31 Ağustos 2012 Cuma

MADONNA olacakmış. Gülmeyin. Belki yarası var.

Madonna Avrupa turnesinde. Bilmeyen yok.
Diğer ülkelerde nasıl performans sergiledi bilmiyorum ama son zamanlarda Fransa'da Madonna konserleri hakkında sadece olumsuz seyler yazılıp çiziliyor.
Sözüm ona Paris'teki konseri sadece 40 dakika sürmüş, insanlar yuhalamış ve ödedikleri 200 euro civarı konser bileti parasını geri istemişler.
Sözüm ona playback yapıyormuş...
Yok efendim dinleyicilerle iletisim kurmuyormuş, hosgeldiniz, iyi aksamlar demiyormuş. (Yahu Madonna bu, sana selam verse nolur vermese nolur... çıkıp şarkısını söylesin yeter)

Gerçi bu Fransızlara da çok güvenmemek lazım. Yakınmak, şikayet etmek dedin mi en önde gelen bir toplumdan söz ediyoruz.

Nice'teyim. 20 Ağustos pazartesi.
Arkadaşım Benedicte'in telefonuna bir mesaj geliyor. 21 Ağustos sali Madonna konserine 50 euroya bilet var, ister misin? Sonia ile Sandrine daha biz tereddüt etme aşamasına dahi giremeden başlıyorlar. Aman efendim 2 sene önce gitmişler konserine, rezaletmiş, hiç zevk almamışlar, bu seneki konser yorumları zaten ortadaymis, hiç gerek yokmus. Şöyle güzel bir rosé alıp, balık yapıp Benedicte'in balkonunda aksam yemeği daha keyifli olurmuş. Madonna artık eski Madonna değilmiş... Bla bla bla...
Beynimiz yıkanıyor. Nutkumuz tutuluyor. Basiretimiz bağlanıyor.
Benedicte'le şöyle bir düşünmeye bile alamıyoruz meseleyi. Iyi diyoruz gitmeyelim. Gerçi sadece 50 euro hani, 50 euroyu nerelere vermiyoruz ki, kötü bile olsa bir Madonna konserine de verebilirdik ama.... neyse madem öyle...

Ertesi gün oluyor...
Aksam saat 18.00, markette alışveriş yapıyoruz yemek için.

Bana bir afaganlar basiyor. İnme iniyor. Içime başka biri giriyor...
Kontrolü 11 yasindaki Dilara aliyor.

Meydan okuyorum: "La isla bonita" 'da dans edeyim yeter..

Ilk okul 5. siniftayim. Cok başarılı, popüler ve sosyal bir öğrenciyim. 
23 Nisan'larda, 19 mayıslarda biri bir bayrak taşıyacaksa, o sopayı oraya buraya çevirecekse o hep benim.
Bir de folklör ekibindeyim. Yöresel kıyafetler giyip "Ege Kadin" oynuyoruz. Gözünü seveyim bu folklorik dansa adını verenin.
Ege Kadin... söylerken bile içi gidiyor adamin...
Bir de basket-ball takimindayim. 

Ilk okul mezuniyet gecesinde sergilenmek uzere bir dans topluluğunun kurulmakta olduğunu duyuyorum. Güzel sanatlar öğrencisi dansçı bir abla çalıştıracakmış topluluğu. Şarkı da Madonna'nın bir şarkısı olacakmis. O dansçi abla hayranmis ona. Cunku Madonna asiymiş, kendi bildiğini okuyan bir kadinmis, devrimciymis, provokatormus, onun gibi bir tane daha yokmus, o efsane olacakmis, dünyayi değiştirecekmiş...

Şarkı seçilmis "Las isla bonita". 10 tane de kız seçilmis. Benim haberim yok.
Bu ablayı görmeye gidiyorum. 11 yaşındayım. "Üzgünüm" diyor bana. "Grubu kurduk. Çalışmalara başladık, çok geç. Hem sen folklör ekibindesin, basketbol takımındasın. Başka öğrencilere de şans vermek lazım." diyor.

Reddediyor beni. 
Yok, kafaya koymuşum bir kere. Olacak bu iş.
Başlıyorum meydan okumaya.... Madonnalık var ruhumda.

Bir kere diyorum, bu kızların hiçbirisi güzel dans edemiyor, en iyi ben dans ediyorum. Bir dene beni, bir bak, göreceksin en iyi olduğumu. Ayruca diğer faaliyetlerde olmam mu seni rahatsız ediyor? Tamam diyorum, herseyi bırakıyorum. Basketbol takımından çıkıyorum. Folklor gösterisi için de yerime yedeklerden biri geçer. Ben senin grubunda Madonna şarkısında dans etmek istiyorum.... diyorum...

Abla etkileniyor...
Ne folklor ekibinden çikiyorum, ne basketball takimindan.
Ama ben yanilmiyorum. En iyi ben dans ediyorum. 
Gösteri gecesi 11 kisilik grubun en basinda, tek başıma dans ediyorum. Arkamda kizlar 5'erli iki sira oluşturuyor. Mavi-beyaz elbisemiz ve elimizdeki mavi beyaz ponponlarımızla şahaneyiz...

La isla bonita, bellegime islemis bir sarkidir.
25 yil sonra bugun o dansin kareografisini hala hatirliyorum. Ve hatta, eğer bir yerlerde La isla bonitayi duyarsam, olduğum yerde ben hala o dansı ederim. Asla unutmam. Yeri çok büyük...

Cinemalara "Who's that girl" gelmis. Kimse tutamaz beni...

Yil 1988. 12 yasindayim. Sinemaya Madonna'nin filmi gelmis.
Fimin adi sarkisinin adiyla meshur "Who's that girl?" Film Konak sinemasinda oynuyor. Biz Karsiyaka'da oturuyoruz. Hayatta bir hafta sonu annemler tek basima karsiya geçmeme izin vermezler. Ama, yok kimse tutamaz beni. Sinemaya Madonna gelmis. Gidicem tabi ki...
Annem "Hayır, bu yasta, bir hafta sonu, hem de Konak'a sinemaya gidemezsin."
Yerlere yatarak ağlıyorum, nasıl ağlamak ama, yırtınıyorum, komşular da duysun annem utansın diye iyice abartıyorum ağlamayi. Annemde zırnık yumuşama yok. Nuh diyor peygamber demiyor.
Babama gidiyorum bu sefer.: "Babacim, bak Sebnem de 12 yasinda ama onun ailesi izin veriyor sinemaya gitmesine." diyorum. Babam da "Sebnem'in ailesi kizlarini bizim kadar sevmiyorsa bizim sorunumuz degil. Gidemezsin Dilara'cim, lutfen israr etme." diyor.
Bende bir surat, bir tavir...
Böyle tavırlı tavırlı geziyorum ortalıkta bir süre.
Cok üzülüyorum filme gidemediğime... Hiç unutmuyorum.

Şu anda Madonna ile aynı şehirde nefes alıyorum.

Derken....

Simdiki zamana geri dönüyorum.
Bir de bakmışım bir markette domates dolduruyorum bir poşete.

Birden kendime geliyorum. "Sen şaşırdın mı? O biletleri nasıl reddedersin. Madonna bu, senin çocukluk idolun. Küçükken örnek aldığın, bütün şarkılarını, video kliplerini ezbere bildiğin kadın. Ve Madonna şu anda seninle aynı şehirde nefes alıyor. O burda. Ne yapıyorsun sen?" diye bir ses geliyor içimden gümbür gümbür...

Anında bırakıyorum domatesleri. Bénédicte'i buluyorum.

Bu konsere gitmeliyiz. Hemen simdi!!

"Bénédicte, o 50 euroluk biletleri geri çevirişimiz büyük hataydı. Madonna bu yahu, ne kadar kötü olabilir ki? O kötüyse bile şahane bir show izleyecegimiz suphesiz. Bu konsere gitmeliyiz, ve hemen şimdi." diyorum.
Bénédicte önce bir afalliyor, cevap veriyor:
"Iyi ama artık çok geç, biletleri kaçirdik, biletimiz yok. Ayrica şimdi orası nasıldır biliyor musun? Arabayi park edecek bir yer asla bulamayiz." diyor.

"Bénédicte, bu konsere mutlaka gitmeliyiz. Biliyorum geç oldu, biletleri kaçırdık ama önemi yok. Konserin önünde mutlaka karaborsa satıcılar vardir, onlardan alırız. Arabayi da nereye park edeceğimiz önemli değil, yürürüz. Bak, şimdi biraz isteksiz ve şüpheci yaklaşıyorsun. Biliyorum. Ama hersey çok güzel geçecek, görürsün. Iyi ki gitmisiz diyeceksin. Eminim buna. Hadi." diyorum.
"Tamam" diyor. Direnmiyor.

Bayılıyorum, değisen koşullara çok hızlı bir şekilde adapte olabilen insanlara. Bence çağımızın en önemli meziyetlerinden biri bu: Hızlı düşünüp, çabuk karar verebilmek.

Alışveriş torbalarını kızlara bırakıp öylece üzerimizdeki shortlarla atlıyoruz arabaya, gidiyoruz konsere. Herşey kaymak gibi akıyor. Arabayı çok yakına park ediyoruz. Kapının önünde karaborsacilar var. 50 euro diyorlar. 35 euroya aliyoruz biletleri. Boy avantajimizi da kullanip şahane bir yerde duruyoruz. "Madonna'yi göremezsiniz" diyordu kizlar, valla gayet te görüyoruz...
Sevinçten birbirimize sariliyoruz. Ani ve çok dogru bir karar verdik. Bénédicte bana tesekkur ediyor, ben ona. Ayni çizgide oldugumuz ve aynı şeyi istediğimiz için...

Onun şarkılarıyla büyüdük ve şekillendik. O küçük dev kadın.

Sahneye çikiyor. Tabi ki görkemli ve ihtişamli bir sekilde... 
O orda iste, Madonna bu. Efsanevî...
Kim demis playback yapiyor diye. Kim demis eskisi gibi degil diye. Diyenin alnini karislarim. 54 yasinda bu kadin. 2 saat 15 dakika sahnede kaldi... Catir çatir butun sarkilarini soyledi, dans etti...

Biraz hassasti sanki... dunyanin tolerans eksikliginden, insanî vasiflarin azalmakta oldugundan bahsetti. Bir daha Avrupa'ya gelmeyecegini soyledi.

Herseyiyle Madonna o. Sirtinda "No Fear" yazisiyla çikti sahneye. Kollarinda "Free Poussy Riot" yazisiyla bir devrimci o. Hepimize soyletti Free Poussy Riot, sonra da Rusya sizi duymadi daha çok bagirin dedi... Sonra ekledi:
"I like to live my mife dangerously. Otherwise it is not worth"
Iste o kadar.
"Are we gonna make a revolution? So start with yourself. Treat everyone in your life with dignity and with love"...

Bir de...

Madonna'nin dansçilari nedir öyle arkadaslar? Onlar insan mi?
Onlar nasil adamlar öyle? Aman aman her biri akillara zarar bu adamlarin, valla adami yoldan çikarir bunlar, her biri sex tanrisi sanki. Bu adamlardan her kadina bir tane lazim. Biz sahsen Bénédicte'le transa geçmis bir sekilde izledik her birini. En çok ta Brahim'i, dogruya dogru simdi, en çok o parliyor sahnede. Hem mukemmel dans ediyor hem de olaganustu bir sexapeli var. Bayildik... Hem zaten Madonna adamin iyisinden anlamayacak ta kim anlayacak...

Gecenin sonunda eve dönerken bizden mutlusu yok.
Kizlara da oyle bir anlattik ki, Madonna'yi o kadar kötüleyen kizlar "tüh keske biz de gelseydik" demesin mi? Eeee gelseydiniz...

Hayati spontane yaşamak kadar güzeli var mi?

"Hadi kalk gidelim" demek lazim bazen, oncesini, sonrasini, onunu, arkasini, nedenini, niçinini, olur mu, olmaz miyi, hatta... sonuçlarini.... dusunmeden "hadi" demek lazim.
Ve hemen harekete geçmek lazim... Hepsi o kadar..

Teşekkürler Madonna. Bu gece için...

Herseyin değişebilir, klişelerin kırılabililir, toplumun dayattıklarının reddedilebilir oldugunu, tehlikeyi ve riski göze almadan yaşanan hayatın anlamsız ve yüzeysel olduğunu, yıllardır şarkılarınla ve yasam biçiminle gösterdiğin için...

Cause after all
Nothing is indestructible



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder