24 Ekim 2013 Perşembe

Başka Dilde Aşk

Haftasonu bir film seyrettim.
Yeni bir film değil. 2009 yapımı aslında, ama ben yeni seyrettim.
Yurt dışında yaşayınca bazen böyle oluyor. Memlekette her yeni çikan filme, kitaba, oyuna kendi zamaninda yetişemiyor insan. Kaçırıyor. Zamanı biraz geriden takip edebiliyor...

BAŞKA DILDE AŞK

Bir kere seyretmek kesmedi. Iki kere seyrettim.
Yetmedi, bazi sahneleri dönüp tekrar tekrar yine seyrettim.
Filmin en başındaki, bardaki bira sahnesinin tadı damağımda kaldı, her anını, oyuncuların her mimiğini ezberlercesine döndüm yine seyrettim.


Cogunuz izlediniz belki de, biliyorsunuz konuyu.
Grafik tasarim okumus ama işitme engelinden dolayi bir kütüphanede is bulabilmis, insanlarin ona acimasindan korkan ve bu nedenle kendi dunyasinda yasamayi seçen sagir Onur ile,
isten çikarilmaktan ve is bulamamaktan korkan, bu nedenle de son derece sevimsiz çalışma kosullarina katlanarak bir çagri merkezinde çalisan, populer kulturun tam bir parçasi olan sosyal çevreye sahip, ancak hayattan istedigi tam da bu olmayan Zeynep'in aşk hikayesi...
 
"Hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz acaba?"

Filmin slogani. Filmin sorunsali. Filmin meselesi, kalbi bu cümle...

Isitme engeli olan ve olmayan iki insan arasindaki bu güçlü bağ uğruna hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz sorusunun yanıtını arıyor film.

Diger yandan ötekileşmek ve ötekileştirmek filmin anlamaya ve anlatmaya çalistığı diğer sorunsallar.



























Hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz acaba?

Bazen düşünüyorum da hayatta bazı şeyler çok laf kaldırmıyor aslında.
Akıldan geçen dile düştüğünde anlamını yitiriyor. Sıradanlaşıyor. Bazı şeyler sadece ve sadece yaşamak için var. Sadece varlar, oradalar, hayatımızdalar, gerçekler ve oldukları gibi yaşanmayı bekliyorlar. Sorgulamadan... Konuşarak onu parçalara ayırmadan...

Sürekli bir konuşma ihtiyacı, "söz" tüketme ihtiyacı var.
Sanki birsey demesek, konuşmasak karşımızdaki kişi söyleyecek sözümüz yok sanacak. 

Halbuki, sessizliğe tahammül edemediğimiz için, ağzımızdan çıkan her cümle yalnızlığımızı büyütmeye yarıyor sadece...

Halbuki bu kadar çok sey soylemek zorunda degiliz. Bu kadar soze ihtiyacimiz da yok.
Gereksiz o kadar çok sey soyluyoruz ki, aslinda soylenecek o kadar çok sey yok. Bu kadar seyin soylenmeye ihtiyaci yok.

Saglikli bir iletisim devamli konusmaktan geçmiyor. Birbirini anlamak, sevmek ve paylasmak için illa ki çok konusmak gerekmiyor.

Ve ask...

Ask zaten fazla laf kaldirmaz, soze gelmez, dize gelmez. Askta zaten konusmadigimiz anlarda doguyor.
Bakis, ses, koku, dokunma istegi, yaninda olma istegi, onun aklinda olma istegi, beraber geçirilen zamanin tarifsiz kalitesi...




















Film salt bir sagir-duyar iliskisi degil.

Mesele birbirimizi ne kadar kabulleniyoruz, artilarimizi ve eksilerimizi ikisini beraber ne kadar benimsiyoruz, paketin tamamini ne kadar kabullenebiliyoruz meselesi.
Sevmek... O kadar kolay is degil. Yurek ister, yuzlesmek ister.
Mesele birini sevmeyi goze alacak kadar cesur davranabiliyor muyuz, kendimizi sevdigimizin kosullarina ne kadar uydurabiliyoruz, kendimizi onun yerine ne kadar koyabiliyoruz, onu ne kadar içsellestiriyoruz ve bunu gerçekten hissediyoruz meselesi...

Mesele aklindan geçeni okuma, tuttugu sayiyi ve rengi tahmin edebilme meselesi mesela...

Film duygu somurusu yapmaya çok musait ama asla boyle bir ucuzluga kaçmiyor.

Yonetmen Ilksen Basarir bu ilk filminden hiç suphesiz alninin akiyla çikmis. Bravo.
Gostermek istedigini kafasinda sahane kurgulamis ve bize onu aktarabilmeyi basarmis.

Filmin en basinda partiye birbirlerine paralel olarak hazirlandiklari, partinin basinda biralari karistirdiklari, Zeynep'in işaret diliyle dogumgününde ona o çok özel siiri okudugu, ve tabi ki Zeynep'in eve geldigi ve ayni anda evde ikisinin de beraber agladiklari bolum... Birisi digerini de duyarak, digeri duymayarak, onun da yikildigindan haberdar olmayarak...
Muthis... Tekrar tekrar gorulmeye deger.

Ve Zeynep'in aşkı uğruna işaret dilini öğrenmeye kalkışması, bunu bayaa içsellestirmesi ve hayatinin doğal ihtiyaçlarindan biri olmadigi halde, Onur'la daha iyi anlasabilmek için bu özveriyi göstermesi...



























Filmin birçok yerinde isitme engellilerin gundelik yasami gozler onune seriliyor.
Su isiticinin isigi, zil için dosenmis isiklandirma, çalar saatin yatagi sallamasi...
Ve filmin birkaç yerinde yapilan seyirciyi "sessiz birakma" sahneleri, her ne kadar onlari anlamaya ugrassak ta tam bir empatiden fersah fersah uzakta oldugumuzu acimasizca ifsa ediyor.
 
Aslinda film konu olarak herkesi aglatmaya, yaralari kanatmaya, duygu somurusu yapmaya çok musait ama asla boyle bir ucuzluga kaçmiyor.

"Isitme engelli" yerine "sagir" kelimesi kullaniliyor. Bence çok samimi bir seçim.

Dusunulmus bir ayrinti olduguna eminim, "sagir" kelimesi kullanilmakta tereddut edilmiyor. Onun yerine "isitme engelli" denmiyor mesela. Bunu çok sevdim. Cok daha yakin buldum kendime. Sagir demek, sanki o gevezedir, bu sinirlidir demek kadar olagan, bizden, hayatin kendisinden geldi.
Otekilestirmemek gibi geldi bana yani...
Sagir o. Herkesin eksik oldugu bir nokta yok mu hayatta? O da duymuyor iste. O kadar basit. Abartilacak birsey yok yani.

Abartilacak birsey yok; Onur'un duymayarak algilamaya çalistigi dunyada kimi zaman olan biteni duymadigi için yanlis anlamasi ve bu eksik bilgi ve algilamanin agresif tepkilere yol açmasi disinda...

Onur ve Zeynep'in iliskisi herhangi normal bir kadin-erkek iliskisinin aynisi.

Zeynep basta temkinli davraniyor. Bilmiyor tabi nasil iletisim kuracagini duymayan biriyle. Ama sonra normal bir iliskinin tamamen dogal akisinda yasaniyor hersey.
Birbirlerine normal seyler için kiziyorlar, kiskançlik yasiyorlar, hatta Zeynep Onur'a çok sinirli ve kendini kaybettigi bir cinnet aninda tokat bile atiyor. Ona acima duygusu asla duymuyor ya da ona eksik ve farkli biriymis gibi bir muamele yapmiyor. Sevgilisiymis gibi muamele yapiyor. Ve bir sevgiliye nasil sinirlenilirse o da Onur'a oyle sinirleniyor.
Bu otekilestirmemeye de bayildim.

Onun'un tahtasinda yazdigi gibi: Her insan kendi dilinde konusur ama hiçkimse anlamaz ne soyledigini kafasindaki isigin...

Sana buyuk bir sir soyleyecegim, korkuyorum senden.

Ve filmin o meshur Louis Aragon siiri...

Sana buyuk bir sir soyleyecegim, ama korkuyorum senden.

Sana buyuk bir sir soyleyecegim. Kapat kapilari.
Olmek daha kolaydir sevmekten.
Bundandir iste benim yasamaya katlanmam.
Sevgilim...

Zeynep'in agzindan; Sana buyuk bir sir soyleyecegim, korkuyorum senden.

Her ne kadar birkaç noktanin muallakta kaldığı, komşular gibi bir takim ayrıntıların yetersiz kaldığı, call center çalisma koşulları veya kütüphaneci maaşlarıyla yaşanılan hayatların tutarsızlığı gibi tartışmalı yerler olsa da genel olarak anlatmak istedigini anlatabilmiş bir film bence Başka Dilde Aşk.

Bu arada... Mert Firat'in olağanüstü oyunculuğunun altını da çizmek lazim.
Benim gibi onu tanımayan birisi, dilsiz ve sağırlar okulundan böyle bir yetenek çıkmış, bravo diye ayakta alkışlayabilir. Ben Firat'i yine de ayakta alkışlıyorum. Kesinlikle sağır olduğuna bizi inandiracak kadar kusursuz bir performans... Aldığı ödüller boşuna değil.

Abartidan ve karmaşadan uzak muazzam bir seneryo. Izleyin. Izlettirin. Tekrar izleyin... Muthis.

Son olarak...

Mor ve Ötesi 'nden bahsetmezsek Ayıp Olmaz mı?

Bu filme gidebilecek daha iyi bir muzik, daha cuk oturmus sarki sozleri dusunemiyorum.
Etkileyici... Çok başarılı.

Hayat, o kadar zor mu?
Atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara?
Bahane mi lazim? Mazaretimiz mi kalmamış?
Çok ayıp olmuş... Çok ayıp olmuş...

MOR ve OTESI: Cok ayip olmus

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder