13 Ekim 2013 Pazar

Memleketimin Sofraları Bambaşka...

Dünyanın bir numaralı mutfağının kalbinden geliyorum.
Fransız mutfağını çok iyi bilirim.
Evelallah, elimden de çok iyi gelir, şahane Fransız yemekleri yaparım.

Ama...
Memleketimde yemek yemenin tadı bambaşka...
Kıyas kabul etmez.

Her yenilen şeyin bir ritueli var, bir mazisi, bir hikayesi var.

Babaannemin bahçesinin ağacından toplanmış incirler var. İncir mi bardacık mi? Farkı nedir, hala bilmiyorum.

 Ramazan ayında kapış kapış giden sıcacık susamlı pideler var.
 
Biricik kardeşimin çocukluğundan beri olmazsa olmazı, üzerine erimiş kaşar peynirli sucuğu var. 

Yayık ayranı var mesela, offf içtikçe içesi gelir insanin... Bir tane zaten hiç kesmez.


Şu pidelere bakar misiniz? Bunlar bir porsiyon sadece. Biri ıspanaklı kaşarlı, biri kuşbaşılı... Yedikçe yersin... Hele şu yayık ayranla da bir güzel gider ki...

Şöyle domatesin kokusunu taaa mutfaktan duyduğunuz çoban salatası var. Böyle çalakaşık yiyesi gelir insanın. Çobanlar da ağzının tadını biliyormuş haaaa....


Küçükken, annemin daha mixerı yokken, elinde süzgüyle kaşık kaşık ezdiği en sevdiğim çorba mercimek çorbası var...


Sabahı, akşamı olmayan, memleketin içilme rekorlarini her dönem kıran rakipsiz çayımız var... İnce belli bardakta olacak illa ki. Bir de şu yanındaki gümüş çay kaşığına bayıldımmmm. Ben de istiyorum aynısından.


Bunun yaprak sarmasi var, mantısı var, revanisi, şambalisi, baklavası, peynirli künefesi var.
Sokaklarda gezen bozacısı, çekirdekçisi, darıcısı var.
Eskiden sadece Izmir Kemeralti'nda bulduğumuz, sokakta ayakta içtiğimiz kıaradut suyu var.
Turşucusu, turşu suyu var.  Pastırması var.
Sokakta dökülen, herkesin bir tabak için sıraya girdiği lokması var.
Türk kahvesi var bunun...
Rahmetli babaannemin aşuresi var...
Deniz kenarı şehirlerinin efsane yiyecegi midyecisi var. Midye dolma...
Işkembe çorbası, ezogelin çorbası, köşe başında satılan kokoreci var.
Annemin malzemesi bol ve temiz olsun diye evde hazirlayip firına yaptırdığı pidesi var.
Ramazan pidesi var. Lavasi var. Böyle şişman... bol susamlı...
Evde yapilan, yeme de yaninda yat cinsinden yoğurdu var...

Yoğurt demişken...


Bakar mısınız, şu arabayla giderken yol üstünde durup ettiğimiz köy kahvaltısına...
O kahvaltıdan aldığım zevki Istanbul boğazına nazır luxe bir mekanda almadım. Ciddiyim.
Her lokmanın, vücudumdaki mutluluk hormonlarını harekete geçirdiğini hissede hissede yedim.
Sadece yediklerimiz değil, tam eski usül yol kenarı mola yerleri olması itibariyle de cezbetti beni.
Tahta sandalyeleri ve masasıyla, kenarda şarıl şarıl akan suyu, ortada biten ağacı, çiçeği, böceğiyle harikaydı...
Hele hele şu ortadaki yoğurt... Abartmıyorum, tadı hafizamda kayıtlı, zira bir daha öyle lezzetli bir yoğurt yiyebilecek miyim? Bilmiyorum.
Umuyorum...

Bir de öldürücü mezelerimiz var bizim. Deniz börülcesi, ahtapot, kalamar, patlıcan, semizotu salatası...


Ben bir de lagos yedim, balığımı kendim sectim, Marmaris Selimiye'de, denizin dibinde hatta denizin üstünde, iskelede...

Doku taşlarım bu tadlar benim

Peynirin anavatanında yaşıyorum.
Ama hiçbiri beyaz ve tulum peynirinin yerini tutmuyor, olmuyor.
Dünya mutfağında tatmadığım lezzet kalmadı diyebilirim.
Ammma....
 
Doku taşlarım bu tadlar benim...

Her birinin ayrı hikayesi var.
Bazı yiyeceklerle özdeşleşen insanlar var aklımda...
Bir takım yemeklerle bütünleşen olaylar, bayramlar seyranlar, kutlamalar var.
Her bir lokmada canlanıyor, beni ben yapan her güzel hatıra...

Damak tadı denilen şeyin bir hafızası var.
Silinmiyor, unutulmuyor.
 
Memleketimin sofraları, yemekleri bambaşka....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder