17 Haziran 2014 Salı

TUNA'nın gözbebekleri: BUDA ve PEŞTE

Yıllardır bir Budapeşte sevdasıdır gidiyor içimde. Nedir sevda?
Ulaşılmadıkça büyüyen bir ateş, bir sızı değil midir ?
Ne zaman başka bir Avrupa şehrini gezsem, ciğerimin bir köşesinde hep bu sızı vardı : Ama Budapeşte'ye ne zaman sıra gelecek?
Gelmiyordu işte...
Sonra bir gün, bir anda, ansızın romantik bir şehre gidip bir kaçamak yapsak, güzelliklere boğulsak, gözlerimizi alamasak... dedik.
Budapeşte sevdası bunca zamandır içimizde kaynamış ta kaynamış, patlamaya hazırmış ve gitme zamanı çoktan gelmiş.

Doğu Avrupa'nın Parisiymiş Budapeşte.
Ve hatta Budapeşte'yi gördükten sonra Paris'i neden bu kadar abarttıklarını anlayamayacakmışız.
Paris Budapeşte olmalıymış. Ya da Budapeşte Paris'ten geri kalmamalıymış.
Nasıl bir yer ki bu Budapeşte?

Birbirine tutkuyla bağlı ve kesinlikle kopamayacak iki sevgiliyi ayırmak ister gibi geçmiş ortalarından o dillere destan güzelim Tuna Nehri.
Ne hacet! Ayrılmamışlar Buda ve Peşte...
Uzaktan uzaktan karşılıklı bakışmışlar, en güzel yapılarını birbirinin karşısına dikerek flörtleşmişler.
Biri gözlerinizi alamayacağınız Kraliyet Şatosu'nu dikmiş ön sıralarına, diğeri ona inat bir içim su Parlamento Binası'nı sergilemiş birbirlerine seranat yapmak istercesine...
Ve hiç ayrılmamışlar...
Her zaman değil. Her yerden değil.
Köprüler kurarak birleşmiş arada, kaçamak kaçamak, Buda ve Peşte...

Buda olgun, ağırbaşlı, oturaklı, görmüş geçirmiş. Peşte ise enerjik, yerinde duramayan, dinamik...









Peşte tarafında Belvaros Bölgesi'nde bir otel seçiyoruz.
Buda tarafı daha çok tarihi yerlerin bolca olduğu taraf. Turist olmadığımız, Budapeşteli gibi takılmak istediğimiz zamanlar için Peşte tarafı daha uygun görünüyor bize.

Elisabeth köprüsünün hemen altında, Vaci Utca'yı kesen caddenin üzerinde, locationu şahane olan otelimize yerleşiyoruz, Eurostar Budapeşte Center.
Dört yıldızlı bu otelin odaları henüz renove edilmiş ve yataklar yenilenmiş.
Kahvaltısı beklentilerimizin çok altında kalıyor ama neticede güne aç başlamıyoruz. Hepsinden önemlisi bu otelde kalmak ulaşım açısından bize inanılmaz vakit kazandırıyor.

VACI UTCA : Buradaki dükkan sahiplerinin alnında resmen "sahtekar" yazıyor.

İlk günümüze Peşte'yi keşifle başlıyoruz. Ve otelimizin dibindeki Vaci Utca'ya atıyoruz kendimizi.
Bu sokak Budapeşte'nin en ünlü ve en popüler turistik ve alışveriş yerlerinden birisi.
Ve kesinlikle en sahtekarı... Buradan satın alacağınız he şeyde ama her şeyde kazık yediğinizden emin olabilirsiniz.

Hatta ben size direk bu sokaktan birşey almamanızı hatta burada birşey yememenizi öneriyorum.
Budapeşte'ye dair okuduğum yazılarda Vaci Utca'da insanların türlü türlü şekillerde kazıklanış hikayeleri vardı, dilim uçukladı. Oturduğunuz bir yerde yemek yedikten sonra hesap yemediğiniz en pahalı yiyecekleri almışsınız gibi gösterebilir ve bunu hiçbir şekilde ispat edemeyip beklediğinizin beş katı ödeyip çıkabilirmişsiniz.

Valla benim Vaci Utca'dan gözüm o kadar koktu ki; dükkanların yanından geçerken eşyalara bakmaya bile çekindim. "Bir kere baktınız, artık çok geç. Almak zorundasınız." falan diyerek peşimden koşarlar diye korktum.

Biraz cıvık cıvık ta olsa, yine de öyle cıvıl cıvıl bir sokak ki; bütün yollar Vaci Utca'ya çıkıyor Peşte'de. Boydan boya geçmesi çok keyifli. Yollarını aşındırın dükkanlarından uzak durun derim.

Onun yerine Özgürlük Köprüsü'nün ayaklarının hemen altında Vasarcsarnok, yani Kapalı Büyük Pazar'da dilediğiniz gibi alışveriş yapabilir, hatta kendinizi yerli halktan hissedebilir Peşte'li gibi bir gün geçirebilirsiniz.
Fiatlar hiç turist işi değil, gayet te yerel halka hizmet eden harika bir yer burası.
İçeriye girmeden önce gözlerinize bir ziyafet verin ve 19. yüzyılda neogotik tarzda inşa edilmiş bu mükemmel yapının tadını çıkarın.
Bir tren garına benzemiyor mu? Musée d'Orsay gibi...

Akşama yemek yiyebileceğimiz bir yer ararken harika bir meydana denk geliyoruz.
FÖVAM Meydanı'ymış burası. Sırp Kilisesi'nin hemen yakınında.
Zaten her taraf meydan Budapeşte'de. Minik minik, ya da kocaman kocaman sayısız meydan var.

Budapeşte görür görmez "ben burada yaşarım" dediğim birkaç şehirden birisi.
Şehrin en sevdiğim özelliği hayatın dışarıda çok rahat akması.
Nasıl ki Paris'te her taraf café, Budapeşte'de her taraf park, bahçe, meydan, oyun alanı.
Sanki hayat sokakta geçiyor; öyle güzel bir yaşam alanı var dışarıda, bayıldım.

Şehir o kadar şahane döşenmiş ki, iç dekorasyon yapar gibi dış dekorasyon yapılmış.
Sanki her taraf ince ince işlenmiş. Lahım kapaklarına bile nakış yapılmış, o derece zevkle bezenmiş bir şehir.



























Otelimizden çıkıp şehri yürüyerek keşfe devam ediyoruz.
Peşte Buda'ya nazaran şehrin daha modern daha gelişmiş bölümü, iş ve sosyal hayatın merkezi burası.
Biz de Peşte'nin yerlisi ve delisi olduk.

Meşhur Gresham Palas'ının önünden geçip Budapeşte'nin en önemli yapılarından St İstvan Basilikası'na doğru ilerliyoruz.

Bu arada hiç aklınıza geldi mi?
Kilise nedir? Katedral nedir? Bazilik nedir?
Yoksa siz de benim gibi bunların mimari veya yapının boyutuyla, ya da içinin veya dışının işlemelerinin zenginliğiyle mi ilgisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Değilmiş.
Aradaki fark son derece siyasi imiş. Kilise hiyerarşisiyle yani orayı yönetenin mevkisinin büyüklüğüyle alakası varmış.
Son derece ihtişamlı duran bu St Etien ya da St Istvan Basilicası aslında çok ta yeni. 1851 yılında yapımına başlanmış. 1906'da tamamlamış.

 En tepeye çıkmanızı kat-i surette öneririm. Yukarıdan Budapeşte'ye bakmak muhteşem.


Tarihi şehirlerin tren garlarını gezip görmeye bayılıyorum.
Eskiden ulaşım böyle gelişmemişken ne yollar tepilmiş, ne vedalar edilmiş, ne kavuşmalar yaşanmış diye hayal ediyorum tren garlarında.

Ayrı bir mistik hava soluyorum tren garlarında ben, tam hayatından kalbinden...
Havaalanlarında olmayan bir aura...

Bir kere eskiden kol saati takmak sadece elit kesime nasip olurken, sıradan halkın saate bakabilecekleri yegane meydanların başında geliyor tren garları saatleri...







Yolumuza Budapeşte'nin en meşhur ve en glamour caddesi ANDRASSY Caddesi'nde devam ediyoruz.
Burası en lüks mağazaların bulunduğu geniş Champs-Elysées tarzı bir cadde.
Son derece nezih, sakin, sağlı sollu ulu ulu ağaçların olduğu bu cadde insana ferahlık duygusu veriyor.
Meşhur Opera binasıyla beraber şahane villalar, oteller ve her şehrin malum en nezih ve kalburüstü semtlerine mesken kuran büyükelçilikler yine Andrassy Caddesi'nde...

Sekiz caddeyi birbirine bağlayan OKTOGON kavşağındaki hareketliliğe bayılıyoruz.
OPERA Binası'nı gezerken sadece 1 gün arayla Mozart'ın Figaro'nun Düğünü operasını kaçırmış olduğumuzu görüp çok üzüluyoruz.

Malum, buralar müziğin ve sanatın tavan yaptığı bir coğrafya.
Sokakta öylesine bir yerde yürürken bile hissediyor insan. Sanki şehrin her köşesine bir parça sanat sinmiş, aldığınız nefesin içinde bile nota var, renkler var, sanat var sanki burda...

Andrassy Caddesi üzerinde bir de öyle bir yer var ki; ya asla girmeyin, ya da kesinlikle girmelisiniz diyor gezenler : TERÖR EVİ.
1944 Macar Nazisinin merkez binası olarak kullanılmış. Ve daha sonra da devrimcilerin yakalanıp işkence edildiği bir hapishane.
20. yüzyıldaki faşist ve komünist rejimlerin kurbanların yaşadıklarını tam da yerinde gösterebilmek için burası bir müzeye çevrilmiş ancak bugün dahi hala Macar halkının içeri girmeye çekindiği bir yer Terör Evi.

Andrassy çok uzun bir cadde. Kodaly Körönd yani 4 aslanlı kavşağa geldiğinizde biliniz ki artık caddenin cıvıl cıvıl ve hareketliliğinden çıkmış, artık daha sakin ve yerleşkelerin olduğu bol ağaçlıklı, şehir dışındaymışsınız hissi veren bölüme geçmişsiniz demektir.
Bu arada, Kodaly Körönd'teki dikilmiş bu heykellerin her biri Türkler'e karşı kazanılan zaferleri sembolize ediyor.
Buradan dümdüz devam ettiğinizde Budapeşte'nin olmazsa olmazı HÖSÖK TERE yani Kahramanlar Meydanı'na çıkacaksınız.
Meydana tam çıkmadan evvel kenarda Türkiye Büyükelçiliği'ni görebilirsiniz. Biraz küçük duruyor ama yeri şahane.



























Evet ne diyorduk Kahramanlar Meydanı.

Budapeşte, malum Kanuni Sultan Süleyman tarafınfan 1526'da fethedilmiş. Bizim Budin diye bildiğimiz Buda'da valimiz bile varmış. 160 yıl hükümdarlık sürmüşler bu topraklarda Osmanlılar. Eh durum bu olunca Kahramanlar Meydanı'nda kim varsa Türkler'e karşı herhangi bir savaşı kazanmış olmalı. Zira şehirde Türkler'e karşı ufak bir zafer kazanan heykelini dikmiş.





















































Kahramanlar Meydanı'ndan sonra istikamet arkasındaki VAROSLIGET Bölgesi.
Burada şahane bir park var, kocaman. Herkes çimenlerin üzerinde kitap okuyor, güneşleniyor.

Şehrin sokakta, dışarıda bu kadar çok ve keyifli yaşam alanı sunması bizi inanılmaz cezbediyor. Bunun için belediyelerini ayrıca kutlarım, insanların eve kapanmayıp, dışarıda gökyüzüne baka baka yaşamalarını sağlamaya bu kadar önem verdikleri için.
Yerleşiveresimiz geliyor Budapeşte'ye... Yerleşiriz belki, belli mi olur?

Kahramanlar Meydanı'nın etrafında enteresan bir bekarlığa veda partisi aktivitesi:
Araba şeklinde giden açık bir bira bar. Bangır bangır da müzik cabası. Gençler bir hayli eğleniyordu.



Varosliget Koruluğu'nda çok bahsedilmeyen muazzam bir ortaçağ şatosu var.
Yani dışarıdan görüntüsü muazzam ancak içinde birşey yok diyorlar biz de girmiyoruz. Ancak dışarıdan şöyle bir zamanınızı verip gözlerinizi doyurmanızı tavsiye ederim.




Londra gibi, Tokyo gibi şehirlerde kimse evinden şemsiyesiz çıkmaz ya, bize de dediler ki; Budapeşte'de de yanınızda her daim mayonuz olsun.
Malum, Budapeşte'nin şifalı thermal sularına kendinizi teslim etmeye bir anda karar verebilirsiniz...

Yine bu bölgede Budapeşte'nin en güzel thermal hamamlarından biri bulunuyor.
Ve hatta herkesin ortak paydada buluştuğu tesisler de Gellert veya Széchenyi.
Öyle sanıyorum ki; Széchenyi havuzların en büyüğü ve içinde en fazla seçeneği olanı.

Hazır buradayken ve ekipmanlarımız da tamken kendimizi derhal bu thermal tesise atıyoruz.
Biz soyunma odalı kasa optionunu alıyoruz. Küçük bir kabin kiralıyoruz yani, tam gün. Hem orada giyiniyoruz, hem de eşyalarımızı orada bırakıyoruz.



SZECHENYI ŞİFALI SU ve HAMAMLARI

Sadece Budapeşte'nin değil, Avrupa'nın da en büyük thermal hamamlarından biri aynı zamanda.
Barok tarzında yapılmış tarihi bir hastaneye benziyor. Hastane gibi de zaten. İnsanları şifalı sularla iyi ediyorlar. İyiyseniz bile, daha iyi oluyorsunuz.
Hamam deyince insanın aklına buharlı sular kapalı alanlar geliyor.
Ancak, sadece o değil.
İrili ufaklı sayamayacağım ve hatta göremeyeceğim kadar çok odacıktan oluşuyor tesis.
İçeride yani kapalı kısımda bir sürü büyük ve küçük havuz, yüzmek için değil içinde öyle durmak için.
Etrafında buhar odaları, klasik hamamlar ve saunalar var.
Her biri bir özelliğiyle birbirinden farklı tüm bu suların ve hamamların. Hiç olmadı, suyun ısısı farklı ve her havuzun başında bu yazıyor. 
Bazı sularda su jimnastiği yaplıyor, hatta bacaklarına ağırlıklar bağlayarak.

Dışarıda üç adet kocaman açık hava havuzu bulunuyor.
Bunların birisi tamamen yüzmek isteyenlere ayrılmış. Şifalı suların içinde hakiki spor yapmak isteyenlere birebir...

Dışarıdaki diğer havuzlarda yüzülmüyor. Yüzülmüyor ancak çeşitli atraksiyonlar söz konusu. Havuzun çeşitli yerlerinden alttan sular fışkırıyor, üzerine gidip duruyorsun her yerine şifalı sular masaj yapıyor. Harikulade bir deneyim.

Diğer havuzun çeşitli köşelerinde suyun içinde satranç takımları bulunuyor. Yani göğsüne kadar suyun içindesin ve satranç oynuyorsun. "Hayat güzel" dedirten karelerden biri işte...

Bir havuzun ortasında bir yerde yuvarlak bir alan var; herkes gidip orda bekliyor. Günün çeşitli zamanlarında oradan tek yöne doğru akan bir su akıntısına kapılıyor herkes ve aynı döne doğru suyun içinde hızlı hızlı yürümek ve hatta koşmak zorunda kalıyor.

Şunu söylemeliyim ki; günün sonunda epey bir yorulmuş, pestiliniz çıkmış şifalı sularda hem şifa bulmuş hem de epey bir hırpalanmış ve acıkmış olarak çıkıyorsunuz havuzdan.


Budapeşte'nin ulaşım ağı gayet gelişmiş. Her yerden her yere metro var, otobüs var ama en orijinali tramvaylar. Biz çok mecbur kalmadıkça ve vaktimiz da çok kısıtlı değilse şehirleri yürüyerek gezmeyi seviyoruz. Mümkün olduğu kadar birşeye binmiyoruz.

Bu şekilde Varosliget'ten Dohany Caddesi'ne kadar yürüyoruz.

Kendimizi rastgele denk geldiğimiz ancak inanılmaz memnun kaldığımız bir Macar restoranına atıyoruz.
Dohany Caddesi üzerinde LADO Restaurant.
Her akşam canlı jazz müzik varmış. Yemekleri muhteşem. Kesinlikle tavsiye ediyorum.


Derhal bir goulash söylüyorum.


Goulash sığır etinden ve özellikle patates, soğan ve havuç olmak üzere çeşitli sebzelerin karışımından yapılan yörenin en tanınan en bilinen yemeği. Türkler'in bu kadar hakimiyet sürdüğü bir bölgede yöresel yemeklerin çok farklı olması beklenemezdi tabi.

Yine de goulash daha çok soğuk iklim yemeği olduğundan Macaristan'da daha çok rağbet görmüş olmalı. Bu goulash normalde adamı tek başına doyuruyor. Ve fiatı 3 euro falan olduğundan sadece bunu yiyip kalkmaya utanıyor insan zira bu burada başlangıç olarak geçiyor.

Neyse ki bugün Széchenyi Termal Tesislerinde bir hayli yorulduk. Ve iyi bir yemeği hak ettik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder