15 Temmuz 2014 Salı

Viyana'da şeytanla sarmaş dolaş : FAUST

Opera saatinden önce operanın oralardayız. Etrafını tavaf ediyoruz, bir güzel bir güzel...
Bizim Paris Opera Garnier de bu kadar güzel ama STAATSOPER de harika.
Tabi en tepesinde yine büyük kralları Franz Joseph'in adı yazıyor.

Bu arada hani demiştim ya, opera akşam hoparlörlerle şehre veriliyor diye, işte akşam için yerini kapmaya gelmeye başlamış bile insanlar.
İçeride veya dışarıda herkes opera dinleyebilsin diye hükümetin ya da belediyenin aldığı bu insiyatifi ayakta alkışlıyorum.

























































Operanın içine girdiğimizde kafamızı aşağı indiremiyoruz o kadar muhteşem görünüyor her yer.
Her yerde bir yaşanmışlık, bir yıpranmışlık var. Bunun kokusu geliyor burnuma...
Burada her ne oluyorsa, 1 asır önce başka insanlarla da oluyordu kokusu. Muhteşem.



Opera hiç şühesiz sınıf farklılıklarını çok net görebileceğimiz nadir yerlerden biri.
İçeride gördüğüm her dört insandan 3'ü kraliyet mensubuymuş gibi bir görünüm içinde, o kadar kusursuz ve muazzam seçilmiş dış görünümlerine dair her detay...
Kadınların çoğu zaten kuaförden yeni çıkıp gelmiş, o denli özenilmiş.
Haydi dış görünümü geçtim. İyi bir dış görünüm, şık ve pahalı kıyafetlere bezenmek bugün cebinde harcayacağı son meteliği olan insanların dahi yaptığı bir şey.
Ama o asalet... O duruş. O yalnızca hiçbirşey yapmadan asil ve soylu duruşları insanların?
İşte ona paranın gücü yetmez...
Paranın alabileceği birşey değil...
Damarlarında akması lazım, ruhundan böyle bir asalet varsa çuval giysen farkedilmesi lazım.
Buradaki insanlarda bu vardı.
Etraftaki insanların her biri şirket sahibi veya birer CEO olup burada tanıdığı veya beraber iş yaptığı bir sürü insanla karşılaşıyordu sanki. Bazı grupların arasındaki bu bütünlük hemen fark ediliyordu.

Salona girip yerimizi alıyoruz. Opera başlamadan salonun fotoğraflarını çekiyoruz.
Çok çok büyük bir salon değil. Ancak akustik ses kalitesi dünyanın en iyi opera salonlarından biriymiş. Az sonra dinleyeceğiz, tanık olacağız. Sabırsızlanıyorum.




Bu arada, opera pahalı bir faaliyet evet ama, her yerde okumuştum da inanamamıştım, 5 Euro'ya dahi bilet bulmak mümkün, o günkü opera saatinden 2 saat önce gelip kuyruğa girmek koşuluyla.
Bu biletler internette satılmıyor. Başka hiçbir yerde satılmıyor. Orada olmak gerekiyor.

Veeee, perde açılıyor, Faust başlıyor...




























Günümüzün önemli bir problematiğine dikkati çekerek başlıyor oyun.

Kimse yaşlanmak istemiyor. Ve herkes korkuyor yaşlanmaktan...
Ve kime sorsan kendine göre hiç kimse yaşını göstermiyor.
Halbuki meselenin özü yaş değil. Yaş almak, yaşlanmak değil.
Belki, yaştan bağımsız olarak her zaman güzel olmak mesele olabilir... Ama o bile değil.
Bence ondan da öte, meselenin özü mutlu olmak. Mutlu olmak ve bu enerjiyi yaymak.
Zira, mutlu olan hiç kimse yaşlanmaz.
Ve mutlu olan herkes illa ki güzeldir.

Gençliğini geri almak için ruhunu şeytana satar mısın? : FAUST

Yaşamının son demlerini yaşayan, yaşlanmaktan yakınan, hayatı ıskaladığını düşünen ve genç olduğu günlere dönmek isteyen Doktor Faust'un, şeytanla yani Mephisto'yla olan anlaşmasını konu alıyor eser.
Ruhunu ona vermesi karşılığında Faust'a gençliğini geri vermeyi ve arzu ettiği herşeye kavuşması için ona yardım etmeyi vaat ediyor şeytan Mephistopheles...

İnsan önce aşkı özlüyor. Baştan çıkarma ve çıkartılma durumlarını yaşamak istiyor.
Ve Marguerite ile tanıştırıyor Faust'u Mephisto. Aşık oluyorlar. Ancak Marguerite'nin abisi karşı çıkıyor. Faust Valentine ile girdiği düalloda onu öldürüyor.
Marguerite Faust'tan hamile kalıyor. Ve tam bu esnada Faust onu terk ediyor. Ama aklı yine de Marguerite'te kalıyor.
Marguerite toplum baskısına dayanamayarak doğurduğu bebeğini öldürmek zorunda kalıyor.
Ve sonunda intihar ediyor. Faust bunu duyunca yıkılıyor.
Şeytanla yapılan anlaşmadan elde kalan, koskoca bir mutsuzluk...

Operanın konusundan ziyade elbette ki; sanatçıların performansları için gidiyoruz operaya.

Ve biletçi adam haklıymış.
Meğer Mephisto'yu oynayan Erwin SCHROTT sahiden dünya çapında bir sanatçı, bir sesmiş.
Aman aman o nasıl bir ses öyle, o nasıl gümbür gümbür, gürül gürül bir ses performansı öyle...
Mephisto sahnede yokken onun oynayacağı yerler gelsin diye dört gözle bekliyorum.
Salonu bir dolduruyor ki Schrott'un sesi, resmen inletiyor. Öyle güçlü bir ses.
Yer yerinden oynuyor. Öyle böyle bir performans değil. Olağanüstü...
Sadece ses de değil. Adam gerçek bir karizma. 
Şeytan tüyü var ne de olsa... 
Çok etkileyici, büyüleyici, çivileyici... Ağzım açık kalıyor. Hayranlıkla izliyor ve dinliyorum.

Opera sanatçıları hem tiyatrocu, hem ses sanatçısı. Kelimenin tam anlamıyla mücehverler aslında...
Düşünsenize bütün akşam 3 saat boyunca hem tiyatro oyunu sergiliyorlar, hem de konser veriyorlar.

Bu arada, yerimiz balkondan değil diye almakta tereddüt ettim ya bu bileti; aynı hatayı bir seyahatte ikinci kez yapmadığım için kendimi de kutluyorum.
Ayrıca iyi ki de balkondan değilmiş. Bir de salondan izleme deneyimi elde etmiş olduk.
Ve ne keşfettik biliyor musunuz?
Belki görsel olarak birşeyler kaçırıyoruz, orkestra şefini izleyememek gibi...
Ancak işitsel açıdan sanıyorum daha kazançlıyız.
Zira sanatçıların sesi salonun en sonuna kadar gidiyor, balkonları yalayarak geçiyor ve sahneye kadar gidip tekrar geri dönerek salonun ortasında dağılıyor, ve yavaşça kayboluyor.
Oysa ki balkonda sadece sizin oraya uğrayan sesi duyuyorsunuz, ve ses sizden geçtikten sonra inişe geçiyor.
İnanılmaz bir ziyafet.
Ruhunuz bayram ediyor, size teşekkür ediyor, şükrediyor.

Oyun bittiğinde sanatçılar selamlamaya çıkıyorlar.
Alkışlar yağmur gibi şarıl şarıl yağıyor. Dinmiyor... Susmuyor...
Ve Mephisto, Faust ve Marguerite son alkışlar bitinceye kadar defalarca gidip gidip selam vermeye tekrar geliyorlar. Muazzam bir saygı, bir beğeni ve teşekkür örneği.
Yorulmuyorlar. Bir avuç insan alkışlamaya devam ediyorsa, tekrar çıkıyorlar...

Herkes hem alkışlıyor, hem resimlerini çekiyorlar.
Herkes resim çekiyor, ben de çekiyorum tabi ki.

Mephisto özellikle benim kamerama mı bakıyor, yoksa ben kendi kendime gelin güvey mi oluyorum söyler misiniz?



 
Ve alkışlar sonunda diniyor. Salondan çıkıyoruz.
Bir bakıyorum bir grup insan aynı yöne duğru hızla ilerliyor. Peşlerine takılıyorum.
Meğer sanatçıların çıkacakları kapıya gidiyorlarmış. Çıkışlarını bekleyip imza isteme, resim çekme merasimi..

Sanatçılar birer birer çıkıyor. Ve onları tekrar alkışlıyorum ki her bir kişiye imza veriyorlar, beraber resim çektiriyorlar. Bu ne büyük bir mütevaziliktir böyle, hayran kalıyorum.

Veee, işte Mephisto yani Erwin görünüyor kapıda...

Aynı karede Mephisto'yla bir tane resim alsam yeter.
Sevgilim elinde fotoğraf makinası, beni çekmeye çalışıyor.

Ama o da ne !!!

Durumu fark eden Erwin'in gönlü izin vermiyor.
Ben onunla aynı karede olmaya uğraşırken bir el bana doğru uzanıyor ve beni omzumdan yakalıyor.

Bir de bakıyorum; Mephisto'nun kendisi bana sarılmış, benimle resim çektirmeye kendisi gelmiş...

Neymiş, belki de kendi kendime gelin güvey olmuyormuşum.

Viyana'da şeytanla sarmaş dolaş.

Allah'ım bu günleri de gördüm ya. Şükür...






























Teatro di San Carlo NAPOLİ : Anlatacak hikayelerim var. 


Doğumgünü pastası gibi sürprizlerle dolu Viyana

Fabergé yumurtaları bir bit pazarından çıkarsa...

Sahiden ya, Artemis nerde?

Saray hayatını reddeden sıradışı kraliçe Sisi ve muhteşem Schönbrunn Sarayı

Viyana'da şeytanla sarmaş dolaş: FAUST

Bu ne zenginlik böyle! : VİYANA


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder