28 Haziran 2014 Cumartesi

Yediğimi içtiğimi de anlattım, gezip gördüğümü de...

Otelimizden çıkıp yürüyerek Liberty Köprüsü'nden geçip Gellert Tepesi'ne çıkıyoruz.
Gellert Tepesi hiç şüphesiz Budapeşte'nin olmazsa olmazlarından, sembollerinden...
Şehre tepeden bakabileceğiniz sayılı yerlerden Gellert Meydanı.
Gellert bir din adamıymış. 1046 yıllarında çıkan isyanlarda, tam bu tepede işkence görmüş ve çarmıha gerilmiş. Daha sonra da Tuna Nehri'nden aşağı atılmış.
Burada bulunan bronz heykel de Gellert'in işkence gördüğü yerdir.

Bu noktadan Budapeşte muhteşem görünüyor.





























1851 yılında, Avusturya'ya karşı Macar halkın ayaklanması üzerine Gellert Tepesi'nin en zirvesine kurulmuş bir Citadella var.
Her sene 20 ağustosta burada kralları 1. Etienne için havaii fişek gösterileri düzenleniyor.
Bir de diğer ünlü hamamları Gellert tam da burada.




























Dohany Caddesi üzerinde Avrupa'nın en büyük sinagogu olduğu iddia edilen Büyük Sinagog var.
Açıkçası içinde fazla bir numara yok, ama dışarıdan görünümü muhteşem.
Bir de, nice büyük ve dünyaca ünlü katedraller, camiler giriş ücreti istemezken bir Sinagog'un para istemesine fazla şaşırmıyoruz tabi ki.


Hava güzel güneşliyse, hele bir de tatil günüyse, ve şehrin her türlü altyapısı dışarıda yaşamı bu kadar eneteresan kılıyorsa, Budapeşte'de o gün gider Margit Adası'na kapağı atarım ben olsam.

Şehrin tam ortasında bir tatil köyü: MARGIT ADASI

Öyle bir yer düşünün, evinizden çıkıp iki kollu Margit Köprüsü'nden yürüyerek adaya gidebiliyorsunuz.
Trafik yok, şehirden mini otobüs ve tramvaylar geliyor adanın girişinde inebiliyorsunuz..
İçeride trenle ya da bisiklet gibi hafif ulaşım araçlarıyla dolaşabiliyorsunuz.
Her taraf yemyeşil, al kitabını çöreklen bir yere. Ya da içine mayonu giy gel.
Buda'ya karşı tam 20 000 kişiyi ağırlayabilen plaj ve havuz keyfiyle kendini tam olarak tatilde hisset. Gevşe.
Havuzdan çıkınca da çantanda akşam için kıyafetlerin olsun. Zira ilerideki amfi tiyatroda gösteriler olacak.
Ya da spor ayakkabılarınla gel. Havuzdan önce veya sonra uzunluğu 2.5 km olan adayı şöyle bir koşarak turla. Hem spor yap, hem görsel zenginlik yaşa. Sonra git duşunu al, hazırlan oracıkta.


Var ya, Paris'teki Saint Louis veya De la Cite Adaları'nı boşaltma projesi başlatmak istiyorum.

Böyle bir MARGIT Adası her yere lazım.

İnsan ölmez burda.




Ne demişler; yediğin içtiğin senin olsun bize gördüklerini anlat.

Efendim, o eskidenmiş...
Sosyal medyanın özellikle İnstagram ayağı herkesin önüne gelen tabak resimleriyle yıkılmıyor mu?
Gerçi benim İnstagram'ım yok. Yani vardı da, bir müddet sonra gereksiz buldum, artık yok.
Herkes birşeyleri, fotoğrafını çekip sosyal medyaya koyabilmek için yaşıyor sanki.
Yani yaşamaktan ziyade onu diğerlerine göstermek uğraşı...
Güzel bir yerdeyiz, hadi hop resmini çek koy İnstagram'a. Belki burda sıkıntıdan patlıyoruz ama herkes ne kadar eğleniyor desin, dostlar alışverişte görsün misali, aslında birşey almıyoruz belki...

Ben oldum olası yazıyı sevdim ve yazılana daha çok rağbet ettim.
Her gün aksatmadan okuduğum bloglar var. İnstagram'ım yok.
Haa görsele de rağbet edilir. Ressamsındır ya da fotoğrafçı ya da ne bileyim görsel bir yaratcılığın vardır ortaya koyduğun. O ayrı.
Bu şekilde görsel yaratcılık işleri yapan ve sıkı takipçisi olduğum arkadaşlarım da var.

Neyse... Diğer yazıda demiştim Gerbaud'da yemeğe bence hiç gerek yok diye.
Şehrin arka sokaklarına dalın, her taraf patisserie ve her taraf tatlıcı şu bu.
İki tatlı iki kahveye 30 euros vermiştik GERBAUD'da.
Budapeşte'nin İzmir'den ucuz bir şehir olduğunu düşünecek olursak isme para verdiğimizi söyleyebilirim.

Halbuki, örneğin, OCTOBER 6 sokağına gidin. Her taraf sağlı sollu hiç turistik olmayan sahici Budapeştelilerin takıldıkları mekanlar.
Burda bir patisserie bulduk.
İlk siparişimizde yediklerimim o kadar beğendik ki hızımızı alamayıp birer tane daha söyledik.
4 tatlı ve 2 kahveye de yemin ediyorum 6 Euro karşılığı para verdik.
Ve dedik ki, bu pasta Gerbaud'da olsaydı, Gerbaud'nun fiatıyla 10 euro ödemeye hazırdık.
Ancak burada sadece 1.5 Euro ödeyip bir de yediğimize bayıldık.

Anladım ki, herkesin bahsettiği, adı çok ünlü yerlerde hayalkırıklığına uğranıyor.
Şehrin en güzel yerlerinden biri sayılan bir yeri daha tavsiye etmeyeceğim.

O da tabi ki NEW YORK CAFE.

Erzebet Caddesinin üzerinde bulunan bu çok ünlü bina, bir Amerikan sigorta şirketi tarafından bir palas olarak kurulmuş. Ve 20. yüzyılın başlarında gazetecilerin, yazarların, şairlerin yani intellectüel kesimin buluşma noktası olmuş.

New York Cafe'ye gidelim, birer kadeh birşeyler içelim, ambiansı ve dekorasyona bakalım demiştim. Birden kendimizi şampanya, starter, main course, desert ve şaraptan oluşan tam tekmil bir akşam yemeğinde bulduk.







 
Evet, mekan harika. Bizim Paris'teki Cafe de la Paix'ye benziyor. Nezih ve rafine bir yer.
(Peçeteler kumaş değil kağıt, su şişeleri de cam değil plastik. Bu kalitede bir yer için büyük eksi )
Servis elemanları hiç te class, sempatik, güleryüzlü yani insana kendisini iyi hissettiren insanlar değil.
Gerçi genel olarak Macar'ların çok ta sevimli, sevecen insanlar olduğunu söyleyemeyeceğim.

Ne diyorduk evet, ben bir kadeh şampanya içip gitme taraftarı olmakta haklıymışım.

Bir kere goulash'ta hiçbir numara yok. Sinagoğun arkasındaki Dohany Caddesi'nde LADO Restaurant'ta yediğim goulash'ın yanında solda sıfır kalır.



























Ana yemeklerimiz budur.
Tamam yemek sunumlarında görsel sunum çok önemli ama, ben doymak ta istiyorum.




























Yalnız Macar şaraplarının çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Nerede hangi şarabı aldıysam çok memnun kaldım. Şiddetle tavsiye ederim.

New York Cafe'de ortam son derece sıkıcı ve kasvetli. Hiçbir ambians yok.
Kimse burada olmaktan veya burada yemek yemekten mutluymuş gibi bir dalga yaymıyor.
Ben şahsen sadece burayı deneyimlemek için gelip bir kadeh birşey içip yemeği daha sıcak bir yerde yemeyi tercih ederdim.

Olsun. Çarşıya uymayan en kötü hesap bu olsun...
Hesap demişken... Yalnız, böyle bir yer için hesap çok az geldi, inanamadık.
Yani entree + ana yemek + tatlı ve bir şişe şaraba 100 Euro hesap ödedik.

Yani New York Cafe, övdükleri kadar abartılacak bir yer değilmişsin ama en kötü günümüz böyle olsun.


Yediğimi içtiğimi de anlattım, gezip gördüğümü de...

Yaşadığım en keyifli 1 Mayıs

Zamanlar arası köprüler kuran şehir: BUDA

Tuna'nın gözbebekleri : Buda ve Peşte

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder