24 Şubat 2014 Pazartesi

Yaşadığınız yer değişir, Karşıyakalı olmak değişmez

Doğup büyüdüğünüz şehirlerin, hatta semtlerin spor klüpleri milliyet bilinci gibi birşey; benliğinize yapışıyor.
Takım tutmadığınızı söyleseniz bile, hele hele bir de sporcuysanız ve sporcularla çevriliyseniz, bir takıma gönül bağlılığı hissetmemek mümkün değil.

Diğer takımlardan daha iyi olduğu için değil, sağlam bir alt yapıya sahip olduğu için değil, şampiyonluğu hedeflediği için hiç değil...
Doğup büyüdüğünüz, çocukluk ve gençlik dönemlerinde birisi olurken içinde, kendinizi defalarca dönüştürdüğünüz o toprakların ruhunu taşıdığı için...
Aileden birisi olduğu için...

Size büyük başarılar vaadetmese de, hatta küme düşmenin, ligden düşmenin eşiğine de gelse, kayıtsız şartsız sevip destekleyeceğiniz takımdır o.

Karşıyaka Spor Klübü.

Sadece maçlarda değil, öylesine bir yaz akşamında Karşıyaka'da dolaşırken, İzmirliler için şölene dönüşen hıdrellezlerde coşarken, herhangi bir yeri, bir meseleyi protesto ederken...

Ya da hiçbirşeyde birşey yokken, sadece öylesine yolda yürürken, herhangi bir nedenle içinizden gelmişken, gaza gelmişken, aşka gelmişken... bir de bakmışsınız her taraf inliyor.

Kaf kaf kaf sin sin sin kafsin kafsin kaf !!!

Sen Türkiye kupasını kazansan da kazanmasan da bu bağlılık değişmez. Karşıyakalı olma ayrıcalığıdır bu. Başka birşeye benzemez.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, neresine yerleşirseniz yerleşin kendinizi önce Karşıyakalı olarak bilirsiniz.
Yıllar geçer, Karşıyaka bile değişir, Karşıyakalı olmak değişmez.

KSK Paris'e mi geliyor?

KSK, Eurocup son 8 maçı için Paris'e geliyor. JSF Nanterre'in karşısına çıkacak, 19 Şubatta.
Bu maç kaçmaz.. Ama en iyi yerler çoktan kapılmış. Hani bu Fransız seyircisinin baketbolla alakası yoktu? Son Avrupa kupasının Fransa'nın oynamadığı diğer yarıfinal maçını izlemek için dere tepe sport bar aradığımı hatırlıyorum. Neyse...
Aklımıza bir fikir geliyor. E-bay'de iyi bir yerden maç bileti aramak. Ve buluyoruz.

1. Categoride, sahanın tam ortasındaki tribünün tam ortasında, masa hakemlerinin hemen gerisinde...
Sahada bundan daha iyi bir yer yok. O da 4 kişilik bilet almış ve diğer arkadaşları gelmeyince 2'sini e-bay üzerinden satışa çıkarmış bir kız sayesinde.

Maça, saatinden 1.5 saat önce gidiyoruz. Hem antrenmanlarını izlemek, hem atmosferi solumak, hem izdiham olmadan içeriye girebilmek, biraz da fotoğraf çekebilmek için...






























Bütün biletler satılmış, gerçi bu, şahane bir ambians olacak demektir ama, deplasmanda olan KSK.

Sadece 1 avuç Türk taraftar var, onlar da pota arkası en üst tribündeler. Diğer seyirciler benim gibi dağınık yerlerde, bireysel olarak tezarühat yapmak durumundalar.
Ben, bulunduğum yerden tek başıma maç boyunca, her sayıda avazım çıktığı kadar bağırıyorum.

Veee, maç başlıyor, takımlar tanıtılıyor, teknik direktörler sahaya geliyor, oyuncular t-shörtlerini değiştiriyor.




Dünya gözüyle Nadal'ı, Federer'i gördüm. Zidane'ı, Ronaldinho'yu, Nicolas Karabatiç'i, Nicolas Batum'u, Boris Diav'ı, Marc Gassol'ü gördüm. Amaaaa.... 

Dünya gözüyle bir Ufuk SARICA'yı görmek gibisi var mı ya? 

Efes Pilsen'in Peter Naumoski, Ufuk Sarıca ve Karasev'li bermuda şeytan üçgeninin maçlarını az takip etmedik zamanında.

Sarıca maç boyunca takımı bir orkestra şefi gibi yönetiyor, kah kızıp bağırıyor, direktifler veriyor, kah o kocaman adamlara sarılıyor.

Maça çok iyi başlayan KSK'nin konsantrasyonu malesef çok çabuk dağılıyor. Ve çok fazla küçük hata, gereksiz top kayıpları yapıyorlar. Özellikle rakip pota altında, ribaund mücadelesinde, iki oyuncu birden aynı topa koşup onu paylaşamayarak aynı şekilde çok top kaybı yaşıyorlar.

İlk çeyreği 10 sayı geride bitiren KSK, maç boyunca arada sırada farkı 10 sayının altına düşürse de, maçın hiçbir yerinde maça ortak olamıyor.

KSK'liler özellikle 40 ve 42 numaralı formayı giyen Will Daniels ve Johan Passave-Ducteil'i tutmakta zorlanırken, Nanterre'li oyuncuların oynatmadiklari Barış Hersek, Esteban Batista, İnanç Koç, Bobby Dixon maç boyunca fazla bir varlık gösteremiyor.

Neyse artık, önümüzdeki maça bakalım...




Maçı 20 sayı farkla kaybettik kaybetmesine ama çok keyifli saatler yaşadık.

Haaa bir de cheer leaders'ların gösterileri vardı çok zevkli.
Ama bir gösterilerinde, bir de baktım kızın birisi potanın üstüne tırmandı ve bacağını 180° yukarı kaldırdı.

Nicolas Batum'un 2010'daki Dünya Basketbol Şampiyonasının İzmir ayağında potayı nasıl yamulttuğu ve pota değişimi için 1 saat maçın bekletildiği aklıma geldi.
Tamam muhtemelen bu kız Batum'un yarı kilosundadır ama bence gösteride potaya temas olmamalı.


 
Son birşey daha var.

Düşündüm de...

Bu Fransızlar gidip şiir falan yazsınlar, ya da hangi şarap hangi yemekle daha iyi gider diye bulsunlar, ya da vakitleri olduğunda gidip bir ihtilal falan yapsınlar.

Ancak...

Bir maçta tezaruhat yapmasınlar. Bir spor takımı desteklemek kesinlikle Fransız'lara göre birşey değil.

Tezarühat yaparken çok komik göründüklerini onlara söyleyen olmamış mı hiç?
Fransızca blogumdan ben söyleyeyim bari.

Bir sonraki maçta görüşmek üzere...

Pınar Karşıyaka - Fenerbahçe Ülker / Seyircisiz playoff yarı final maçı





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder