11 Aralık 2016 Pazar

Singapur aşkı bana extra large

Tamam bir Roland Garros değil, bir Paris Masters değil ama dünyanın öbür ucunda hem de davetiye biletlerle geldiğimiz bu İnternational Premier Tennis League maçında karşımızda dünya tenis starlarını görünce hem şaşırıyoruz hem de tadını çıkarıyoruz.

Liza'ya diyorum benimle tenis maçına gelir misin? 2 çocuklu arkadaşım daha çocukların bakımının lojistiğini ayarlamadan tereddütsüz kabul ediyor.
Singapur gibi dünyadan biraz kopuk bir yerde yaşarken herhangi bir davete hayır demek için insanın çok geçerli bir nedeni olması gerekiyor. Ben, Singapur'a İbrahim Tatlıses gelse giderim mesela...

Meğer bu Coca Cola İnternational Premier Tennis League maçlarıymış. Valla bunca senedir tenis severim, hemen her turnuvayı da takip ederim, hiç duymadım. Böyle bireysel bir spora takım ruhu katıp sanki bir takım oyunuymuş gibi gösterme çalışması gibi geldi bana. Yani biraz Cup Davis havası var ama o en azından ülkeler bazında. Yani bir iki starın dışında hangi ülke tenise en çok önem veriyor, hangi ülkede iyi eğitmenlerle bu spor iyi öğreniliyor Cup Davis en azından bunu ölçüyor. Ama Coca Cola Premier League tam anlamıyla toplama kampı. Mesela izlediğimiz maç Japan Warriors ve UAE Royals takımları arasında. Japan Warrior dedin mi akla Kei Nishikori geliyor tamam o var. Ama takımda Jelena Jankoviç, Fernando Verdesco var. Royals'larda da Ana İvanoviç, Tomas Berdich falan var. Biz de öyle yerel küçük bir turnuvadır diye gittik, bir de baktık karşımızda Martina Hingis, Ana İvanovic, Jelena Jankovic falan oynuyor. Çok alakasız ama çok ta şık oldu. Çok eğlendik. Biletler için çok teşekkürler.
Yalnız içerde çok üşüdük yaa, o klimaları nasıl tam gaz çalıştırıyorlar, bir ceket alıp gitmeliymişim...






Geçen hafta Duxton Hill'de L'Entrecote'ta yemen yerken tam karşımızdaki barın adı beni hemen fethetmişti. La Champaneria... Gerçekten, bence mutluluğa giden yol baloncuklu bir kadeh beyaz şaraptan geçiyor. 
Yani şahsen bir kadeh şampanya benim o andaki tüm sorunlarımı çözer. 
Ben daha o akşam buranın planlarını yaparken, bir de baktım cuma akşamı Boris'in ekibiyle bir gece düzenlenmiş, ve tam da nerde? La Champaneria 'da... 

İçki Singapur'da acaip pahalı. Yani Türkiye'ye kıyasla bu fark hissedilmeyebilir, lakin Türkiye'de de iyi bir şarap ucuz değil. Ama Fransa'ya kıyasla inanılmaz pahalı. Yani Paris'te 10 - 15 euroya aldığımız hem de çok iyi bir şarabı (5 euroya da şarap olduğunu var sayarsak) burada 3 katına alıyoruz. Sişeler arka arkaya patlıyor. Biz de çok eğleniyoruz. Ben zaten Duxton Hill'in ortamını çok seviyorum, burası da mutlaka tekrar geleceğim bir adres olarak kaydoluyor defterime.

Singapur Aşkı - Günün Şarkısı

Bu arada geçen gün bir telefon konuşmamızda en yakın arkadaşlarımdan biri bana: "Singapur yazılarını takip ediyorum. Ancak hala bu şehir ülkeyi sevdin mi sevmedin mi anlayamadım, böyle bir ibare yok." diyor.
Bir keresinde de soyle demişti ki; "Singapur yazılarını başka bir tarzda yazıyorsun, sadece gördüğünü yazıyorsun, yazı karakterin değişmiş."

Himmm, bunlar bana birşey düşündürüyor. Bu, başka bir yazının konusu olabilir.

Ben insanları ve şehirleri birbirine çok benzetiyorum.
Nasıl bazı yazıların yoğunluğunu bazı insanlar için hissedilen duyguların yoğunluğu belirliyorsa, bence şehirler için de aynı şey geçerli. Bana bazı yazıları nasıl yazdırıyorsa bazı şehirler, bazı söylemleri, o betimlemeleri, o detaydan hikaye yaratmaları, o ithamları, övgüleri, serenatları yaptırıyorsa, demek ki şu anda sadece gördüğümle algıladığım bir Singapur var hayatımda, iligime kadar hissettiğim bir şehir değil...

Belki de...

Singapur aşkı bana extra large, bana extra large, bana extra large...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder