12 Kasım 2013 Salı

Laf Lafi Açti...

Geçenlerde Paris'e gelen bir arkadasimla geziyoruz. Bana durup dururken soyle dedi: "Ne kadar sanslisin, ruya gibi bir sehirde, Paris'te yasiyorsun." Bir dusundum, oyle tabii, ama Paris'te yasarken bile, ruya gibi geliyor Paris'te yasama fikri... Bir seyin hâyâlini kurmak gerçeginden daha buyuk oluyor...

Oscar Wilde soyle demis: "Hayatta iki çesit tragedia vardir. Birisi çok arzu ettigimiz birseyi elde edememek. Digeri ise onu elde etmek." Eeee dogru soze ne denir?

Paris demisken Paris metrolari aklima geldi birden, binenler bilir, tam bir show, çalgicisi, çulgucusu uç kurus para pesinde. Geçenlerde çok enteresan bir showla karsilastim, daha dogrusu enteresan degil de bunun metrodan yapilabilecegini dusunemezdim. Michael Jackson Show. Bayaa bildigin MJ yuruyusu vagonlardan vagonlara... Sonra birden gozume vagonlarin ortasindaki direk takildi. Striptease diregi gibi gorunuyor gozume. Hatirlasiniz, Las Vegas'tayken bir keresinde Pole Dance workshop'ina katilmistim. Bugune bugun Striptease'e Giris dersinden basariyla geçmis bir kadinim. Ahanda sertifikam da var, isteyene gosteririm. Diyorum ki su metro direklerinde ben de bir gun bir antrenman yapsam nasil olur? Hani sahne oncesi...
Haaa bu arada sahne adimi merak eden olursa: Tabii ki Champagne...

Champagne demisken, Paris'e dair çok sevdigim olaylardan birisi ev partilerinde mutlaka içilen sampanyalar. Birseyde birsey yokken, ozel bir neden yokken, ve zaten hayatin her gunu ozel prensibinden yola çikarken her gecede sampanya... Butun yasamlar birbiriyle geçisken, her konu birbiriyle baglantili. Nefes aldigimiz ve beraber guzel vakit geçirdigimiz her firsat sampanya patlatmayi hak ediyor. Ve sampanya siradan anlari bir pat sesiyle siradanin disina çikariyor, hayatin dibine vurmaya, hayati patlatmaya çok yakisiyor...



Cocuklugumdan beri oraya buraya notlar almayi çok severim. Aklima sak diye gelen bir fikri, bir dusunceyi, okudugum bir yazidan bir alintiyi, onumde cereyan eden herhangi bir olaydaki sonradan unutulmaya çok musait kuçucuk bir ayrintiyi not almayi çok severim. Cocuklugumun ajandalari simdiki Moleskinler...

Bir gun sevgilimin gozune birsey çarpiyor ve bana diyor ki:
"Aldigin notlari yazdigin su moleskinlerinin sayfalari çikolata ve kahve lekeleriyle dolu.."
Ona diyorum ki: "Gozyasiyla dolu olmasindan iyidir degil mi?"

Bu arada aklima geldi; yazin ince olmak kolay, kis aylarinda metabolizma yavasliyor. Kisin metabolizmayi hizlandirmak için ben ne yapiyorum biliyor musunuz? Aci biber yiyorum. Valla... Kavanoz kavanoz her yemegin yaninda bir tarafimdan atesler çikarta çikarta aci biber yiyorum.
Eeee ince olmak, ince kalmak kolay degil. Hayat boyle...

Bir de bir yerde okudum korku filmi izlemek zayiflatiyormus. Stres hormonlarini aktive ettigi için metabolizmayi hizlandiriyormus. O halde ne yapiyoruzzz? Elimize bir kavanoz aci biber tursusuyla korku filminin karsisina geçiyoruz. 1 saat kosmak istemeyenlere guzel haber. Degil mi?

*** Kaçmak ta mumkun buradan ama ben en çok çikabilme ihtimalini seviyorum. Kapinin aralik olmasi fikrini yani...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder