında anlatıyor. Aman aman işin güzelliğine bak....
Sabah sabah kalk yüz bakımına git, para verme, bir de üzerine para al.
Los Angeles'in göbeğinde, çok güzel bir eve sahip ol bir de...
Valla şahane...

Hayat hiç adil deyip, vuruyoruz kendimizi Hollywood sokaklarına...


HOLLYWOOD

Yahu insanın inanası gelmiyor. Şu tepenin arkası o dağlık kayaların üzerinde kocaman HOLLYWOOD yazan yer. Biz şu anda aşağıdayız.
Hollywood Bulvarı üzerindeyiz. Burdan bakınca matah görünmüyor burası, sıradan bir şehir merkezi işte.

 

CHINESE THEATRE KODAK THEATRE


Hollywood Bulvarı'nın en ünlü yerleri hiç şüphesiz Chinese Theatre ve Kodak Theatre.
Meşhur Oscar Törenleri'nin yapıldığı yer burası.
24 saat yaşayan, önünden hiç insan eksik olmayan bir yer.

Önünde kılıktan kılığa girmiş bir sürü sokak sanatçısı var.
Dark Vador'undan, Freddy Kruger'a, Saw'daki maskeli canavardan, Karaib Korsanları'na kadar birbirinden değisik tipleme yapan sokak sanatçilari 3-5 $ karsiliginda onlarla resim çektirmeni bekliyor.
 
Chinese Theatre'in yeri özel ve farkli.
1922 yilinda SID GRAUMAN tarafindan kurulmus, ilk büyük filmlerin gösterime sunulduğu ve daha sonra Oscar ödülleri kavraminin doğmasına vesile, ilk film ödüllerinin dağıtıldığı yer burası.

Oscar Torenleri daha sonra Kodak Sinemasi'nda yapilmaya baslansa da, Chinese Theatre'in yeri sinema dünyasinda çok özel. Buranın ilk girişinde bir sürü ünlü Hollywood starınin ellerinin izi var yani yere yaslanmış olup alçının ellerinin şeklini aldığı türden bir iz.



1929 senesinde başlanmış bu geleneğe. Her ünlü el ve ayak izini bırakıyor. Sid Grauman'a sinemayi getirdiği yer için teşekkür ediyor.
Mesela Rita Hayworth'un el ve ayak izini gördüğümüzde aman tanrım bunlar ne kadar minicik eller ve ayaklar, ayak numarasi 32 olmalı diyoruz...

Kodak Theatre: The Oscar Goes to...

Meshur Oscar törenleri işte burda. Kırmızı halı burda.
Içinde bir ambians yoksa, o gecenin büyüsü hücrelerinize dağılmamışsa sıradan bir yer.

Ama eminim o gece değil.

O gece, o salon, balkabağının muhteşem bir at arabasına dönüşmesi gibi, o Kodak Tiyatrosu da Hansel ve Gratel'deki pastadan eve, ışıltılı pırıltılı, göz kamaştıran, insani içine içine çeken hayalle gerçek arasinda bir yere bir saraya dönüşüyordur; eminim...

Kodak Tiyatro'sunun en etkileyici yeri; aşağıdan yukarıya kadar, 1929 yılından itibaren bütün Oscar almış filmlerin adının sergilendiği merdiven.

WALK OF STARS

O meşhur Star Yolu burasıymış. Sunset Bulvari üzerinde.
Sağlı sollu kaldırım üzerinde upuzun bir geçit. Kaldırımın her adımı bir Hollywood starına ait.
Öyle böyle sıradan bir mesele değil bu, bayaa bayaa büyük seramonisi olan, adını oraya kazımak için ünlülerin can attığı bir kaldırımmış burası.


Mesela Michael Jackson öldüğünde herkes adının bulunduğu kaldırımın üzerine çiçek bırakmış, her gün oraya gelip ağlamış, onu anmış. Çünkü o kaldırım taşı o kişiyi temsil ediyor.
Yeri öyle büyük bu Walk of Stars'in...

Bu yolun taklitlerinden Cannes'da ve Hong Kong'ta da bulunuyor.

Yakında Istanbul'a da yapılır bir tane, belki de vardır, ben bilmiyorum.

Türkan Şoray'in, Şener Şen'in el, ayak izi herkese lazım... 



Mulholland Drive ve Beverly Hills



Dunya Turu (11) BALI

Dunya Turu (10) HONG KONG

Dunya Turu (9) JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.

Dunya Turu (8) HAWAII

Dunya Turu (7) LOS ANGELES

Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi






9 Ekim 2012 Salı

Güle güle San Francisco

San Francisco tam bir özgürlük ve alternatifler şehri.


Hippiler, biolar, homosexueller...

Homosexuellerin en çok bulundugu sehir San Francisco'ymus..

Ben sahsen Paris'ten daha çok nasil olabilir hayret ediyorum. Burda nerdeyse her 3 erkekten 1'i homosexuel.
Yoksa benim çevremde mi çok var da bana oyle geliyor?

San Francisco'nun gay semti "Castro Street" te dolasiyoruz.
 




Sağlı sollu her taraf fitness center, güzellik salonu, barlar, sex shop'lar...
Manikür yaptıran adamlar....
Bizim "Le Marais" den daha gay bir havasi oldugu kesin, kabul ediyorum.

7 katlı NIKETOWN'da kendimden geçtim...

Benim gibi spor asigi bir insan burda kendini kaybeder...
Herseyi almak ister. Bu sefer bir iki spor kiyafetiyle yetindim.
Bir tanesi de içinde ayni renginden shortuyla pembe bir etek.
Bu yaz, yaptigim freestyle sporlarda parke uzerinde firtina gibi esecegim...

Union Square'de bulunan Nike'in hazirladigi activite dikkatimi çekiyor:
Marathon Training for women. 

18.30'da randevu verilmis, marathon kosmak isteyen butun bayanlara ucretsiz kosu antremanlari. Wow ne kadar dahice bir fikir. Harika bir inisyatif ve promosyon.

Spor zaten bagimlilik yapan bir olay. Hele maraton.... soylediklerine gore bir kere kostun mu asla birakamiyor, her yerde kosmak istiyormussun. (Da yilda 2 maratondan fazlasi bedene zararliymis.)
Kosmak isteyen ama yalniz basina motive olamayan potansiyel sahibi butun kosucu bayanlar için duzenlenmis bir antrenman.
Nike tarafindan...

Eh haliyle o kiyafetler, ayakkabilar kosu yollarinda eskiyecek, yenilenmeleri gerekecek.
Haftada 2 saat bi kosu activitesi duzenle, sporcu pazarini buyut, genislet, kendi musterini var et. Bravo NIKE...

San Francisco'daki son akşam Leiagh ve Georges'un davetlisiyiz.

Aksam yemeğine ev sahiplerimiz Leiagh ve Georges'a davetliyiz.

1 hafta boyunca evlerinin alt katinda kalip, ozlemini çektiğimiz ev ortaminin ve San Francisco'nun keyfini surduk. Son aksam da birbirimizi taniyip sohbet edecegiz.

Ne tatli insanlar...
Leiagh, hani o pozitif enerji fiskiran, agzindan bal damlayan, agzindan çikan her sozu karsisindakini mutlu etmek için soyleyen insanlardan.

Evlerine giriyorum, ayagimi eve basar basmaz ayakkabilarima iltifat ediyor, çok begeniyor. Ki inanin bana, çok guzel de degiller, dunya turunun sonunda artik atmayi planladigim ayakkabilardan...
Üzerimdeki siyah tulumun içinde şahane göründüğümü söylüyor.
(Dünya turu esnasında kullanıp atmayı planladığım eski kıyafetlerden...)

Ama Leiagh boyle biri, herseyin güzel tarafını görüyor, gece boyunca anlattığı her seyden bu çıkıyor.

Kocasi, Macar asilli Georges da oyle. Muzik ogretmeniymis. Oyle de, San Ffrancisco'ya Obama geldiginde ona gitar çalan çocugun muzik ogretmeni seklinde bir hoca...

Bir yere gittigimizde orada yasayan insanlarla tanismak, sohbet etmek, içinde olmadigimiz hayatlarin, duzenlerin içine girmek çok zenginlestirici.

Bu guzel gece için, evlerini bize açtiklari için Georges ve Leiagh'a sonsuz tesekkurler.

En kisa zamanda Paris'te gorusmek üzere diyerek ayrılıyoruz...




Bir insanin aklindan ozgurluk fikrini asla alamazsiniz

Ev ortamini ozledik te simdi de evden çikamiyoruz

Ozgur ruhlu sehir San Francisco


Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO


Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi

7 Ekim 2012 Pazar

Bir insanin aklindan özgürlük düşüncesini asla çıkaramazsınız.

27 Eylul 2011

Hayatimda ilk defa bir hapishane geziyorum.

Sıradan bir hapishane degil...

Hani şu okyanusun ortasında bir ada seklinde kurulmuş; kaçmanın, kaçılsa da kurtulmanın asla mümkün olmadığı hapishanelerden...

ALCATRAZ HAPİSHANESİ


Endişeliyim. Tutuklu yok biliyorum ama yine de tedirginim...

1963 yılında hapishane işlevine son verilmiş. Burası artık bir müze.

San Francisco'ya sadece 1.5 mil uzaklikta... Feribotlara binip gidiyoruz.
 
Ada'ya varır varmaz, herkese bir audioguide veriyorlar.
Bu hapishanede olan biteni direk yaşamış tanıkların ağzından, yaşayan eski hükümlüler, gardiyanlar veya onların yakınlarının ağzından gerçek hapishane hikayeleri dinlediğimiz, insanın kanını donduran bir audioguide...

Hapishaneyi gezerken resmen içine giriyor, hapishane ortamını içinize çeke çeke bir süre orada yaşıyoruz.

Hapishaneye geldik. İlk durak duşlar. Açıkta, ortada, oval şeklinde, havuz gibi bir yerde 30 tane falan duş olduğunu düşünün, yukarıdan 2 dakika su geliyor. O kadar. Ardından hücrelere...


En azılı suçluların tutulduğu, 350 civari kapasitesi olan küçük bir hapishane burasi. Hücreler 2 koridorla ayrılmış.
Bu koridorlara da Broadway ve Michagen Avenue adi verilmis.
Yemek salonuna giden yolun adi da Times Square.

Ironik ama bence güzel düşünülmüs. Bu yerlerin adini telaffuz etmek bile ince bir çizgiyle hayata bağlar insani. Bence...


Hücrelerin bazılarında yatak var, bazılarında yok.
Hücreler korkunç bir halde. Hepsinin içinde tuvalet var. Ama o tuvaletler ne halde, kirilmis, parçalanmis, çogunun uzerinde kan lekesi var, hâlâ çikmamis, tum çıplaklığıyla duruyor orda...
İç kaldırıcı....

Duvarlarda şöyle bir yazı var:
"You are entitled to meals, clothes, shelter and medical assiatance. Anything else you may get is a privilege"

Bir de "isolation" denilen hücrelerden var.
Görmek için 10 saniyeliğine içine giriyorum ve nefes alamıyorum, anında atıyorum kendimi dışarıya. Bir daha hiç çıkamayacağım sanıyorum. Öyle korkunç bir yer.


Gün ışığının ve iletişimin ne olduğunun unutulduğu, tuvalet ihtiyaçlarinin nasil giderildiğini düşünmek bile istemedigim...
İnsanın yaşam damarlarını öldüren bir yer burası...

Bir insanın aklından özgürlük düşüncesini asla çıkartamazsınız...

Kulaklarımızdaki canlı tanıkların anlatımlarıyla hapishaneyi yaşıyoruz.
Kaçmanın mümkün olmadığı bir hapishane burası. Kaçmayı denemiş bir sürü tutuklu, denize atlayıp San Francisco'ya kadar yüzmeyi planlamış. Ancak denizden çıktıkları anda onları karşılayan San Francisco polisi olmus.

Audioguide'la dinliyoruz. Öyle diyor bir Alcatraz hükümlüsü:

"Ömrümüzün sonuna kadar hüküm giymiş olsak bile, bir insanın kafasından özgürlük fikrini asla alamazsınız. Koşullar ne olursa olsun, kafamızda devamlı "nasıl kaçabiliriz?" in planları vardır. Engellenemez... Özgürlüğü unutmak asla mümkün değil."

ALCATRAZ ADASI'NDAN KAÇMA GİRİŞİMLERİ

Resmi kayıtlara geçen bilgiye göre Alcatraz Adası'ndan kaçmayı sadece 36 kişi deniyor, ancak bunu sadece 3 kişi başarabiliyor.

Kendi kanıyla duvara, kaçma planı yapan tutukluların adını yazan gardiyan: MILLER

Miller adindaki gardiyanin hikayesi çok etkileyici.
Bir gece hapishanede isyan çıkıyor. Kaçma planı içinde olan tutuklular Miller adli bir gardiyani rehin alıyorlar. Diğer gardiyanların işbirliğine yanaşmadığını görünce Miller'i işkence ederek yavaş yavaş öldürmeye başlıyorlar. Miller ölmeden evvel, kendi kanıyla duvara kaçma planı yapan tutukluların adını yazıyor ve hatta 3 liderin adını yuvarlak içine alıyor.
Bu duvarın fotoğrafi çekilmiş, Alcatraz hapishanesinde sergileniyor.
Çok etkileyici...

Alcatraz tarihinin en yaratıcı kaçış planı: "Dummy Head"

2'si kardes 3 tutuklu yıllarca yemekhaneden kaşık, çatal, bıçak çalarak, duşlardan sabun, avludan toprak, ordan burdan o, bu, şu ne buldularsa biriktiriyorlar. Ve bu malzemelerden mumya kafalar yapıyorlar. Kafalara saçlar, kirpikler ekliyorlar.
Ve bu çaldıkları kaşıklarla hücrelerinin duvarını deliyorlar ve yıllarca her gün biraz daha kazarak tünel yapıyorlar.
Gece olup gardiyanlar hücreleri kontrol etmeye geldiğinde yataklarına hazırladikları bu mumya kafaları yerleştiriyorlar. O sırada kendileri de avluya açılan tünele giriyorlar.

İşin sırrı kaçış  istikametinde
Alcatraz Adasi'ndan kaçmayı planlayan her tutuklu akla ilk once San Francisco'ya doğru yüzmeyi getirdiginden, kıyıya vardıklarında onları orada polisler bekliyor oluyormuş.

Ancak bu 3 tutuklu San Francisco'ya doğru değil, daha uzakta ve tam tersi istikamette bulunan Angel Island'a doğru yüzmeyi planlamış.

"Dummy Head" adı verilen bu kaçış 11 Haziran 1962'de başarıyla gerçekleşmiş. Ve bir daha da onları gören olmamış. En son Latin Amerika'da yaşadıklarına dair bir bilgi gelse de kimse tekrar peşlerine düşmemiş.

Bu olayın ardından Alcatraz Hapishanesi, "kaçmak imkansız" özelliğini yitirdiğinden, 1963'te kapatılmış.

Alcatraz'in dünyaca ünlü azılı mahkumları

Ünlü Italyan mafya babası AL CAPONE, nam-î diger "Scarface" Alcatraz'in ev sahipligi yaptığı ünlü suçluların başında geliyor.

Robert STROUSE, filmere konu olmuş, nam-î diger "The birdman".

KELLY, nam-î diger, "Gun machine".


Alcatraz Adası'nı terk etmeden evvel okyanusun kıyısındaki avluya son bir kez çıkıyorum ve San Francisco'ya şöyle bir bakıyorum. Her gün, dünyanın en güzel şehirlerinden birine baka baka yaşamak ve orada olamamak, oraya ayak basamamak.... ne kadar zor olmalı..

Tutukluların dediği gibi, ne olursa olsun bir insanın kafasından özgürlük düşüncesini asla çıkartamazsınız. 
Kafada devamlı kaçma hesapları vardır. Kafa sadece buna çalışır.
Özgürlüğe kavuşma umudu bütün sınırları zorlar.
Çünkü umudu yitirmek, delirmekten veya kendini ölüme teslim etmekten başka birşey değildir... 

Umut yoksa... 
Geriye ne kalır?


Gule gule San Francisco

Ev ortamini ozledik te simdi de evden çikamiyoruz

Ozgur ruhlu sehir San Francisco



Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi











4 Ekim 2012 Perşembe

Ev ortamini ozledik te; simdi de evden çikamiyoruz...

Dunya Turu'ndayiz, San Francisco'dayiz.
Yaklasik 1 aydir evimizden uzagiz.
Her sey çok heyecan verici.
Her gun yeni bir sey kesfediyor, her gun yeni bir sey ogreniyoruz. 
Da...
Otellerde kalmaktan, her ogunu disarida yemekten sikilmaya baslamisiz.
Ev ortami gozumuzde tutuyor...

Soyle evde rahat kiyafetlerle, hatta tek parçayla gezmek, kendimize guzel bir kahvalti, aksam yemegi hazirlamak, evimizde bir kahve yapmak, bir sise sarap açmak, soyle kanapeye yayilarak guzel bir film seyretmek, orda uyuyakalmak... gozumuzde tutuyor...

Bu ozlemimizi San Francisco'da, bol bol gideriyoruz.
Amerikali bir ciftin, girisi ayri, banyosu, mutfagi olan evinin alt katini tutuyoruz. Burda, evimizde gibiyiz, evimizdeki aliskanliklarimizi hemen ertesi gun tasiyoruz buraya. Cok mutluyuz.

Koridorda pusu kurmus, senin odadan çikmani bekleyen house keeping yok.
Sabah sabah sen daha uyurken diger odalardan çikis yapan insanlarin gurultusuyle uyanmak yok.
3 metrekare odada kurdesen geçirmek, kendini disari atmayi istemek yok.

San Francisco'daki bu evde mutluyuz, mutlu olmasina ama...
Evden çikamiyoruz bu sefer de...
Ayy ne guzel sey evde olmak...
Sabah sabah, hiç birsey yapmadan oyle ortalikta dolanmak, bir kahve hazirlamak...
Aman bir maillerime bakayim, bir muzik açayim, birsey yapmayayim ama "ev ortami" nin dayanilmaz rahatligina ve genisligine kendimi teslim edeyim, demek...
Ustun... De... Hareket etmek gerek.
Buraya gezmeye, gormeye, kesefetmeye gelmisiz...

Ogleden sonra ancak atiyoruz kendimizi San Francisco sokaklarina...

Istikâmet Union Square yakinlarindaki "Powell" metro istasyonu.

Turistik gezimize baslamadan evvel, hiç alisveris kadini olmamama ragmen, içimdeki alisveris kadini ortaya çikiyor. Cunku.... Macy's 'in onunden geçiyoruz...
Ay ay ay, bu Macy'si ne siz sorun ne ben anlatayim... Tuketim toplumunu tum açikligi ve çiplakligiyla ozetleyen bir mekan...
Ayiptir soylemesi, en son New York'a gittigimde, Macy's 'den tam 6 çift ayakkabi almistim.
Gorgusuzlugun bu kadari... bir de Paris'ten geliyorum yani...
Ama arkadaslar zaten mesele o. Paris'te iyi bir ayakkabi için fahis rakamlar istiyorlar. Ama Macy's oyle mi? 60-70$'a uzerinde kendini "femme fatale" hissedebilecegin ayakkabilar satin alabiliyorsun. Bu sefer 2 çiftte kaliyorum. Malum dunya turundayiz, her aldigimi yanimda  1 aydan fazla tasiyacagim, daha sirada Nike Town var... 7 katli devasa bir Nike magazasi... Orayi talan etmek istiyorum. Ben bu Amerika'ya her geldigimde bir Macy's'de bir de Nike Town'da deliriyorum, kendimden geçiyorum...
 
Bu yokuslu sehri Segway'le gezmek akil kâri degil.. 

Bugunku planimiz bir Segway turu. Sehri Segway ile gezmek.
Hani su iki tekerlekli one dogru egilince giden, arkaya egilince duran...
Bunun aynisini Miami'de de yapmistik, uzerimizde deniz kiyafetleri, muhtesem South Beach'e nazir, eglence fiskiran Ocean's Drive'a paralel Lumus Park uzerinde...
MIAMI

Itiraf etmeliyim ki ayni sey degil.
San Francisco, Segway gibi bir tura elverisli bir sehir hiç degil. O inisli çikisli, yollarda, o dik yokuslarda Segway'e binmek, intihar ediyormussun hissi veriyor insana. Segway'de gitmek kolay da durmak zor. Hele hizin belli bir seviyenin ustune çikmissa durmak imkansiz. Insanin kendisini ativeresi geliyor aletten, o tekerlikli dava da hangi arabanin altinda kalirsa kalsin beni baglamaz turunden..
Dedim ya, bir tur bu. Dolayisiyla baska insanlar da var, bir rehber onculugunde, hepimizin kulaginda da birer micro, rehber anlatiyor sehri bir yandan gezerken...
Ben  bir ara hizimi alamayip, durmasini da beceremeyip rehberi oyle endiselendirdim ki, yazik kizcagiz "Dilara bir problemin mi var, sanki duramiyormussun gibi hissediyorum" diyor.
Sevgilime yardim isteyen acinasi gozlerle bakiyorum.
Ben ne yapabilirim, basinin çaresine bak, nasil durulacagini biliyorsun, diye cevap veriyor.
Ama bilmiyorum iste... bu yokuslarda nasil duracagimi bilmiyorum...
Neyse ki hayatta kalma içgudum sayesinde basima birsey gelmiyor.

Amerika'nin en çok gezilen 3. yeri: PIER 39 (San Francisco)

Ardindan limana kadar yuruyoruz.
PIER 39 dedikleri bir yer var. Amerika'nin en çok gezilen 3. yeriymis.
(Times Square ve Disneyland'dan sonra)
Valla açikçasi herhangi bir deniz kenari sehrinde, limanda gezmekten daha "fazla" hiçbir yani yoktu. Yani Malaga'da gezerken de ayni keyif, Cesme Marina'da gezerken de... Bu PIER 39'u neden bu kadar abartmislar ki, anlayamadim.

Ardindan baska semtlere gecis yapiyoruz:
Nob Hill: tartismasiz kalburustu semtlerinden biri.
Fisherman Wrafh: çok tursitik, cafcafli, hareketli.
Coit Tower ve Financial District.


Avrupa sehirlerinden farkli olarak San Francisco otobus ve tramvay sehri.
Sehrin tam gobeginden geçen, ulasimdan ziyade animasyon kaygisiyla isleyen Cable Car'a biniyoruz. Cok keyifli, kocaman adamlar bile çocuk oluveriyorlar binince. Degisik bir ambiansi var.



Bugun butun gunu limanin etrafinda geçirdigimize gore, limanda balik seklinde sahane bir aksam yemegiyle gunu tamamlamak çok yakisir diyoruz. Ve guzel bir retaurant seçiyoruz kendimize...

Tabi her zamanki gibi guzel bir Napa Valley esliginde...


Bir insanin aklindan ozgurluk fikrini asla alamazsiniz

Ozgur ruhlu sehir San Francisco


Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO


Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi






3 Ekim 2012 Çarşamba

Özgür ruhlu şehir: San Francisco

25 Septembre 2011

Bayiliyorum kendine has bir tarzi olan kisilikli sehirlere...

Ve bayiliyorum o sehirlerin gelmisini, geçmisini, bugunlere gelene dek neler neler geçirmisligini, nelere tanik oldugunu, kimlere ev sahipligi yaptigini, nelerin onu uzdugunu, yiktigini, hangi olaylarin onu kalkindirdigini, zenginlestirdigini, guzellestirdigini...

Bir insani tanir gibi, adim adim kesfetmeye bayiliyorum bazi sehirleri.

San Francisco boyle bir sehir.
2 gun geçirir geçirmez anliyorsunuz, ne kadar karakterli oldugunu...

En tipik ozelligi tartismasiz yollari, sokaklari, caddeleri, yani yokuslari. Yokuslu yokuslu, inisli çikisli, tepeli tepeli...
Bildigimiz yollar gibi degil, dumduz bir eksende akip gitmiyor. En az 30 derece hatta daha fazla açilarla asagi dogru iniyor.

Butun yollar sarp bir yokus. Inisi de azap, çikisi da azap saniyor insan basta ama, isin asli oyle degil.


Bu tepeler sehri gizemli kiliyor. 
Her yokus farkli bir sey vaadediyor.

Surprizli bir sehir San Francisco. Gizemli...
Bazen bir yokusun otesini goremiyorsun. Bunun için her tepeye tirmanmak, her tepenin ilerisinde, otesinde, berisinde ne var gormek istiyorsun...
Her yokus farkli bir sey vaadediyor sanki. Merak ediyor insan, çikip gormek istiyor.
Biraz yorucu olsa da her tepeye tirmanasi geliyor insanin.
Isin tuhafi, kimsenin bu inip çikmalardan sikilir gibi bir hali yok.
Zira en paha biçilmez evler, en pahali magazalar bu çetin yokuslarin uzerinde bulunuyor.

Tepeden bir bakisi var sehrin, dogaya, hayata...

"Hippi" kulturunun dogdugu yer: San Francisco

Bugun sehrin merkezi Union Square'deyiz. Cok ta sansliyiz, gunluk guneslik bir hava ve meydanda açik hava konseri var. Yasasin...

San Francisco'ya dair okudugum kitaplardan aklimda kalmis.
Burasi, hippi kulturunun basladigi, dunyaya yayildigi, ve hâlâ yasayan hippilerin en çok bulundugu sehirmis.
Bunu ilk defa bu konserde çok net, canli canli gordum.
Annem babam yasindaki adamlar, kadinlar inanilmaz renkli kiyafetleri, daracik pantalonlari, uzerine batik desenli bluzlari, upuzun saçlari, sakallari, rastalari, temizlik dahil olmak uzere dis gorunuse onem vermeyen tutumlari...

Ve tabiiki... "Peace" sembolu tasiyan çesit çesit aksesuarlari...


"Beatles" dönemi gençliğinin yaşlıları bunlar...
Kim bilir... Belki de 1967'deki "Summer of Love" sosyal hareketini de bunlar yapmislardir. Hani su 100 bin kisiden fazla gencin Golden Gate Park'a yurudugu, ve orada "free food, free drugs, free love" dagitarak, free clinic ve free store kurduklari, bir takim sosyal dengeleri degistirmeyi hedefledikleri o efsane 60'li yillar...

Commune bir hayati benimsedikleri ve mutlak bir yabanciyla bile herseyi herseyi paylastiklari, "alternatif" bir yasam tarziydi onlarinki. Materyal anlaminda fakir, intellectuel ve sevgi bazinda ise çok çok çok zengin olduklari bir yasam tarzi...

Union Square'deki konsere geri dönüyorum:
60'li yillar tarzi muzik çalan bir grup oldugunu da goz onune alirsak annem babam yasindaki butun herkes meydanda dans ediyor. Guzel de etmiyorlar, oyle anlamsiz bir sekilde hareket ediyorlar. Ama, bir sekilde izletiyorlar kendilerini, hatta hayran birakiyorlar...

Çünkü özgürler...

Hippi devrimini yaparken yaymaya çalıştıkları yaşam biçiminin temel prensiplerinde bu var çünkü... Cinsel ozgurluk, ifadede ozgurluk, yaraticilik, toplumun hedefledigi gibi degil, kendi olmak istedikleri gibi bir yasami seçmede ozgurluk...

Ozumuze donus: Italyan restaurantinin yollari tastan...

Hippileri hayranlikla izledikten sonra, yine de onlardan biri olmadigimizi bize hatirlatan, bu aksam bir Italyan Restaurant'inda yemek yeme arzumuzun pesine takiliyoruz.

Bir de sahane bir Napa Valley kirmizi sarabi soyluyoruz ki....

Keyfimize diyecek yok...

Bir insanin aklindan ozgurluk fikrini asla alamazsiniz

Ev ortamini ozledik te, simdi de evden çikamiyoruz...



Dunya Turu (7) LOS ANGELES

Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi



Dünya Turu (6) : SAN FRANCISCO

24 Eylül 2011

Oakland, Verdon Street'teki evimize yerleştikten sonra San Francisco'da arabayla bir gezinti yapmak üzere evden çıkıyoruz.

Hatirlarsiniz, 18 günlük road trip için Las Vegas'ta kiraladığımız araba bu. Ve bugün öğleden sonra teslim edeceğiz. Araba leş gibi önce bir yıkamamız lazım.

 Monument Valley'deki hasar arabada çikacak mi? Fark edecekler mi? Ederlerse bize ne kadar odetecekler, hiçbir fikrimiz yok. Biraz endiseliyiz açikçasi.

San Francisco: City of Hills


Lombard Street'te araba kullanmadan bu cadde yasanmis sayilmaz.

Lombard Street San Francisco'nun en taninmis caddesi.
Aslinda tipik bir San Francisco sokagi burasi: dimdik bir yokus. San Francisco sokaklarinin tamami boyle. Burada caddeler, sokaklar hep yokus, ama ne yokus, dimdik. Ege Korfezi gibi girintili, çikintili bir sehir, bir suru tepe, tepecik var.
Sehir yatay bir eksende degil de dikey hatta biraz kalkik gorunuyor.

Bu yokusta oturulur mu yahu? Oturulsa bile nasil araba park edilir buraya?

Efsane Lombard Street...
Sehrin en pahali evleri burdaymis. Buradaki evlere paha biçilemezmis...

Valla ben bisey soyliyim mi?: Bana uzerine para verseler gidip orda oturmam. Yahu çekilecek eziyet mi o her gun? Lombard Street dedigin yaklasik 90° dik bir yokus. Her gun bir eve girip çikmak için o yokus inilip çikilir mi? Hadi form tutayim diye basta guzel gelir ama yok bence çekilecek eziyet degil. O yaslilar nasil oturuyor orada hayret!

Hadi yurumeyi geçtim, bir sekilde yurur herkes.
Oraya nasil araba park ediyorlar.? Lombard Street'te araba kullanmak zaten seviye 7, yani benim diyen araba kullanamaz orda. Ben zaten ornek bile degilim, ben zaten kullanamam da, iyi araba kullandigini iddia edenlere bile "hodri meydan" dedirtecek turden bir yokus. Oyle boyle degil.
Sevgilimin kullanirken nasil uçukladigini ben gordum.
Ama cok enteresan burdaki evlerde oturanlarin arabalari son derece nizam içinde, tak tak tak boyle yokusa nazir, paralel, sahane bir sekilde par edilmis sekilde duruyorlar. Ya da buraya arabayi park eden bir daha çikamiyor.
Ben çok taktim bu meseleye. Yoksa iyi araba kullanamiyorum diye yaram var, gocunuyor muyum?

Bir de Lombard Street'in uzantisi, meshur Crooked Street var, saç orgusu gibi birbirine geçmis donemeçlerden olusmus enteresan bir sokak, bir de oradan geçtik.
San Francisco sokaklari Lunapark gibi, arabaya biniyorsun, engelleri asmaya çalisiyorsun.

Crooked Street


GOLDEN GATE BRIDGE & RICHMOND BRIDGE

Arabamizin son saatlerini de San Francisco'nun unlu koprulerinden geçerek kullanalim diyoruz.
Golden Gate Bridge'i herkes bilir. Hani su kirmizi olan, eski bir kopru. Su son Maymunlar Gezegeni filminde hani maymunlar bir koprude trafigi alt ust edip herkesi denize gonderiyorlar ya, iste o kopru.


Diger unlu koprusu de Richmond Bridge. Hayatimda hiç boyle isleyen bir kopru gormedim.
Richmond Bridge'in en buyuk ozelligi 2 kat olmasi. Gidis bir kattan, gelis diger kattan isliyor.

Arabamizi teslim ediyoruz. Eli kulaginda kim bilir kaç para ceza odeyecegiz. Tum araba kiralam sirketlerinde kontrat imzalarken yaziyor. Dogal parklara kiralik arabayla girmek yasak diye...
Kontrol yapiliyor, yapiliyor... Hiçbir hasar çikmiyor, inanilmaz.
Monument Valley'e gittiniz mi diye bile sormadi teslim alan kisi. Yasasin !!!
(Arkadaslar laf aramizda : mumkun degil. Arabayi teslim alan adam isini iyi yapmiyor, bunu çok net soyleyebilirim.)

Aksam saatlerinde San Franisco Oakland'daki evimize metroyla donerken The Whole Food Market'e bir ugruyoruz. Biz burayi çok seviyoruz. Bundan Avrupa'ya da açsinlar.

California bolgesinin saraplari da pek unluymus.
Hemen bir tane meshur kirmizi "Napa Valley" kapiyorum. Hem de Chardonnay. Cok severim...

Notumu bir sonraki yazida verecegim...

Bir insanin aklindan ozgurluk fikrini asla alamazsiniz

Ozgur ruhlu sehir: San Francisco

Ev ortamini ozledik te, simdi de evden çikamiyoruz...


Dunya Turu (11) BALI

Dunya Turu (10) HONG KONG

Dunya Turu (9) JAPONYA : Kultur farki diye ben buna derim.

Dunya Turu (8) HAWAII

Dunya Turu (7) LOS ANGELES

Dunya Turu (6) SAN FRANCISCO

Dunya Turu (5) ROAD TRIP ( Grand Canyon, Zion Canyon, Bryce Canyon Monument Valley, Yosemite...)

Dunya Turu (4) LAS VEGAS

Dunya Turu (3) BAHAMAS

Dunya Turu (2) MIAMI

Dunya Turu (1) Balayi