28 Şubat 2015 Cumartesi

Eski dostlar

Bir masalın içinde unutmuş gibiyim evvel zaman içindeki uzak ülkeyi...
Ya da kaybettiğim birşeyi yeniden bulmuş gibi...
Herkes eski bir şarkıya dönüşmüş, fark ettirmeden.

Gri bir Paris var bugün; ama başka şeylerden bahsetmeli.
Güzel bir şarkıdan, ya da yeniden bulduğum eski dostlardan...

Eski kelimesi hiçbir şeye yakışmıyor, "eski dost"a yakıştığı kadar...

Küçücüktük. 11 yaşında geldik güzel okulumuzun sevimli barakalarına.
Sınıflarımızda soba vardı, çok yağmur yağarsa damımız da akardı. Mutluyduk biz. Huzurluyduk.
Mutluluğun halleri vardır ya hani; en saf hallerinden biri o barakalarda Fransızca öğrenmekti herhalde...

Çadırdan spor salonumuzda voleybol antrenmanlarında geçti çocukluğumuz.
Dizliklerimiz, voleybolcu sliplerimiz, maçlarımız, Atakan Hoca'nın özverili çabaları, nadiren bizi sevmeleri, çoğu kez bize sövmeleri, Ceki'nin antrenmanları, Halkapınar yolları, öğle tatili olsa da voleybol oynasak diye geçen ortaokul-lise yılları...
Sporcu kişiler bilir.
Bir insanın takım arkadaşlarıyla sorgulanmaz, kayıtsız şartsız, derin bir gönül bağı vardır. Takım arkadaşı normal bir arkadaşa benzemez. Bu yoğun sorumluluk ve paylaşım duygusuyla bir kişiye "takım arkadaşım" demek bile o kişinin yerini, önemini, değerini tanımlar; o kişiyi alıp çok tepelere koymaya yeter.

Değişmeyen şeyler ne güzeldir. Ne leziz bir huzur verir...
Dostlukta eskimek ne güzeldir...

Dün akşam buluştuk biz Paris'te. Söyleyecek ne çok şey vardı, yemekten kalktık bitiremedik...
Paris sokaklarında yürüdük, deli gibi güldük, döndük dolaştık, son metroya kadar ayrılamadık.

Şunu fark ettim; eski dostlarda beraber olduğunda sadece güzel şeyler geçer insanın aklından...

Bazen gülerek, bazen takmayarak, bazen dalga geçerek, bazen sorunu açıklarmış, bazen çözümü sunarmış gibi yaparak şahane bir geceye imza attık.

Düşünüyorum da..

Herşey olmasını istediğimiz gibi değil belki ama, herşey mükemmel değil mi?


19 Şubat 2015 Perşembe

Kışın Prag başkadır...

Güzel annemin yılbaşı hediyesiydi Prag tatili.
Ocak ayı, kar, kış, soğuk demedik, atladık gittik, ana-kız...

Yürüdük annemle Prag sokaklarında.
Bazen elele, tıpkı küçükkenki gibi...
Prag gibi bir müzik şehrinde bağıra çağıra şarkı söyleyen sokak sanatçılarının önünden geçtik, kimi zaman durduk dinledik, beğendik, beğenmedik...

Vlatava Nehri boyunca yürüyüşler yaparken hep neşeli ve hafiftik...

Her şehrin kokusu farklı. Bu şehrin kokusunu duydum yeniden, hem de yıllar önce geldiğim zamanki haliyle. Hem de bir haziran ayıydı. Kokuları tarif edebildiğim zaman biraz olsun güzel yazdığımı iddia edebileceğim...

Haziran 2008'de gelmiştim ilk kez Prag'a. Avrupa Kupası'nda, Çek Cumhuriyeti'ni son dakika golüyle yenip, yanlış hatırlamıyorsam çeyrek finale çıktığımız için Türk olduğumu pek söyleyemiyordum etrafta. Olsun...

Öğle yemeği yediğimiz cafede minik çocuklar vardı, en miniği ellerini öne doğru uzatarak şaşkın ve asla kendinden emin olmayan adımlarla koşuyordu. Bu kadar güzel ve mutlak bir şuursuzluk olamaz dedim kendi kendime...

Prag çok soğuk olur dediler, abarttık, içime yün külotlu çorapla sadece kayakta dağda giydiğim en kalın pantalonumla kazağımı giyip gittim ben. Annemin gözü korkmadı, olduğu gibi geldi.
En doğrusunu da o yapmış.
Prag'a bir geldik hiç soğuk değil, hatta vardığımız günün bir gün öncesi 15 dereceye kadar varmış sıcaklık, masmavi bir gökyüzü, akşamları biraz soğuk ama gündüzleri Paris'ten farksız...

Prag'ın olmazsa olmazı Unesco tarafından bile korumaya alınmış Stare Mesto, yani Old City tabi ki.
Prag'ın en büyük avantajı, 2. Dünya Savaşı sırasında çok fazla zarar görmemiş olması. Bir Varşova'nın haline düşmemiş mesela, iyi ki de düşmemiş.

Old city'deki Astrolojik Saat hiç şüphesiz önünde en fazla resim çekilen yeri Prag'ın.
Prag'a gittim demek istiyorsanız başka hiçbir yere benzemeyen bu saatin önünde resminiz olacak.
Bu saat sadece zamanı değil, dünyanın ve güneşin konumlarını da gösteriyor.



Bu arada rivayete göre 1410'da yapımı tamamlanan bu saatin clockmaker'ı Hanus'un gözleri kör edilmiş bir daha aynısından yapamasın diye. Bu da eski zamanların tüyler ürpertici gerçeği bu güzelliğin arkasında saklanan...

Prag'ın en ihtişamlı yerleri Cumhurbaşkanlığı Konutu ve Prag Kalesi. Özellikle Charles Köprüsü'nün üzerinden bakmaya doyamıyor insan.
Haaa bir de köprünün kale tarafı inanılmaz yokuşlu. Ayağınızda iyi spor ayakkabılar olduğundan, uzun bir yürüyüşe hazır olduğunuzdan emin ol. Zira kale köprüden görüldüğü kadar yakın değil.


Kalenin içi mutlaka gezilmeye değer. Avrupa'da hatırı sayılır katedrallerden biri olan St Vitüs Katedrali muhteşem. Ve ilerleyince küçük zanaatkarların yaşadığı mahelleler şahane.



































Eski şehre geri döndüğümüzde kendimizi hemen ara sokaklarda kaybolmaya davet ediyoruz. O kadar romantik, şık, sevimli sokaklar ki; aynı yerden defalarca geçseniz dahi zevk azalmıyor.
Ana meydan zaten her daim anımasyon dolu.
Sokak konserleri, dansçılar, gösteriler; bütün gün oradan ayrılmasanız dahi zaman nasıl geçiyor anlamazsınız...


Sonra bindik uçağımıza Paris'e geri döndük.
Annem bu hediyeyi çok sevdi. Eylül ayında, kendi doğumgününde tekrar burada olmayı planlıyor.

Bana da gelecek istikamet neresi olsun diye düşünmek düşüyor...

17 Şubat 2015 Salı

Herşeyin çoğu zarar

Çok mu açıldın; yaklaş.
Çok mu büyüdün; bekle.
Çok mu yanlışsın; hesapla.
Çok mu uzaklardan geldin; hatırla.
Çok mu uzak için dışına; anla.
Çok mu sevdin; sus.
Çok mu yazdın; sil.
Çok mu geldin kendine; gül.

16 Şubat 2015 Pazartesi

Sevgililer günü

"Sevgililer günü mü? Aman o da ne canım, her gün gibi sıradan bir gün işte. Biz şahsen özel birşey yapmıyoruz." diyerek kendisini farklı, güya "herkes gibi olmayan", hatta böyle yaptığı için kendisini pek bir entellektüel sayan gruptan, bu sene, "Neden kimse beni Haloween partisine davet etmiyor yaaa? Kendime super heroine kıyafeti almak istiyorum ben deee..." diye üzüldüğüm gün ayrıldım.

Her günün sıradan ve birbirinden bir farkı olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Aman Allahım ne büyük felaket !!! Bu bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri.

Halbuki yaşadığın her anı, her günü bir showa dönüştürebiliyorsan güzel hayat...

Şimdi bu, sevgililer gününde biz özel bir şey yapmıyoruz'cular diyecek ki, bize zaten her gün sevgililer günü, gerçek aşkın günü yoktur, biz birbirimizi her gün mutlu ediyoruz etc...

Farklılaşmaya çalışırken sıkıcılaşan insanların, bir günün, bir dönemin yarattığı ambiansın gücünden, salgılattığı endorfin hormonundan mahrum kalması bana göre...
Ambians. Önemli mesele bence. Bütün dünyanın aynı anda aklından geçen bir mesele bugün aşk, ilişkiler, sevgililer... Bütün dünyanın beraber paylaştığı bu ambiansa kayıtsız kalmak neden? Ambiansın birim zamandan, bulunduğun yerden daha fazla zevk alma, var olan potansiyeli değiştirme, dönüştürme gücü var.
Noel gibi.
Bu sefer her yerde kalpler; sevgiyi, aşkı tekrar tekrar hatırlatan, beynimize kazıyan objeler, dekorasyonlar...

Şehrin en şık restoranına gidip dandik bir yemeğe dünyanın parasını ödeyin demiyorum, ya da sevgilinizi gereksiz hediyelere boğun, ya da, ha soldu ha solacak bir kırmızı güle saçma bir para ödeyin demiyorum. Ama, mesela uzun zamandır istediği elmalı tartla bugün onu karşılamak, neden olmasın?

Biz bu sevgililer gününü geçirilebilecek en güzel şekilde geçirdik...
Daha güzelini düşünemiyorum...
Hayır, bütün günü yatakta sevişerek geçirmedik. 
Ben öyle günleri daha çok, dışarıda lapa lapa kar yağan günlerde seviyorum.
Kuzey ülkelerinde yaşamanın da avantajları var hani...

Ama bugün, çok özeldi. Çok güzeldi. Nasıl anlatsam?
Tanıdık zamanın, bildik dünyanın içinde bulunmayan birşey gibi...
Hayatın bazen çözülemez karmaşası içinde en güzel görüntüleri seçip alsam, bugünü koyar mıyım acaba listeye? 

Sevgililer günüymüş bugün. Gülüyorum. Gülmek herkese çok yakışır.
Mutluyum çok...

Mutluyken biraz susmak lazım...




1 Şubat 2015 Pazar

"Yılın en güzel tasarım arabaları" festivalinde benim ne işim vardı?

Bu hafta çok enteresan bir festivale davet edildim.
Bu davetin, "kadın kontenjanı" ndan geldiği kanısındayım. Yoksa benim ne işim vardı orada?

"Ben arabalardan anlamam. Hatta ilgi alanıma bile girmiyorlar." deyip yine de daveti reddetmedim.
Aslında, dürüst olmak gerekirse, o gün yapacak daha iyi bir işim yoktu da ondan. Yani bu davetin "opportunity cost"u yüksek değildi.

30. Uluslararası Otomobil Festivali - Otomobil Tasarımı ve Konsepti

Açılış akşamında Jean Todt, Alain Prost, Ian Callum, Shiro Nakamura gibi otomobil dünyasının hatırı sayılır kişileri vardı. Tabi ben bu kişileri bu güne kadar tanıyor muydum? Elbette ki hayır.

Ve şimdi ben size burda gördüğüm arabaların beygir gücünden, lastik kalitesinden de bahsedecek değilim.

Ama...

İnsanda uyandırdığı hayranlıktan, arabaların baştan çıkarma yetisinden, "arzu"yu nasıl tetiklediğinden,
bazı markaların kimliğini bir objet üzerinde nasıl net oturtabildiğinden ve insanların bu ortak kodlarla birbiriyle konuşabildiğinden,
bu tarz arabaların neden ve nasıl bu kadar sexy olabildiklerinden,
insanların böyle arabalara sahip olma isteklerinin bilinçaltlarındaki hangi olgularla açıklanabileceğinden, kişiliklerini nasıl bazı arabalarla özdeşleştirdiklerinden...
Dış güzelliğin herşeye yakın, çok şey demek olduğundan, birinci vazifesi bir yerden bir yere gitmek olan basit bir otomobilin, insanın hayal gücü ve yaratıcılığı devreye girdiğinde, tasarımın nasıl bu kadar paha biçilemez olabildiğinden... bahsedebilirim.

Evet evet, benim ilgilendiğim kısmı bu.

Zira kendimi bir araba karşısında tanımıyormuşum ben.
Hani ben sarışınları aslında sevmem deyip sırılsıklam bir sarışına aşık olmak gibi...
Nerden biliyorsun neyi sevip neyi sevmediğini? O kadar basit değil bunu bilmek.
Bunu bilmek zaten bu kadar basit değilken, marka yönetiminin, tasarımın insanın arzu ve beğenilerinde bu denli etkisi ve hakimiyeti varken...

Bazı arabalar vardı ki güzelliği karşısında büyülendiğim, gözlerimi ondan alamadığım, yanından uzaklaşırken bile kendimi bir tuhaf, bir ezik hissettiğim, verseler kullanamam ama kendime çok yakın hissettiğim, ondan uzaklaştıkça dönüp dönüp arkama baktığım, bağımı kopartamadığım, öylece basıp gidemediğim arabalar vardı...

Tüketim toplumunun oyunları bunlar !!!
Asla kanmam !!!
Bilinçli ve entellektüelim.
Gidip biraz Kant okuyayım...

2014 yılının en güzel arabası : JAGUAR XE (Ian Callum eşliğinde)

Peki 2014 yılının en güzel arabası olmaya aday arabalar hangileriydi?

Mazda MX-5
Smart Forfour
Mercedes Classe C Break
Citroen C4 Cactus
Fiat 500X
Opel Adam Rocks
Renault Espace
Jaguar XE

Sergilenen diğer konsept otomobillerden bazıları:

İlk önce, müsadenizle benim aşık olduğum araba...
Resmen o gece araba rüyama girdi. Bu nasıl bir güzelliktir böyle...
Bu kesin uçuyordur.

 ASTON MARTIN





BMW Connected Drive