17 Ağustos 2017 Perşembe

Yolun neresindeyim?

Son yillarda yerimi kaybettim sanki. Bulunduğum yerdeyim, sonra başka bir yerdeyim ve yaşadığım zamandayım sonra başka bir zamandayım. Yani hem ordayım, hem burdayım...

Sanki hayatım boyunca kalabalık havaalanlarında, otobus ve tren garlarinda elimde bavulumla ordan oraya koşturuyorum.
Birileri geliyor, birileri gidiyor... 
Sanki herkes kaçta nerede olacağını, nereye gideceğini çok iyi biliyor.
Bense sadece gitmek istiyorum, bu gitmeler gelmeler besliyor beni, zamanlar arası, ülkeler, kıtalar arası yolculuklarda bulacağım sanki hayatın anlamını, ki öyle bir anlam da yok aslında.

Elimde bavulumla oturuyorum yine.
Sürekli açılan, sonra yeniden toplanan bir bavul.

İnsan yalnızca giysilerini koymuyor bavulun içine bir yerden ayrılırken...
Bütün o zamanın içinde birikmiş duygularını, hüzünlerini, mutluluklarını, acılarını, anılarını ve her seferinde kendi kendine sorduğu ama cevabını pek te bulamadığı bir sürü soruyu da doldurup gidiyor.

Herhangi bir yolculuktan geldikten sonra hemen bavulumu boşaltamazdım eskiden.
Benimle yaşamış olanlar bilir, o bavul günlerce sürünürdü evde, en az bir hafta hatta bir ay...
Boşaltamazdım. Tembellik sanırdım eskiden. Ama değilmiş, bunu yıllar sonra anladım.
Geldiğim yerin anılarını hazmetmek, bavulun yerleşmesiyle bir anda uçup gitmesine izin vermemekmiş; bulduğum cevapları sindirmek, bulamadıklarımı belki bavulun içinde saklıdır diyerek aramaya devam etmekmiş.

5 haftalık Türkiye tatilimden 2 hafta önce döndüm.
Sırt çantamın içindeki son nesne de içinden nihayet çıkarak çantayı yerine yerleşmeye davet etti.
Ve ben bu tatilde bulduğum bütün cevapları yerlerine henüz yerleştirdim.
Yine de en büyük sorularım cevapsız kaldı. Tam buldum derken en beklemediğim yerden vurdu.
Belki de soru sormayı bırakmalıyım artık. Ama işte o iş öyle olmuyor...

Dört yanlışın bir doğruyu götürdüğü bir çağın çocuğuyum.
Şimdiyse bir yanlış dört doğruyu götürüyor. Hem de hiç acımadan...
Bu neden, diye sorma hiç, yanlışın merhameti yok. Kafasının tepesini attırırsan bütün doğrularını bile götürebilir. Hal böyle olunca doğru yapası gelmiyor insanın bazen, nasıl olsa bir yerde illaki yanlış ta yapacağım, bütün inşa ettiklerim bir anda tepetaklak olsun diye mi uğraşacağım...
Ama işte, o iş te öyle olmuyor. Doğru davranışı yakalayabildikçe mutlu oluyor insan. 

Bavullar yerleşti.
Tüh ya, nerden girdik bu konulara, ben Türkiye tatilimi anlatacaktım sözde.
Şimdi 5 haftalık Türkiye tatilimden cımbızla tek bir parçasını seçip anlatacağım.
Gördüğüm yerler kadar en sevdiğim diğer konu da beni etkileyen insanları anlatmaktır biliyorsunuz.

BİR KADINLA TANIŞTIM

İtiraf ediyorum: Ben Kuşadası'na onunla tanışmak için gittim. Tatil bahaneydi.

"Yazılarımda yazılanlardan ibaret olmadığım gibi, onlardan farklı da değilim." derdi hep bloğunda.

Ne demek istediğini tam olarak anlayamamıştım. Taa ki onunla tanışana kadar...

Doğruymuş.
Yazılarında okuduğumuz kadın o. Kendisini çok iyi ifade eden tescilli bir blogger.
Etkileyici birisi. Büyük başarılar tesadüf değil. Kitleleri peşinden sürüklemesi tesadüf değil.

Ancak... yazılarından ibaret de değil o.
Biz tüm hayatını gözlerimizin önüne seriyor saniyorduk, oysa bize anlatmadığı o kadar çok şey varmış ki...

Söke'ye yakın bir outlette bir cafede buluştuk.
2.5 saat sohbet ettik belki de nefes almadan, gözümüzü birbirimizden ayırmadan, başımızı sağa sola çevirmeden, telefonumuza asla bakmadan...
Onunla ilgili doğru anlamamış olabileceğim şeyler olduğunu düşünüyordum, haklıymışım.
Konuştukça katman katman derinleşen, boyut değiştiren, yaşamışlıklarına, öyle hiç de sıradan olmayan, hemen herkesin başına gelmeyen hayat deneyimlerine giydirdiği kelimelerle, metanetiyle insanı büyüleyen birisi o.

İtiraf ediyorum. Ona kızdığım zamanlar oldu. Sosyal medya üzerinden kendisine karşı fikir beyan edenlere, sataşanlara, belki hakaret edenlere ya da en basitinden onu eleştirenlere laf yetiştirdiği, zaman zaman onlar kadar hatta daha agresif cevaplar verdiği için, söylediklerine içerlediğim durumlar oldu.
Gerçi...
Boru değil, bugüne bugün sosyal medyada en çok okunan blog yazarlarından biri o.
Başarısı tartışılmaz.

Onunla tanıştıktan sonra birşeyin farkına vardım: Çok fazla cephede savaşıyor.
Bloğunda anlattıkları yaşadıklarının sadece küçük bir kısmı.
Bu nedenle şimdi farklı düşünüyorum.
İnsanlar bu kadar acımasız olmaya utanmıyorsa, o niye vereceği cevaptan utansın, ki, tekrarlıyorum, hiç de sıradan olmayan, hemen herkesin başına kolay kolay gelmeyen birbirinden farklı bir sürü olumsuz hayat deneyimlerine sahipken...
Ama o çok güçlü bir kadin ve en büyük şansı da böyle bir anneye ve ablaya sahip olması.

Onun zaten tek derdi var.

Yolun neresinde olduğunu bulmaya çalışıyor...

"Dibe vurduysam ya da hâlâ düşüyorsam" noktasının neresinde olduğunu arıyor.

Çok ilginç, bu kadar huzunlu ve  derin konulardan bahsederken konu bir anda çantalara geliyor.
Fosil çantalara olan merakını bilmeyen yok. Bana Fosil çantalarından bahsediyor.
Almak istediği yeni modelden...

Üniversitedeyken bir kitap okumuştum.
"Gülden Kale Düştü"
Kitabın sonunda çok etkileyici bir intihar yazısı var.
Gülden yaşadığı çeşitli talihsiz olayların sonunda intihar etmek üzere çatıya çıkıyor.
O anda kendi kendine konuşuyor.
"Şimdi bırakıversem bedenimi bu boşluğa herşey sona erecek, tüm acılarım dinecek ama, buradan aşağıya düşene kadar hayatım bir film şeridi gibi geçmez mi gözlerimin önünden, pişman olmaz mıyım atladığıma, daha yaşanacak güzel şeyler olabileceği gelmez mi aklıma?...
Şimdi buradan bırakıversem bedenimi tüm acılarım, herşey sona erecek ama, pazartesi gunu gidip kulağıma bir delik daha deldirsem daha güzel olmaz mıyım acaba?"

Bu 2.5 saat bana yetmedi, bir bu kadar daha konuşabilirdik şayet benim gitmem gerekmeseydi.
Onu kesinlikle tekrar göreceğim. Belki Türkiye'de, belki Japonya'da, kim bilir belki Singapur'da...

Serrose'yi tanıdığıma, onu anladığıma, onu kendime kattığıma çok memnun oldum.

Ama en çok neye memnun oldum biliyor musunuz?

Fosil çantalarıyla kulağına bir delik daha deldirmiş olduğuna...


@serrose
www.yolunneresindeyim.blogspot.com