18 Kasım 2014 Salı

Çiçek vaktinden evvel açmaz.

İçinde "yeni" kelimesi geçen her cümleyi çok seviyorum.

Okunmamış kitaplar, gidilmemiş yerler, tanışılmamış insanlar, dokunulmamış yaşamlar...
Kurulmamış hayaller...
Henüz bizi değiştirmemiş, henüz yaşanmamış deneyimler...

Yeni olan herşey eskiden gelir, demişti Anish Kapoor.
Yeniyi çağıran; eski deneyimler, eski öğrenilmişler, hücrelerimize çok önceden yerleşenler.
Ancak...
Tekrara düşeni, günden güne eskiyeni, bugüne kalamayanı, yarına tutunamayanı attım gitti.
Yarına tutunamayanı atmadıkça, yeniye yer açılmıyor.

İnsanın dilediği ne varsa böyle zamanlarda gerçekleşiyor.
Üstüne düşmediğin, köşene çekilip beklediğin...
Talepte bulunmak yerine hayatın getirdiklerini karşıladığın...
Kaçırdıklarını, senden götürdüklerini hesaba katmadığın, rüzgara arkana alıp aynı heyecanla yürümeye tam hız devam ettiğin zamanlarda...

Hayat hep dağılır.
Biz de hep onu toplamak isteriz. Parçalarını birleştirmek isteriz. Öyle derli toplu düzen içinde dursun isteriz.
Duramaz. Durağan değil. Doğasına aykırı doğanın...
O yine dağılır. Biz onu yine toplarız. Her toplamada büyürüz. Olan biten sadece budur.

Sağlam sandığımız hiçbirşey yok.
Hayatın hepimizden güçlü bir döngüsü içinde savrulup gidiyoruz. Gün gelir, bir de bakmışız, biz farkına bile varmadan o döngünün dışına fırlatılmışız.

Sıkı sıkı tuttuğum bazı ipleri bıraktım.
Yüklenmiş gidiyorum türlü türlü tadı, insanı, anıyı.
Arkana bakmadan yürürsen, bazı yükler ağırdır, zaten yürüyemez, sana yetişemez. Kalır.

Herşeyi akışına bırakmalı.
Pişen yemeği soğumaya, yağan yağmuru durulmaya...
Hiç kimseye, hiçbir şeye acelem yok. Acele ettikçe hep geç kalınır.
Zaman benim en iyi arkadaşım.

Su yolunu bulur.
Olmamış armut yenmez.
Çiçek vaktinden evvel açmaz.




7 Kasım 2014 Cuma

BRAHIM ZAIBAT : Rock it all

Onu ilk defa 2012 yılında, Madonna'nın Nice'teki konserinde favori dansçı olarak görmüştüm.
Dansından, sahne performansından, sexapelinden, adamı baştan çıkartacak güzellikteki vücudundan etkilenmemek mümkün değildi.
İnsanı kilitliyordu.
Sahnede hareket eden onlarca kişinin içinden gözümüz onu takip ediyordu.
Biz böyle ağzımız açık kalmış, gözlerimiz yerlerinden fırlamış, fantezilere dalmış bir şekilde izliyorduk. Oha diyorduk bu ne? Bu nasıl adam böyle?

Madonna'nın konserine de bayılmıştım ve içinde ona da yer veren bir yazı da yazmıştım.
Bu adamlardan her kadına birer tane lazım, akıllara zarar, adamı yoldan çıkartır bunlar diye...

Madonna olacakmış. Gülmeyin. Belki yarası var...

Sonra bir gün tesadüfen, artık kendi kanatlarıyla uçmaya başladığını, kendi gösterisini hazırladığını, Rock it all tour kapsamında Fransa turnesine çıktığını ve 3 ve 4 kasımda Paris'te olacağını öğrendim.

Derhal 4 kasıma biletimi aldım.



BRAHIM ZAIBAT 

Lyon'un banliyölerinden Madonna'nın sevgilisi olmaya uzanan bir hayat hikayesi...
Ama içinde hep dans vardı...
Ve çünkü zaten dans vardı...

Lyon sokaklarında yoldan geçenlere dans ederek bozuk para toplamak için günde 8 saat dans çalışırmış.

2001 yılında Avrupa ve Dünya Breakdance şampiyonu olduktan sonra yolu açılmış.

Madonna'nın "Material Girl" iç çamaşırı markasının promosyon çalışması için Macy's alışveriş merkezinde dans ederken tanışmışlar. 2012 yılında da, benim de izlemiş olduğum, Madonna'nın dünya turnesinde favori dansçılarından biri olarak dans etmiş. Bu arada da sevgilisi olmuş.

Gerçi kendisinden 23 yas buyuk ama o da Madonna yani, biyolojik yaşı 56 bile olsa, mental ve enerji olarak yaşsız bir kadın o...
Zaten geçen sene ayrilmislar basindan okudugum kadariyla...



ROCK İT ALL

Siz de benim gibi dansın her dalına biraz bulaşmışsanız, dansın her çeşidini izlemek güzel gelir.

Brahim Zaibat'ın esas alanı süper dinamik, havada dönüp ayaklarını yerden kesen akrobatik danslar, breakdance, hip hop...
Ama dansın bir türünü bir kere çok yüksek platformlarda sergileyince Brahim Zaibat bir çağdaş dans, bir cha cha, vals, rock yapamayacak mı?

Tamamen gençlerden oluşan bir kadro. Yaşları ortalama 25.
Hatta bazıları profesyonel bir iş yapıyormuş gibi değil de sokaktan toplanmış dansçı şeklinde.
Sanki sahnede öğreniyormuş gibi. Zaten gösteriye de bir avuç gencin seyircilerin önünde ısınmaya çıkıp kendi kendilerine dans edişiyle başlıyor.
Sanki az sonra o muhteşem gösteride devleşecek olanlar bu çocuklar değil...

Ve dansın her türü sahnede.
Çok akrobatik. Çok dinamik. Çok sensüel. Çok akıcı. Çok yaratıcı. Çok enerji yükseltici.
Gözlerinizi yerlerinden fırlatıcı...

Brahim kadar diğer dansçılar da müthiş...
Hele hele uzun saçlı esmer kızın solo modern dans gösterisine bayıldım.
Hareketlerinin su gibi akışkanlığına, esnekliğine, estetiğine, duyguyu aktarışına, sahneyi kullanışına hayran kaldım...
Daha sonra bu kızın, yine müthiş bir dansçı olan kızıl saçlı kızla düosuna. O kızıl saçlı kız, kısa boylu ve hafif kalın olmasına rağmen nasıl inanılmaz bir vücut kontrolüdür öyle... Dansı çok etkileyici.
Ve elbette ki son derece sensüel ve sportif Brahim Zaibat'la düosuna bayıldım. İzlerken hiç bitmesin istedim...

Gösteride en orjinal bulduğum bölümlerden biri de "ayna" bölümüydü.
Sahiden Brahim'e tıpatıp benzeyen bir dansçısı var. Onunla karşılıklı kusursuz bir harmoni içinde tıpatıp aynı yaptıkları hareketlerden oluşan bölüm, çok iyiydi.

Zaibat'ın dans perfomansı tartışılmaz. Yaşı daha 28, az zamanda çok işler yapmış, mükemmel bir dansçı.
Ayrıca photoshoptan çıkmış gibi bu vücudun gerçek olduğuna gözlerimizle gördüğümüz için inanıyoruz.

Yoksa bu ne kardeşim! Yunan heykeli misin?



















Brahim Zaibat'ı izlemek için bütün yerler kapış kapış gitmiş. 3 ve 4 Kasım full çekmiş.

16 Aralığa bir tarih daha almışlar. Casino de Paris.

Valla bu gösteri beni kesmedi. Sanırım ben tekrar gideceğim.

Gelen varsa, orada görüşürüz...

3 Kasım 2014 Pazartesi

Sağlıklı Yaşam (5) : Kalıcı değişiklikleri nasıl yaratıcaz?

Türkçe, Fransızca, İngilizce beğenerek takip ettiğim bloglar var.
Bunların başında Scott Adams'ın dilbert.com adlı bloğu geliyor.

Scott Adams bloğunda  hayatın her alanına uygulanacak willpower diye bir conceptten bahsediyor.
Nedir willpower? Türkçeye çeviremeyeceğim; bu nedenle willpower olarak kullanmaya devam ediyorum.
(Willpower: the ability to delay gratifications, resisting short-term tentations in order to get long-term goals.)

Scott Adams, her kişinin sınırlı willpower'a sahip olduğunu ve willpower rezervimizi doğru yere doğru miktarda aktarmamız gerektiğini, aynı anda birden fazla alana willpower aktarırsak bunlardan birinde büyük ihtimalle kötü seçimler yapacağımızı söylüyor.
Çünkü mücadele ettiğimiz her alanın bir "steep price" ı var. Başka bir yerden çıkma ihtimali var.
Dolayısıyla, hayatımızda, willpower aktarmamız gereken yerler üzerinde iyileştirme yapmalıyız.

Yani ihtiyacımız olan düzenli bir diet sisteminin willpower'a ihtiyaç duymaması gerekiyor.

İnsanların başaramamasındaki sorun şurda: Yiyecekleri, lezzetli yiyecekler - az kalorili tadsz yiyecekler, carbonhidrat - protein gibi sınıflara ayırıp, belirli bir süre kendilerini bir grubun yiyeceklerini tüketmek zorunda hissedip, diğer grubun yiyecekleri için hala ölüp bitmeleridir.

İnsan, kendisiyle, bu kadar uzun süre mücadele halinde yaşayamaz...

Diğer bir deyişle yaşam kalitemizi arttırmak için willpower kullanmak zorunda kaldığımız alanlar üzerinde değişiklik yaratabilirsek sınırlı willpowerımızı başka alanlara çevirebiliriz.

Kalıcı değişiklikleri ancak artık willpower kullanmadığımız anda gerçekleştirebiliriz.

İnsanlar yıllarca bana şöyle dedi:

"Her gün spora nasıl gidiyorsun? Bana çok zor geliyor, sen bu motivasyonu nasıl buluyorsun?"

Ne cevap vereceğimi genelde bilemezdim. Benim için bu durum o kadar natüreldi, o kadar hayatımın bir parçasıydı ki; "Bilmem ki; ben yürümeye başladığımdan beri spor yapıyorum, alışkanlık herhalde" tarzı birşeyler gevelerdim.

Ama şimdi biliyorum cevabı.
Her gün spor yapıyorum, bu bana hiç zor gelmiyor, hatta bunu hiç düşünmüyorum bile.
Çünkü spor yapmak için willpower rezervimden hiç kullanmıyorum.

Peki ya sağlıklı beslenme için kullanılan willpower?

Şimdi burada bir parantez açmak istiyorum.

Anthony Robbins'in kitaplarından öğrendiğim birşey var: Bütün eylemlerimizi sadece iki duygu yönetir. Acı ve Zevk.
Biz, herşeyi ya acıdan kaçmak için yaparız, ya zevke ulaşmak için...
Öyleyse kalıcı çözümler üretmek için ne yapmamız lazım?
Acıyı nereye, zevki nereye bağladığımızı kendimize öğretmemiz lazım.
Esas sorun insanların kısa dönemde acıdan kaçıp zevke ulaşma yolunda eğilim göstermesi ve dolayısıyla uzun vadedeki zevki yaşayamamasıdır.
Daha ince ve fit olmanın potansiyel zevki, sağlıklı beslenme adına bir takım yiyeceklerden mahrum olma acısının karşısında yenilgiye uğrar.
Yoksa insan, kendisine zararı olacağını bildiği halde neden pastaları börekleri yutar, çikolataları, dondurmaları yer?
İnsan acıdan kaçmak için daha çok şey yapar, zira zevke ulaşmak için yapılacaklar daha zahmetlidir.
İşte bu yüzden diyete inanmıyorum.
Diyet yapıp acımızı kısa dönemde kontrol altına almak başarılı olmayacaktır.
Çünkü hala acıyı o şişmanlatıcı güzel yemekleri yiyememeye bağlıyoruzdur.
Sağlam ve sağlıklı insanlar, hiçbirşeyin tadı, kendini zayıf hissetmek kadar güzel değildir derler.
Zevki sağlıklı yiyeceklere bağlarlar.  

Bu değişikliğin kalıcı olabilmesi için, acıyı o yiyecekleri yemeye bağlamalıyız ki bir daha onları hiç arzulamayalım. 
Zevki de bizi besleyen, bize enerji veren ve vücudumuza gereğinden fazla kalori olarak girmeyecek yiyecekleri tüketmeye ve akabinde fit bir vücuda sahip olacağımız düşüncesine bağlamalıyız.

Vücudumuzu ne isteyip ne istemeyeceğimize programlayabiliriz. Bu mümkün.

Acıyla zevkin yerini değiştirebiliriz. Kısa dönemli zevklerden kaçabiliriz.
Ve vücudumuzun değerini anlayıp ona saygı duymayı, ona zarar veren hak etmediği yiyeceklerle onu doldurmaktan vazgeçmeyi öğrenebiliriz. Bu vücut bizim...


Enerji seviyemiz, hislerimiz dahi ne yediğimizle yakından alakalı.

Bazı yiyecekleri tükettikten sonra kendimizi inanılmaz dinamik, enerjik, hafif ve mutlu hissediyoruz. Oysa ki, eminim hepinizin başına gelmiştir, bazı yiyecekleri tükettikten hemen sonra enerji seviyemiz düşüyor, kendimizi yorgun, ağır ve mutsuz hissediyoruz.

Mesela basit karbonhidratların bunu yaptığını hissetmişsinizdir.
Öğle yemeğinde iş yerinde şöyle yanık peynirli güzel bir fırında patates, veya peyaz pirinç, ekmek  yedikten sonra halbuki enerjinizi yani besininizi henüz almışken uykumuzun geldiği, kendimizi yorgun ve halsiz hissettiğimiz olmuştur.
Tabi, bunların dışında, yerken hiç hesaba katmadığımız ama yedikten sonra pişmanlık duygusuyla bir anda agresivleştiğimiz, mutsuzlaştığımız durumlara hiç girmiyorum bile...

Çikolatayı ceviz ve badem sayesinde bıraktım.

Çevremdeki arkadaşlarım bazen bana bakıp, günde nasıl iki paket çikolata yediğime inanamazdı.
Bazen 200'er gr'dan iki paket. Hem de siyah çikolata falan da değil, bayağa bildiğiniz pralineli, karamelli, ballı, bademli sütlü çikolatalar...

Haydi bir şekilde aldığım kaloriyle yaktığım enerji arasında bir denge var diyelim peki ya vücuduma depoladığım şeker?

Bugün artık şekerin zehir olduğunu, insanın ömründen çaldığını, yemesi çok keyifli ama vücudunuza akıllara zarar zararlar verdiğini bilmeyen yok. Haydi şimdi genciz yedik, sindirdik. Ya sonra? Ya sonra çıkarsa yıllarca vücudumuza depo ettiğimiz gereksiz şekerin acısı?

Bir gün böyle imana geldim birden. Tak diye bıraktım çikolatayı. Evde paket paket duran çikolatalara baktım ve dedim ki; evet çok tatlısınız, çok keyiflisiniz ama getirdiğiniz zevk, vücuduma verdiğiniz zararı karşılamıyor..

Dolayısıyla acıyı çikolatayı yemeğe bağladım. 
Ve zevki şekerden uzak durarak kendime ne kadar iyi bir şey yaptığım duygusuna...

Ancak...

Scott Adams'ın anlattığı gibi, çikolatayı hayatımdan çıkartmak için willpower rezervimden bir miktar aktarmak zorunda kaldım. Ve anladım ki; çikolatanın yerine birşey koymam lazım.

Koymazsam; ya bu kararlılığım kısa sürecek ve bir süre sonra çikolata yeme alışkanlığım tekrar geri gelecek... Ya da birden fazla cephede etkili savaşamayacağım için başka birşeye yenik düşeceğim.

Çikolatanın yerine bademi koydum. Cevizi, fındığı, kuru inciri, kuru kayısıyı koydum.
Sabahları kahvemin yanında koca bir avuç badem yiyorum. Bazen bir paketin tamamını yiyorum.
Badem de kalori açısından hiç masum değil.
Ama en azından faydaları saymakla bitmiyor. Cildime yarıyor, saç uzatıyor, antioxydant, E vitamini içeriyor...
Ama bir de öyle birşey yapıyor ki... : İştahımı dengeliyor.
Sırf badem yediğim için fazla acıkmıyorum, kendimi her zaman dinamik hissediyorum ve bir sonraki öğünlere çok aç oturmadığım için karnımı tıka basa doldurmuyorum.

Tabi işin bir de "sosyal yiyici" kısmı var. Eğer herhangi bir yerde tatlı yememiz gerekiyorsa reddetmek olmaz. Ancak porsiyonun büyüklüğünü seçmek bizim elimizde.
Cindy Crawford'un en yalın diyet reçetesi bu: Bir kare çikolataya evet demek, ikincisini reddetmek.

Sağlıklı yiyecekler neler hepimiz biliyoruz.
Sadece onlardan yemek istemeye kendimizi programlayabiliriz.

Sağlıklı yiyeceklerdeki genel kanı tadlarıyla ilgili. Yeterince zevk vermediği için insanlar uzun süre bu tadlara dayanamıyorlar. Ancak bu tadları siz değiştirebilirsiniz.
Mesela badem gibi gayet kalorili olan peynir de yemeklerimin vazgeçilmez bir parçası benim.

Size faydası olan yiyeceklerle aralarındaki tad arasında doğru bir korelasyon yakalamak sizi başarıya götürecekse, o halde tadını istediğinizi seviyeye getirmek için yağ, tuz ve peynir eklemekten çekinmeyin. Basit carbonhidratlardan ve şekerden uzak durun yeter.



Sonra bir gün bir de bakmışsınız canınız pizza, makarna, börek değil bir tabak brokoli çekmeye başlamış...


Sağlıklı Yaşam Serisi (4) : Personal trainerın gözünden kilo veremeyen insanlar

Sağlıklı Yaşam Serisi (3) : Leptin hormonunun salgılanmasına izin vermezseniz kilo veremezsiniz.

Sağlıklı Yaşam Serisi (2) : Montignac Metodu

Sağlıklı Yaşam Serisi (1) : Herşey denge meselesi.

2 Kasım 2014 Pazar

Sağlıklı Yaşam (4) : Personal trainer'ın gözünden kilo veremeyen insanlar...

Dün akşam @reddit sayfalarında gezinirken, Amerikalı bir personal trainer'ın bir yazısına rastladım.

Yazının linkini veriyorum, belki okumak istersiniz: Why people do not succed in loosing weight?

İnsanların, haftada birkaç gün spora giderek ve beslenmelerinde gerekli değişimleri yapmayarak rüya gibi bir vücuda sahip olmayı beklediklerini, ancak bunun imkansız olduğunu, sağlıklı ve fit bir vücuda sahip olmanın bütün bir yaşam biçimini değiştirmek, düzenlemek ve doğru alışkanlıkları edinmekle alakalı olduğunu söylüyor.
Ve spor yapan insanlar arasında dahi bunu sadece %1 başaran bulunduğunu söylüyor.

İnsanların beslenmelerinde gerekli değişiklikleri yapmadan personal trainerlardan çok büyük beklenti içine girdiklerini ama aslında bu insanların bir koça değil, terapistlere ve psikiyatristlere ihtiyacı olduğunu söylüyor. Hayatlarinda yolunda gitmeyen herseyin acisini yemekten çikarip personal trainerlardan mucize yaratmalarini beklediklerini soyluyor.

Zira, aç olmadığımız halde boşluktan yenilen yemeğin kesinlikle bir davranış bozukluğu olduğunu, daha iyi görünen bir bedene sahip olmak isteyip aynı zamanda gerekli beslenme değişikliklerini yapamayacak kadar zayıf olduklarını söylüyor. (Son yazıda bunu ben de söylemiştim)

Ve bu insanlar aslında sadece yiyecek bağımlısı. Daha da kötüsü bu insanlar herhangi bir eroin bağımlısından daha iyi bir yerde degil diyor. Ve "junk food"u, eroinle aynı kefeye koyuyor.

Ve bunu sadece "yemek yemeyi seviyorum" olarak açıklıyorlar, sigara içmeyi sevdiğini söyleyen biri gibi.

Ben önce size, ne yediğimi değil ne yemediğimi söyleyeyim:

İnsanlar bazen girdiğim ortamlarda bana ne yediğimi sorar.
Herkes doğru besinleri alma çabasında. Herkes o doğru besinlerin neler olduğunu da biliyor aslında.
Ben de bu durumda derim ki; ben önce size ne yediğimi değil, ne yemediğimi söyleyeyim.

Zira sağlıklı ve fit bir vücuda sahip olmak için daha fazla sağlıklı yiyecek, daha fazla sporda geçirilen zaman, daha fazla uyku, daha fazla yeşil çay eklemeniz gerekmiyor.

Tam tersi.
Yukarıdaki spor koçunun söylediği gibi, hayatınızdan fazlalıkları çıkarmanız gerekiyor.
Yani vücuda giren yiyeceklerin kontrolünde bitiyor bütün mesele.
Spordan da çok büyük medet ummamak gerekiyor. Vücudu güzelleştirdiği ve kaslı bir görünüm getirdiği tartışılmaz ancak sporda sanıldığı kadar büyük kaloriler yakmıyoruz.
Sağlıksız yiyeceklerin vücuda bastan girmemesini sağlamanız gerekiyor ilk önce.
Beyaz pirinç, beyaz makarna, ekmek ve her türlü kötü karbonhidrat yemiyorum ben mesela asla.
Akşamüstü 5 çayının yanında bisküvileri yiyip sonra neden kilo veremiyorum demiyorum.
Baklava, börek, hamur işi yemiyorum. Ve hatta direk sevmiyorum.
Tek zaafım çikolataydı. Biliyor musunuz? Onu da bıraktım. Şimdi kırk yılda bir...

Ben rejime inanmıyorum.
Rejimde olmak diye birşey yok, beslenme alışkanlığı diye birşey var.
Kilo verme hedefi, uzun vadede hayatımızda uygulamayacağımız değişiklikler gerektiriyorsa eğer, bilin ki o giden kilolar er ya da geç size dönecektir.

Bir değişiklik yaptınız. Bilin ki bu artık hep böyle olacak, sadece bir dönem değil. Sistem ancak o zaman doğru çalışır. Yoksa kendinize uzun vadede tutamayacağınız bir söz vermiş olursunuz.

Benim tercih ettiğim beslenme alışkanlığı son derece basit bir mantığa dayanıyor:

İstediğim şeyden, istediğim zaman, istediğim kadar yiyorum.

Ancak yemeği istediğim şeyler neler? Bütün mesele burada bitiyor.
Bir kere, yemek istediğiniz doğru yiyeceklerin listesini hayatınıza oturtturursanız, size zararı olacak yiyecekler aklınızdan bile geçmez, canınız bile istemez.

Benim sınırsız yemek listemde neler var, neler yok?

Bir sonraki yazıya...


Sağlıklı Yaşam Serisi (4) : Personal trainerın gözünden kilo veremeyen insanlar

Sağlıklı Yaşam Serisi (3) : Leptin hormonunun salgılanmasına izin vermezseniz kilo veremezsiniz.

Sağlıklı Yaşam Serisi (2) : Montignac Metodu

Sağlıklı Yaşam Serisi (1) : Herşey denge meselesi.