25 Haziran 2014 Çarşamba

1 Mayıs şenlikmiş, bayrammış. Budapeşte'de gördük.

1 Mayıs deyince insanın aklına ne gelir?
Manifestasyonlar, yürüyüşler, sloganlar, bağrışlar, çağrışlar, yakarışlar, belki şarkılar, türküler...

Şenlikli, eğlenceli, bayram havasında, çiftetelli tadında, gülüp eğlenerek, gözlerimize ziyafet çekerek şehrin göbeğinde bilhassa şehrin düzenlediği bir festival-panayır-gösteri arasında bir 1 mayıs geçirmek nasıl olurdu?

İnsan tatilde günleri takip etmiyor. Her günü, sadece bir tatil günü olarak yaşıyor.
O gün hangi günmüş, o gün resmi tatil günü müymüş, günlerden pazartesi miymiş, cumartesi miymiş fark etmiyor...
Ancak, başka bir şehirdeyseniz ve dışarı çıkmak üzere otel odanızda hazırlanıyorsanız, bu esnada kafanızın üzerinden uçaklar geçiyorsa durup, bugün günlerden ne, bugün özel bir gün mü diye düşünüyorsunuz.






Bir ara bu Boeing köprünün altından geçecek diye korktum.


Bugün 1 Mayıs'mış.
Geçen sene Red Bull tarafından düzenlenen uçak gösterileri acaip ilgi çekince bu sene yeniden yapmışlar bu gösterileri.

Hiç vakit kaybetmeden atıyoruz kendimizi dışarıya.
Bir sürü insan Tuna Nehri etrafında toplanmış, köprülerin üzerine mesken kurmuşlar.

Bir tek Elisabeth Köprüsü'nün üstünde kimse yok. Çünkü gösteriler tam da orada oluyor.



Savaş uçakları gösterisi bu.

Bir Dog fighting gösterisi vardı ki gözünüzü kırpmadan izlerdiniz. Hani şu tek kişilik savaş uçaklarının birbirini havada takip ettiği, ateş ettiği mücadele. Ve bunun Tuna Nehri üzerindeki gösteri hali...
Bedeli yok, mükemmel.

Gözümüzü kırpmadan izlediğimiz gösteri de bir savaş uçağı pilotunun gökyüzünde irtifa kazanıp en tepeye kadar yükselip, sonra sanki yakıtı bitmiş te düşüyormuş gibi yaptığı ve tam düşmesine yakın aniden Elisabeth Köprüsü'nün altından geçtiği bir gösteri.
Köprünün altından her geçişinde herkesin yüreği ağzına varıyor.
Bu pilota bu köprünün altından geçme iznini kim veriyor? Bu riski kim alıyor?
Ya geçemese? Diyelim ki köprüye çarptı, hatta köprüyü yıktı, kendisi zaten havaya uçtu, ya da sendeledi ve Tuna Nehri'ne bodozlama girdi...
Böyle büyük riskli bir izni kim nasıl vermiş?
Bunun arkasında Red Bull olursa o gösteriyi tehlike ve adrenalin bırakmaz elbette...























































Bir de helikopterlerin gösterisi var. Onlar daha az etkileyiciydi. Ne de olsa hareket kabiliyeti bir savaş uçağı gibi değil.
Ancak onların da, diğer savaş uçaklarının gönderdiği misiller takip etsin diye bıraktıkları sahte duman entersandı.



























Şehirde tam bir bayram havası. Aslında havası fazla. Bugün zaten bayram değil mi?
Eh bayram deyince insanın aklına şenlikli bir ortam gelmez mi? İşte aynen öyle...

Muhteşem uçak gösterilerinin ardından Liberty Köprüsü'nden geçip şehrin Buda tarafında devam edecek şölen programına doğru yol alıyoruz.

Buralarda da birşeyler kurulmuş. Bir kalabalık bir kalabalık hatta Buda daha kalabalık. Ne var ki?

Budapeşte'ye kadar gelip canlı canlı bir Formula 1 yarışı izlemek te varmış...

Meğer şehrin Tuna'ya paralel sokaklarına bir Formula 1 pisti kurulmuş ve Formula 1 yarışları olacakmış bugün. Aynı anda hareket edecekmiş yarışçılar ve aynı anda biri Buda'dan biri Peşte'den aynı km'yi yapacak Elisabeth Köprüsü'nün üzerinden de yer değişecek ve aynı yolu diğer tarafta da yapacaklarmış.
Hatta benim tanımadığım ama ünlü bir Formula 1 yarışçısı varmış: David COULTHARD
Haydi bakalım...




























Ne yazık ki bir Formula 1 arabası tam önümden geçerken resim çekemedim. Tam o çitin önüne kadar da gittim aslında neden mesafe değil. Gürültü...

Vücudumun savunma mekanizmasının yeni bir işlevini keşfettim bugün.

Bir Formula 1 arabasının tam yanınızdan geçerken çıkarttığı o inanılmaz gücü tekavül edebiliyor musunuz? Zira insanı savunmaya iten bu denli şiddetli bir ses ben hayatımda ilk defa duydum.
Elimde fotoğraf makinem tam önümden geçerken resim çekeceğim. Ama araba tam önümden geçerken çıkarttığı sesle bedenimin savunma mekanizması öyle irkiliyor ki sanki biri saldırıyormuş moduna giriyor ve geri çekilmek, kapanmak istiyor.
Bir de vücudumun çok istemsiz yaptığı bir savunma mekanizması keşfettim. Yanınızdan kulaklarınızın duyma kapasitesini zedeleyebilecek kadar güçlü böyle bir ses çıkartan birşey geçerken siz de istemsiz olarak bağırıyorsunuz.
Yani sese sesle cevap veriyor vücut. Kendisini koruyor. İçindeki basıncı sesle çıkartıyor.
Çok enteresan...
Bence sahici bir işkence metodu olabilir.

Formula 1 ortamından bu nedenle biraz rahatsız olup kendimizi yine turist moduna çeviriyoruz ve Buda Kraliyet Sarayı'ni gezmeye karar veriyoruz.


Tabi bu arada Buda'nın çok yokuşlu olduğunu düşünürsek ve her yere yürüyerek gittiğimizi belirtirsek, en çok, manzaralara doymak adına o yokuşları tırmanmaya değiyor.


Buda Kalesi dışarıdan o kadar ihtişamlı ve görkemli görünüyor ki, içine de girmeye karar veriyoruz. Ancak ziyaret etmeye müsade ettikleri bölüm bir resim müzesi.

Malum, Türkler Budapeşte'de ve en çok ta Buda'da 150 yıl hüküm sürmüşler. Dolayısıyla buraları hep yıkılmış, yeniden yapılmış. Türkler'den bu kadar çok çektikleri için, daha önce de söylemiştim, Türkler'e karşı bir zafer kazanan heykelini dikmiş hemen, o kadar önemliymiş yani.

Dolayısıyla müzedeki en ihtişamlı tablolar hep Türk Paşaları'na karşı kazandıkları zaferleri anlatıyor.

Buda Kalesi'nin tam ortasında şehri Türkler'den kurtaranlardan biri olan Savoie'lı Eugene'nin heykeli var. Şaheser gibi tam ortada dimdik duruyor heykel.




Tam ortada Macar kavimlerinin sembolü haline gelen tuğrul kuşunun heykeli var çok güzel.





















































Bayaa yorucu geçen bir günün ardından, herhalde Budapeşte'nin bir günde en fazla turistin geçtiği VÖRÖSMARTY Meydanı'na doğru yol alıyoruz.

Biri size iyi pasta yapıyorsunuz mu dedi?

Sadece Macaristan'ın değil tüm Avrupa'nın en eski pastanelerinden biri sayılan meşhur GERBAUD'da bir kahve molası veriyoruz.

Şimdi, şu Gerbaud için söyleyecek iki çift lafım var.
Hani Paris'ten gelmeseydim, patisserie'lerin Allah'ını tanımamış olsaydım, zaman içinde yeme fırsatı bulduğum özel yiyeceklerle damak tadı çıtam bu kadar yüksek olmasaydı Gerbaud'da yediğim birşeyi belki biraz beğenebilirdim.

Ama benim bir sorum var: Birisi size iyi pasta yaptığınızı mı söyledi?
Hayır, valla gerçekten ciddi bir soru bu. Zira son derece dandik bir cafe latte ve hem de Macaristan'ın yerel tatlısı sayılan Strudel aldım. Biraz bile beğenmedim. Zaten bitirmedim, yarısını bıraktım.

Benim bir prensibim var: Vücudum çöplük değil. 

Eğer birşeyi zorla yiyorsam ve bu şey çöpe gideceğine benim vücuduma giriyorsa, bu, bedenime, çöp muamelesi yaparak haksızlık ve saygısızlık ettiğim anlamına gelir. Dolayısıyla ben beğenmediğim birşeyi yemem, bırakırım.

Budapeşte seyahati düzenleyen arkadaşlar, biliyorum bütün şehir rehperlerinde yazıyor, mutlaka Gerbaud'ya gidin ve tatlılarından yiyin diye.
Valla bana soracak olursanız, ki bu yazıyı okuyorsanız  kendimi bana sormuşsunuz varsayıyorum; bence hiç gerek yok. Bir kahve, bir pastaya dünya kadar para harcayacağınız da cabası.
Şehrin arka sokaklarında Gerbaud'dan kat be kat güzel patisserie'ler var, sadece adı sanı bilinmiyor. Gidin, oralarda kendinize pasta ve kahve ziyafeti çekin.

Bence Gerbaud'nun sadece önünden geçin, içeriye girin, tarihi ve mistik atmosferini soluyun.

Hiç kusura bakmasınlar, bu gastronomi işleri dekorasyonla olmuyor.


Yaşadığım en keyifli 1 Mayıs

Zamanlar arası köprüler kuran şehir: BUDA

Tuna'nın gözbebekleri : Buda ve Peşte

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder