6 Temmuz 2014 Pazar

Biz zaten geçiyorduk, uğradık : BRATİSLAVA

Budapeşte'den çıktık Viyana'ya gideceğiz. Bratislava tren yolumuzun üzerinde. Cumartesi akşamı varıyoruz.
Bratislava dediğin gayet te Avrupa Birliği'ne üye bir ülkenin, Slovakya'nın başkenti.
Ama, bir Avrupa başkenti demeye 1000 şahit ister. Haa ortalıkta 1000 kişi de bulamazsın burada, o ayrı.
Valla bomboş burası. Terk edilmiş şehirler gibi... Kimsecikler yok. Hiçbirşey yok.
Aslında Tuna Nehri buraya kadar uzanıyor ama burdaki Tuna başka Tuna sanki.
Nerde o Budapeşte'deki görkem...

Neyse, Tuna Nehri'ne nazır yer ayırttığımız Sheraton Hoteli'ne yerleşiyoruz.



Sheraton'un zaten ne kadar mükemel bir otel olduğunu söylemeye gerek yok.
Ancak 5 yıldızlı otel kalitesini, her türlü dekor ve konforuyla diğerlerinden ayıran hiç şüphesiz beşeri yani insanların sunduğu hizmet kalitesinin çıtasının o biçim yüksek olması.
Resepsiyon görevlilerine herhangi ama herhangi bir soru sor, otelle veya şehirle hiç alakası olmasa dahi, cevabı bulup, sen soruyu unutsan bile onlar sorduğunu unutmuyor ve odanı arayıp cevabı illaki bildiriyor.

Resepsiyon görevlisine "hayatın anlamı nedir?" gibi bir soru sormak istiyorum.
Gece saat 3'te de olsa bir cevapla bizi uyandıracağına eminim.

Şehirdeki sosyal, kültürel aktivitelerle ilgili bilgi istiyoruz.
Resepsiyon görevlisinin söylediği ilk şey.
"Yarın Bratislava maratonu var, katılmak ister misiniz? Koşarsınız bir 10-15 km."

Resepsiyon görevlisinin maraton önerisini, hepinizin bildiği gibi spor delisi bir insan olsam da reddediyorum. Zira ayağımdaki spor ayakkabıları uzun süre koşmaya uygun ayakkabılar değil.
Ancak...
Sonradan, bunun salt bir Bratislava maratonu olmadığını, dünyada ikincisi düzenlenen çok özel bir koşu yarışı olduğunu öğrenip (World Run - Wings for Life), katılmadığım için çok çok pişman oluyorum...
İçimde kaldığı için bunu bilhare tekrar anlatacağım.


Budapeşte'de Figaro'nun Düğünü Operasını talihsiz bir şekilde kaçırmıştık.
Figaro'nun Düğünü her pazar sahneleniyor. Biz Budapeşte'ye pazar akşamı varıp, cumartesi öğlen ayrılmıştık. Diğer sahnelenen konserler de ilgimizi çekmemişti.
Bu topraklara gelip operaya gitmemek te olmaz.

Biz de taaa Budapeşte'den Bratislava Devlet Operası'nda cumartesi akşamı sahnelenecek, ve herhalde dünyada en fazla seyirci karşısına çıkmış, BIZET'in CARMEN'i için, 1. kategoriden yerimizi ayırtıyoruz.

Opera saat 19'da, öncesinde şehri keşfetmek üzere atıyoruz kendimizi Bratislava sokaklarına.

Şöyle resimde göstereyim. Bir cumartesi akşamüzeri, Bratislava'nın tam da merkezinde. Opera Binası'nın önündeki durum, ortalıkta kimse yok dediğim budur:



























Koskoca Slovakya. Yani o kadar koskoca olacak bir tarafı olmasa da, bir kere Çek'lerden ayrılıp kendi kanatlarıyla uçmasını bilmişler. Efendime söyliyim daha sonra da Avrupa Birliği'ne kendilerini kabul ettirmişler.
Gel gör ki Bratislava bir Avrupa şehri olamamış. Şehrin ara sokaklarına dalıp keşfe devam ediyoruz.


Şehirlerin opera binaları her zaman prestijlidir. Ve şehirde görülecek başka birşey yoksa bile opera binası güzeldir. Frankfurt'ta yaşayan bir arkadaşımı ziyarete gittiğimde, "Burda görülmeye değer pek birşey yok, Opera Binası dışında." dediğini hatırlıyorum.
Yani opera binaları her zaman görülmeye değerdir.





















































Operaların dışı kadar içi de güzeldir. Şahane dekore edilmiştir. Tarihidir. Eskilik, yaşanmışlık kokar.

Mona Lisa misali Carmen...

Ne mutlu bize ki, bu akşam Bratislava Devlet Operası'nda en iyi yerden, balkondan (orkestra şefinin muhteşem hareketlerini görebilmek için, Napoli'de gördüğüm operadan sonra söylemiştim bunu), sadece iki kişilik bize özel bir locadan BİZET'in CARMEN eserini izleyeceğiz.

Carmen, aslında Mona Lisa tadında bir eser.
Yani, nasıl ki Mona Lisa'nın takvim sayfasından tutun, buzdolabı manyetine, anahtarlığına kadar her türlü imitasyonu yapıldı ve kadının suratı beynimize kazıldı, işte Carmen'in melodileri de biraz o hesap.

Carmen'in ateşli hikayesini de şarkılarını da bilmeyen yok.
Kâh filmini izledik, kâh küçükken pazar öğleye doğru TRT'nin yayınladığı opera programlarında göz ve kulak misafiri olduk.
En olmadı, bir tatil köyünde animasyon ekibinin gösterisiydi Carmen...

Bunlara ilaveten ben bir de Paris'te, BEL CANTO isimli, son derece orjinal, servis elemanlarının opera sanatçısı olduğu ve her akşam başka bir eseri seslendirdikleri bu özel restaurantta, yemeğimi yerken ve Carmen'nin elinden sunulan şampanyamı yudumlarken izlemiştim CARMEN'i.

Buyrun bu da yazısı, okumamış olanlar için.

Bir yer düşünün siz operaya gitmiyorsunuz, opera size geliyor: BEL CANTO

Minicik bir opera salonu var Bratislava'nın. O kadar küçük ki; orkestrayla beraber opera sanatçıları da sahnede görününce, sahnedeki kişi sayısı neredeyse seyirci sayısına eşit bir hal alıyor.

Bir yerde okumuştum, eğer seyirci sayısı sahnedeki sanatçı sayısından az ise o gösteri iptal edilirmiş.







Carmen'i oynayan kızdan gözlerimizi alamıyoruz. Muhteşem. Çok çok başarılı bir casting olmuş.

Salon ufak, Carmen ufak tefek ancak bir ses var kızda.... herkesten herşeyden büyük.
Kızın sesi resmen salonu giydiriyor. Kızın sesi tüm salona bir dokunup geri dönüyor sanki.
Bunların mikrofonsuz performanslar olduğuna inanmak sahiden çok zor. Böyle sesler nasıl çıkar bir insan bedeninden?



























Bratislava, Budapaşte'den Viyana'ya giderken trenle tam yolumuzun üzerinde olduğundan uğrayalım dedik. Bratislava'ya daha önce gitmiş arkadaşlarımızın çoğu, buraya bir öğleden sonra yeter de artar demişti. Biz, bir daha yolumuz düşmez, en azından bir komple gün geçirelim dedik ve pazar gününü Bratislava'ya ayırdık.

Şansımıza günlük güneşlik bir gün...
Hani Bratislava kötü olsa, gezecek, görecek hiçbir yeri olmasa, masmavi bir gökyüzünün olduğu ve güneşin parıl parıl parladığı herhangi bir yerde o gün her şekilde mükemmel geçmez mi? Geçer bence.

Wings for life WORLD RUN

Hayatta bazı kararları çok ani almak gerekiyor. Ve bazen durumun möhemmiyeti hemen idrak edilemiyor.
Bazen, sadece o andaki uygun ve uygunsuz koşullar göz önüne alınıyor, daha büyük tabloda bu koşulların, gerçekleşmesine izin vermediğimiz başka bir olayın karşısında aslında çok küçük kaldığı o anda görülemiyor.
Bir hayatın içinde yaşanmış olmasının, o karenin artık var olmasının ne kadar değerli olduğu, olacağı, o kararı almamız gereken anda belli olmuyor bazen.
Olsa, belki koşullarda oynama yapardık, koşulları zorlardık, belki de koşullar da neymiş der kendimize o şeyi illa ki yaşatırdık.
Hemen anlayabilsek değerini, önemini, yaşanmış olmasının bize katacaklarını...

Hemencecik o anda idrak edebilmek, bütünüyle kavramak olayı ve doğru davranışı sergilemek kolay mı öyle? Kolay olsa hiç hata yapmazdık, hiç pişman olmazdık.

Bratislava'ya geldiğimiz gün Sheraton'daki resepsiyon görevlisi sordu bize "Yarın maraton var koşmak ister misiniz? Hemen kaydolabilirsiniz. Hem de şanslısınız departure tam otelin arkasındaki meydanda öğlen 12'de."

Bratislava maratonunu niye koşayım, daha Paris maratonunu koşmamışım dedim kendi kendime.

Bütün dünya aynı gün, aynı saatte hep birlikte aynı anda koşacak...

Varış çizgisi olmayan, bunu koşucunun kendisinin belirleyeceği tek koşu...

Adam meseleyi güzel anlatamamış. Bir kere bu salt bir maraton değil. Hatta maraton bile değil.

Farklı bir concept bu. Çok özel. Hiçbir yere ait bir koşu, hatta tam anlamıyla bir yarış bile değil...
Yarış ta... yarış kimseyle değil, kendi kapasitenle, ve kim bilir dünyanın hangi başka ülkesinde bu koşuya katılan başka birinin kondüsyonuyla...

İçinde Türkiye'nin de olduğu (Antalya), dünyanın 34 ülkesinde düzenlenen bu koşu, dünyanın her ülkesinde aynı saatte başlayacak.
Koşunun orjinal saati sabah 10.
O ülkede saat kaça denk geliyorsa herkes o saatte koşacak.
Örneğin, Peru'da, Kaliforniya'da veya Güney Afrika'da yerel saatle gece yarısı 3'te koşuya başlıyor insanlar. Olayın özelliği, güzelliği, farklılığı burda. Herkes aynı anda koşacak.

Ve arkadan Wings for Life World Run arabaları, ilk koşucu hareket ettiği an belirlenmiş minimal bir hızda yola çıkacak. Ve çok hafif bir düzeyde hızını arttırarak koşucuları takip edecek.

Koşucuların da hızını ona göre arttırması gerekecek. Çünkü saatte 10 km hızla yaklaşık 4 saatte koşulan 42km'lik bir maraton bu koşu konseptinde mümkün değil. Zira dördüncü saatte arabalar çok hızlanmış olacak. Ve bir araba hızında hiçbir insanoğlu koşamayacağına göre bir yerde yarış bitecek. Ama nerede? Kişiye göre değişecek...



World Run arabaları sizi koşarken yakaladığı anda koşu sizin için bitmiş demektir...

"The only course where the finishing line crosses you."

Yani bitiş çizgisini World Run arabaları size getiriyor. 
Kaç km koşacağınızı belirleyecek olan tamamen sizsiniz...

Ve tüm dünyanın koştuğu bu çok özel organizasyonun başlangıç noktası, bir mayıs ayında, Bratislava'da kaldığımız Sheraton otelinin tam altında belirlenmiş. Slovakya yerel saatiyle tam 12'de. Daha kolay olamazdı yani.

Evet içimde kaldı...
Evet yanlış bir karar verdim. Evet kesinlikle bu yarışa katılmalıydım...
Evet bu deneyim hafızama kayıtlı olmalıydı.
Evet arabayı arkamda hissettiğim anda daha hızlı koşmaya çalışarak kendimi aşmalıydım...
Kendimi hırpalamalı, yıpratmalı, kendime meydan okumalıydım...
Yapmadım. Üzgünüm...

Ben de gittim o gün kendime şöyle bir t-shört aldım.



Bratislava'da bu özel koşuyu yapamadık, şehri son bir turlamaya çıkıyoruz.
Bugün güneşli olduğundan mı ne, çok daha güzel görünüyor her taraf.









Bratislava'ya dair söyleyeceklerim bu kadar.

Biz zaten, geçiyorduk, uğradık...

Biz zaten geçiyorduk, uğradık : BRATISLAVA

Budapeşte'den gitmeden evvel Szimpla Kert'e muhakkak uğrayın.

Yediğimi içtiğimi de anlattım, gezip gördüğümü de...

Yaşadığım en keyifli 1 Mayıs

Zamanlar arası köprüler kuran şehir: BUDA

Tuna'nın gözbebekleri : Buda ve Peşte

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder